23 Mart 2020 Pazartesi

“ASLOLAN HAYATTIR”

Ekosistemi görmezden gelen,
insanı merkeze almayan,
arkasında bıraktığı çöküntülere
aldırış etmeden yoluna
devam etmek isteyen
bu buyurgan yönetim anlayışı
artık son bulmalıdır.

Kapitalizm, neo liberalizm, küresel sermaye düzeni, adına ne dersek diyelim, bu sermaye dünyasının beklentileri ile insani koşullarda yaşamak isteyenlerin kaygılarının ortaklaşmasının eşyanın tabiatına aykırı olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır. 

Bir tarafta her ne pahasına olursa olsun kendini yeniden üretmek, her türlü piyasa hareketini kendi öngörülerine göre değerlendirmek isteyen bir sermaye hareketi, diğer tarafta bağımlılık ilişkilerinden bunalan eşitlikçi, özgürlükçü ve barış içinde sağlıklı bir hayat arayışı içinde olan insanlık…

Kuşkusuz iki tarafta insan türünün mensubu ama aidiyeti, hayata bakışı ne olursa olsun, iktidar katında yetki ve söz sahibi olanlarının başkalaştığı, çevresine karşı yabancılaştığı, gerektiğinde gayri insani tutumlar almayı becerebildikleri ölçüde varlıklarını sürdürebilir hale dönüştüğü bir ayrışmadan bahsediyoruz.

Bir tarafta insanlık ayrışması, diğer tarafta virüsün mutasyona uğraması ile oluşan hastalık salgını. 
Hepimiz COVİD-19 isimli ölümcül salgın hastalıkla mücadele veriyoruz ama aynı şartlarda değiliz.
Her sıradan insanın anlayabildiği gibi Covid-19 salgın hastalığını asgari can kaybıyla atlatabilmemiz için,
1- Geldiğimiz aşamada hayati üretim ve tedarik zincirleri hariç diğer üretim, dolaşım ve tüketim çarkının bir süreliğine durması, 
2-Önleyici olduğu kadar, müdahale  ve tedavi edici sağlık birimlerin olabilecek en üst düzeyde donanım ve güvenliğe kavuşturulması,
3- Kapalı veya açık mekanlarda teması sınırlamanın, evde kalmanın, kalabalık ortamlarda bulunmamanın maddi koşullarının sağlanması, yani iş güvencesi, maddi destek, en temel ihtiyaç maddelerinin ve sağlık hizmetlerinin ücretsiz karşılanması, savunmasız güçsüz, korunaksız kişilerin sahiplenilmesi gerekiyor.

İnsanlığın bu hedeflerinin gerçekleştirebilmesinin yegane yolu devlet organlarını/ kamu otoritesini sevk ve idare eden siyasi iradenin bu sorumluluğu yerine getirmesidir. 

Zira meselenin tek tek kişilerin niyet ve tutumlarına göre değil, bütün bir toplumun bilim ve akla uygun olarak ortak hareketinin sağlanması ve bu amaçla kamusal kaynakların seferber edilmesidir. 

Pek çok devlet, statükosunun korunmasına dayalı olarak ve gelişmişlik düzeylerinin avantajları ile yurttaşlarına karşılıksız maddi destek sağladı. Gelir güvencesi verdi. Kimsenin açıkta ve korumasız kalmamasının yol ve yöntemlerini ortaya koydu. 

Ülkemizde bu sistemin cisimleştiği siyaset figürü ise, sermaye dünyasını kayıtsız şartsız destekleyen kararları hızla uygulamaya geçirirken, dar ve sabit gelirlilere, emeği ile geçinenlere, işsiz, yoksul ve yardıma muhtaç olanlara karşı ayak sürüdü. Göstermelik, kapsayıcı olmayan ve sembolik desteklerle yetindi. Bu da yetmiyormuş gibi onlar için bağış kampanyası düzenleyerek trajik komik ama aynı zamanda kritik bir aşamaya geldiğimizi ortaya koydu.

Böylesi günler için ayrılan ödeneklerin, fonların başka amaçlarla içinin boşaltıldığı, daha önceki toplanan bağışların amacına uygun kullanılmadığı, kamusal harcamaların her seferinde nemalanma aracı olarak kullanıldığı, şu günlerde dahi tartışmalı, çevresel etki değerleri olmayan ihaleler  yapılması, yeni yatırımlara başlanması, sit alanlarını imara açmak üzere yasa değişikliklerine gidilmesi, toplum sağlığı için ceza indirimi, infaz erteleme düzenlemelerinde ayrımcılık yapılarak iktidar muhaliflerinin salgın hastalık karşısında korumasız bırakılmak istenmesi, kayyum atamalarına devam edilmesi, belediyelerin yapılan bağışlar nedeniyle yasa dışı yollarla hesaplarına bloke konulması gibi atılan her adımda öncelikle toplumun bütünlüğünün değil, iktidar çevresinin, dolayısıyla sermaye düzeninin bek’asının öncelendiği apaçık ortaya çıktı.

Ortaya çıkan bu gerçekliklerimiz, bilim ve akıldan uzakta kalan tek adam yönetiminin siyasi tercihlerini yansıtıyor. Üstelik salgına karşı geç harekete geçmek , safsatalarla oyalanmak, Umre ziyaretçileri ve cami uygulamalarında olduğu gibi siyasi taban kaygısı, siyaset malzemesi olarak oradan oraya taşınan göçmenler, asker uğurlamaları,  terhisler ve nihayet şeffaflıktan uzak güven duygularını zayıflatan uygulamalarla önlemlerin yeteri kadar etkin alınamadığını göstermiş oldu. 

Son günlerde merkezi yönetimin muhalif yerel yönetimler üzerinde baskıcı ve engelleyici tutum içine girmesi hep birlikte dayanışma içinde, etkin, kararlı ve yaygın önlemler alınmasında engel oluşturmaktadır.

Bütün bu gelişmelerde ortaya koymaktadır ki bizi öldürecek olan kapital sevdasıdır ve onun iktidarını kollama aymazlığından bir an önce sıyrılmamız gerekmektedir.

O nedenle bilim çevrelerinin de önerdiği gibi yerellerde oluşturulacak salgın izleme ve değerlendirme kurullarında başta Tabip Odaları olmak üzere en geniş demokratik katılımın sağlanarak toplumsal olandan yana inisiyatif geliştirilmesi zorunluluk haline gelmiştir.



19 Mart 2020 Perşembe

SALDA GÖLÜ VE CORONA TALANI


Şimdilerde dünyaya ve yaşam tarzlarımıza 
meydan okumakta olan virüs türünün, Corana virisü olarak adlandırılmasının nedeninin, “Corona” sözcük anlamlarından birinin “taç” olması ve bu virüsün taç şekline benzetilmesinden kaynaklandığı, ışık halesi, doruk gibi anlamları da içerdiği belirtiliyor. 

16 Mart 2020 Pazartesi

“KOR” GİBİ YANMAK

Bütün dünya teyakkuz halinde.
Oysa birkaç gün öncesine kadar, siyasi irade,
iktidarını sürdürme ajandasına uygun olarak
yaşamamızı ve kendimizi güvende hissetmemizi
istiyordu. Dünya sağlık Örgütü, Covid-19 adı verilen hastalığa yol açan koronavirüsünü, dünyayı saran ölümcül bir salgın haline geldiğini ilan edip, Dünya Bankası ve İMF’nin de, 
bu alanda ayıracağı bütçeler açıklandığında, merkezi yönetim, Yunanistan sınırına dayandırılan binlerce göçmenin dramlarından yararlanarak Suriye politikasında avantaj elde etme hamlelerine odaklanmış durumdaydı.  

Küresel sermaye dünyası örgütlerinin virüsün önü alınamaz yayılımı karşısında yaptığı bu yönlendirici duyuruları Türkiye için etkili oldu. Böylece hepimizin kapısına dayanan bu tehdit resmî olarak dillendirildi. Ardı sıra ilk vak’a ve diğerleri açıklanırken, okul tatilleri, toplantı iptalleri ve spor karşılaşmalarının seyircisiz yapılması, dinsel ritüellerin sınırlandırılması gibi bir dizi önlemler ve nelere dikkat edilmesi gerektiğine ilişkin duyurular daha sıklıkla ve daha ciddiyetle hayata geçirilmeye başlandı.

Sonuçta doğa bildiğini okuyor, ne mer’i  ne de şer’i hükümlere, herhangi bir tavsiyeye veya hiçbir menfaat çevresinin özel beklentisine umursamadan yoluna devam ediyor. Doğanın kanunları bir kez daha, bilimsel bulgulara ve bu yolda alınacak önlemlere göre geleceğimizi kuramadığımız sürece hayatlarımızın güvence altında olamayacağını ortaya koyuyor.   

Hiç kuşku yok ki Koronavirüs gribi de bütün doğa olayları gibi makam, statü, bakan, tek adam tanımıyor. İktidar, otorite, sınır, hegemonya, yalan dolan da dinlemiyor. Bütün yaşam alanlarımızda doğa ile barışık, güvenli ve sağlıklı ortamlarda yaşamamızın hepimiz için kaçınılmaz bir zorunluluk ve aynı zamanda hak olduğunu ortaya koyuyor.

Teknolojik gelişmelerin geldiği düzey ve küreselleşen yaşam koşulları göz önüne alındığında yalnızca kendimizi, yakınlarımızı, mahallemizi değil, kentimizi, ülkemizi hatta etkileşim içinde bulunduğumuz bütün yaşam alanlarını düşünerek, dayanışma ve işbirliği ağlarını örebildiğimiz ölçüde hayatta kalabileceğimiz gerçeğini gözler önüne seriyor.  

Hepimiz farkında olmalıyız ki bulunduğumuz, soluduğumuz her ortam, yediklerimiz içtiklerimiz, bize nüfuz edebilecek her zerre, ticaretin, pazarda söz sahibi olmanın, daha fazla kapitale sahip olmanın hesaplarıyla emperyalist emellerin bir parçası olarak değerlendirilmek istenmesi insanlığın doğasına uygun düşmüyor. Bu gidişle havada, suda ve toprakta yaşanan  kirlilik, iklim krizi gibi büyük felaketlerin önünü alma şansımız kalmayacak.

Ekonomiyi de hukuku da savaş düzeni içinde yürüterek varlığını sürdüren bu despotik düzen her geçen gün eşitsiz yaşam koşullarını daha da derinleştiriyor. Öngörülebilir felaketlere karşı önleyici tedbirlerden yoksun kalmak, kamusal hizmetlerden mahrum bırakılmak, her alanda ancak parası ve nüfuzu olanlara öncelik tanınması, toplumun büyük çoğunluğunu yakından ilgilendiriyor. Ve ne yazık ki her birimizi birbirimize düşmanlaştırarak altta kalanın canı çıksın diyebilecek kadar insafsız ve ikiyüzlü bir kıyıcılık ile kendisine meşruiyet sağlamaya çalışan bu dünya düzeni hepimizi esir almak için hiçbir kötülükten kaçınmıyor… 

O nedenle her koşulda demokratik ve eşitlikçi yönetim anlayışlarına, kamusal hizmetlerin yaygınlaştırılmasına, toplumsal çıkarları hedefleyen kararların ve uygulamaların etkin ve tavizsiz bir şekilde uygulanmasını talep etmeye ve bu amaçla örgütlü bir güç oluşturmaya ihtiyacımız var. Bunun için en küçük yerleşimlerden başlayarak merkezi yönetime kadar,
iktidar yandaşı olmayan uzmanlık kuruluşlarının, sağlık örgütlerinin, sivil inisiyatiflerin de içinde bulunduğu bilimsel kurulların oluşturulması için çaba sarf edilmesi gerektiğini düşünüyorum. 

Meselenin yalnızca genel temizlik kurallarına uyulması, “temas” sınırlamaları ile ilgili olamayacağı çok açık, bugünden geleceğe, benzer tehditleri bertaraf edebilmek için, toplumsal duyarlılık göstermekten ve kendi geleceğimize sahip çıkmaktan başka bir yol görülmemektedir. İnsanlık hafızası ve idraki halen yerli yerindeyken, çalışma hayatından, ekonomi, eğitim ve sosyal yaşam düzenlemelerine kadar sağlıklı yaşam koşulları için alınacak bütün önlemlerin, hiçbir çevrenin özel beklentilerine öncelik verilmeksizin kamucu bir anlayışla ele alınması hayati öneme sahip,
"kor" gibi yanıp kül olmadan.

3 Mart 2020 Salı

KORE’DEN BUGÜNLERE

1950 yılı Temmuz ayında “Türk Barışseverler Derneği” kuruluşundan bir kaç hafta sonra Galata Köprüsünde bildiri dağıtır.

20 Şubat 2020 Perşembe

ULAŞIM ÇALIŞTAYI ve KENTLİLİK BİLİNCİ

Antalya Büyükşehir Belediyesi,
Ulaşım Planlama ve Raylı Sistem Daire Başkanlığı “Antalya Ulaşım Çalıştayı” düzenledi.
19 İlçe Belediye Başkanlığı, Valilik, Kamu Kurum ve Kuruluşları, Üniversiteler, Meslek Odaları, Mesleki Birlikler, Dernekler ile Antalya Kent İzleme Platformu da davetliler arasındaydı. 

Sabah sunumları, bilim insanlarının ve uzmanların daha çok bilgilendirme ve ulaşım/ulaştırma sorunsalının nasıl ele alınması gerektiğine ilişkin kuramsal ve pratik deneyim aktarımlarıyla tamamlandı.

Öğleden sonra programı ise katılımcıların her biri için hazırlanan masalarda, kent içi ve kentin bütününde ulaşıma ilişkin belirlenen başlıklarda ifade ettikleri sorunlar ve bu sorunlara yönelik çözüm önerileri moderatör yönetiminde kayda alındı.

Çalıştay’ın kurgusunun ve akışının Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyeleri aracılığı ile gerçekleşmesi, kimi katılımcılarda, Antalya merkezli Üniversitelerin bu etkinliğin neresinde olduğu merakı uyandırmış olsa da, bu durum etkinliğin önüne geçmedi. Zira bu merak Üniversitelerin bulunduğu kentlerdeki kentsel düzenlemelere katkıları, yaklaşımları ve beklentileri yanında bilim dünyasının kamusal hizmet alanlarında üstlendikleri rollerin irdelenmesi ile ilgili ayrı bir tartışmanın konusu olabilirdi.     

Şurası bir gerçek ki, “Balbey Halk Buluşması” gibi, benzer geniş tabanlı toplantıların yapılması yerel yöneticilerin sorumluluklarının bir parçası. Yerel yönetimlerin, kent sorunlarını ele alırken, çözüm üretirken kent sakinlerini gelişmelerden haberdar etmesi, onlarla doğrudan temas kurması, görüş alış verişlerinde bulunacak kanalları sürekli açık tutması son derece önemli.

O nedenle Ulaşım Çalıştay’ının yalnızca bilgilendirme/bilgilenme ve veri toplama zemini olarak öne çıkmasının olumsuz bir yanı bulunmamaktadır. Zira önemli olan, bundan sonraki yapılacak çalışmalarda kent dinamiklerinin sürece katılım koşullarının tatmin edici düzeyde olup olmayacağıdır. Bu konuda yerel yöneticiler kadar kent dinamiklerinin de üstlenmesi gereken sorumlulukları söz konusudur. 


Zira toplumun ortak çıkarları için, hepimizin yararına olan uygulamaları talep etmek, takip
etmek bakımından ne kadar etkisiz kalıyorsak, keyfiyeti kendinden menkul yönetim örnekleri de o kadar daha fazla hayatlarımıza hakim oluyor demektir.

Pek çok gelişmiş ülkede uygulanan, kentsel yaşamı yakından ilgilendiren projelerin, karar aşamalarından önce, kolay anlaşılabilir plan ve haritalar üzerinden veya maket, canlandırma gibi yöntemlerle halka açık alanlarda sunulması,  üzerinde tartışılarak öneri veya eleştiri imkanlarının sağlanması,  açık ve katılımcı yönetim anlayışının bir gereği olarak Antalya’da da uygulanması mümkündür.

Bu çalıştay, hepimizin şikayetçi olduğu, yap boz tahtasına dönen ulaşım planının, bir kez daha ele alınıp değiştirilmesi aşamasında olduğumuzu ortaya koydu. Bu değişikliğin de kısa bir sonra bertaraf edilmemesi için kent dinamiklerinin bu sürece müdahil olmaları gerekiyor.

Hiç kuşku yok ki kamusal bir hizmet olarak ele alınması gereken ulaşım hakkının, bu hakkın öznesi olan insanın, insanı öne çıkaran motorsuz araç kullanımlarının, yaya ulaşımının ve bisiklet dolaşımının teşvik edici düzenlemelere ihtiyacı bulunmaktadır.



Buna göre planlanıp denetlenmesi gereken yaşam alanlarımızda, özellikle yoğun yerleşimlerin söz konusu olduğu kent merkezlerinde motorlu araçların kesintisiz akışından, hızından, gürültüsünden, kirliliğinden kurtulmamızı sağlayacak önlemler alınması gerektiği bilimsel verilerle tartışmadan uzak bir konu hale gelmiştir.

Doğal olarak bu düzenlemelerin uygulanabilir olması için de yerleşim alanlarımız arasında erişimi kolay, güvenli, sağlıklı, nitelikli ve bütün bir kenti kapsayıcı toplu ulaşım imkanlarına sahip olmamız gerektiği, kaçınılamaz bir gerçekliğimiz olmuştur.

Bütün bu insan merkezli düzenlemelerin gerçekleşmesi için güçlü bir siyasi iradeye ihtiyacımız bulunduğu da çok açık.

İnsanı doğanın bir parçası olarak gören, canlı cansız birbirlerinin hakkını hukukunu gözeten, korunması gereken değerlerine sahip çıkan, toplumsal olandan yana tutum almayı ilke edinen kentlilik bilinci böyle bir iradeyi ayakta tutacak olan esas güçtür.

O nedenle yaşam alanlarımızda “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” değil, bilimsel gerçeklere dayalı olarak bugünümüzün ve geleceğimizin toplumsal ihtiyaçları doğrultusunda belirlenen planlama ilkelerine uygun, kentsel yaşamın geliştirilmesi için çaba sarf etmek,  hepimizin ortak sorumluluğunu gerektirmektedir.  

6 Şubat 2020 Perşembe

MAZLUMUN AHI YERDE KALMAZ

Elazığ Depremi ve Van Bahçesaray’da yaşanan
çığ kayıplarından sonra S.Gökçen havalimanında
yaşananlar, doğa olaylarında olduğu gibi öngörülebilir kazalarda da tedbirsiz ve hazırlıksız olduğumuzu, idarenin donanım ve organizasyon eksikliği nedeniyle yurttaşların hak etmedikleri mağduriyetler yaşamaya devam ettiğini ortaya koydu…


29 Ocak 2020 Çarşamba

İKTİDAR, DEPREM VE NEFES AL

Siyasi irade,  “deprem, heyelan, sel”  gibi doğa olaylarını
takdiri ilahinin tecellisi olarak ele alıyor. Dahası yerleşimlerin yer seçiminde ve gerekli önlemlerin alınmaması gibi nedenlerle can ve mal kaybına neden olan bu doğa olaylarını birer afet olarak yansıtmak istemesi, özrü kabahatinden büyük söz ve davranışlar olarak fazlasıyla eleştirilmeyi hak ediyor...

22 Ocak 2020 Çarşamba

KONYAALTI SAHİLİ HALKIN OLACAK MI ?

Türel Yönetiminin Alkoçlar Seyahat Turizm ve Otelcilik AŞ
ile Senatalya Turizm Seyahat Acentası iş ortaklığına ihale ettiği
Konyaaltı sahil işletmeciliği sözleşmesi,
Böcek yönetimi tarafından tek taraflı olarak fesih edildi.

15 Ocak 2020 Çarşamba

K.O.P OLDU D.O.P


(K.O.P) Kamu Ortaklık Payı düzenlemelerinin kısaltılmışı.
Muratpaşa Belediyesi Yönetimi, Planlama ve parselasyon
çalışmalarında oluşturulan, kamusal hizmete ve kamusal
yapılaşmaya ayrılmış alanlar hakkında getirmek istediği
düzenleme çeşitli tartışmalara neden oldu.

11 Aralık 2019 Çarşamba

BALBEY HALK BULUŞMASI

Büyükşehir Belediyesi yönetiminin
Balbey Yenileme projesi ile ilgili yaptığı toplantıya Balbey sakinleri yoğun ilgi gösterdi.    

29 Kasım 2019 Cuma

SALDA GÖLÜNDE SONUN BAŞLANGICI MI ?

Yeşilova sakinlerinin Çevre ve Şehircilik
Bakanlığının, Burdur Yeşilova İlçesi, Salda Gölünde  “Millet Bahçesi, Genel alt yapı işleri ve Rekreasyon alanları ile Millet bahçesine ait sosyal donatılar Yapımı” ile ilgili TOKİ aracılığı ile yaptırdığı İHALE işleminin İPTALİ için açılan dava; Isparta İdare Mahkemesinin
yetkisizlik kararı vermesinden sonra  Ankara 16.İdare Mahkemesi 2019/1857 E. 2019/2231 K.sayılı kararı ile RET edildi.

19 Kasım 2019 Salı

DİBE VURMAK

Sit alanı olan 12 bin yıllık tarihi kent Hasankeyf sular altına gömülürken, Gümüşhane Taşköprü yaylasında 12 bin yıllık Dipsiz Göl’ü kurutarak  define arama ruhsatı veren çapsızlık, bu kez suyunun hesapsız kullanımı nedeniyle
kuruma tehdidi altında bırakılan Eğirdir Gölü haberleri ile kendini gösterdi.

17 Kasım 2019 Pazar

“KENT HUKUKU" ve "KENTİ BİRLİKTE YÖNETMEK" ÇALIŞTAY SONUÇ BİLDİRGESİ

Antalya Kent İzleme Platformu ve Antalya Barosu’nun
işbirliği ile 9 Kasım 2019’da Antalya Barosu’nda 
düzenlenen çalıştayın teması
 “Kent Hukuku ve Kenti Birlikte Yönetmek”ti. 
20 Ocak 2019’da aynı işbirliğinin ürünü olan 
“Kent Hakkı Forumu”nda belirlenen temalardan biri olan
 bu başlık farklı uzmanlar ve aktörler tarafından ele alındı.

10 Kasım 2019 Pazar

KENT HUKUKU VE KENTİ BİRLİKTE YÖNETMEK

Sayın Konuklarımız,         
Değerli Katılımcılar ve 
Basın Emekçileri   "kent hukuku ve kenti birlikte yönetmek" konulu çalıştayımıza 
hoş geldiniz.   

Bu yıl başında düzenlediğimiz “kent hakkı” forumunda; katılımcılarının ortak değerlendirmeleri sonucu tespit edilen hak ihlallerini  5 ana başlıkta toplamıştık.  
1-Halk Katılımı, kent Yönetimi ve işleyişi  2- Çevre, Doğa ve Sağlık 3- Kentsel Doku ve Barınma   4- Ulaşım ve Dolaşım 5 – Eşitsizliğe Maruz Kalanlar ve Sosyoekonomik Dezavantajlılar  

Bugün, genel anlamda bütün bu hak ihlallerinin çerçevesini ortaya koymak üzere,  “kent hukuku” üst başlığı altında ilk ana başlığımız olan “halk katılımı, kent yönetimi ve işleyişini” ele almak istedik.

Önümüzdeki süreçte de yine “kent hakkı” kavramı üzerinden güncel gelişmelerle birlikte “sağlıklı çevrede yaşam hakkı”, “ulaşım hakkı”, “barınma hakkı”, “su hakkı” gibi konuları ele almak istiyoruz. Böylece yaşam biçimi ve yönetim anlayışı olarak toplumsal olandan yana, kamusal çıkarları esas alan çalışmalar yaparak kamuoyu ile paylaşmayı hedefliyoruz.  
Zira “Kent Hakkı” kavramıyla ortaya konulan bütün değerlerin hepimiz için yaşamsal öneme sahip olduğunu düşünüyoruz.

Her şeyden önce, doğal, kültürel, tarihsel olarak sahip olduğumuz bütün değerlerimizi korumak, yaşatmak ve
bu doğrultuda toplumsal ihtiyaçlarımızın ayrıcalıksız bir şekilde karşılanmasını istemek, karar süreçlerinde kentte yaşayanların aktif katılımlarının önünü açmak kent hakkının gereğini yerine getirmektir.  

Kentte var olan hakkında söz söylemek, ona ulaşabilmek ve kullanabilmek, aynı zamanda onu değiştirebilme imkanlarıyla birlikte ele alabilmek,  kent hakkının kolektif bir hak olarak değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır.

Bu nedenle farklılıklarımızla kendimizi özgürce ifade etmeyi, dışlanmamayı, doğrudan bilgiye ulaşarak kente ilişkin alınan kararlarda söz sahibi olmayı talep etmekten kaçınamayız.

Şurası da bir gerçek ki yetki ve nüfuz sahibi olanlara bel bağlanmanın her birimizi çaresiz bıraktığını  deneyimlerimizle yaşamaya devam etmekteyiz.

Bu konuda merkezi veya yerel iktidar sahiplerinin, kendilerine özgü  bahanelerine, zaruret hallerine, maksatlı yönlendirmelerine rıza göstermeye devam ettikçe, toplumun çaresizlik halleri sona ermeyecek…  
Daha da vahimi, bu süreç hepimizi telafisi imkansız mağduriyetlere ve ekolojik yıkımların başladığı bir girdaba doğru yol almamıza neden olmaktadır. 

Yaşam alanlarımızda paraya tahvil edilebilecek her şeye yönelik sınır tanımaz saldırganlıklar, tüm canlı türlerine yönelik yaşanan acımasız kıyımlar, gezegenimizi tehdit eder hale gelen küresel iklim krizi ve bunun sorumlusu olan kapital hegemonya, sonunda bu dünyada hepimizi “olmak veya olmamak” sorununun bir parçası haline getirmek üzeredir.  

“…Olmak ya da olmamak…” sorunsalı denildiğinde ilk akla gelen *William Shakespeare’in yaklaşık 400 yıl önce Hamlet eserinde sorguladığı gibi ;
“Düşüncemizin katlanması mı güzel, 
zalim kaderin yumruklarına, oklarına
Yoksa diretip bela denizlerine karşı
Dur, yeter! Demesi mi?” *

Bu soru bütün yakıcılığı ve güncelliği ile hepimizden cevap beklemektedir.  Zira bugün de saray yöntemleri ile toplumun zenginlik kaynaklarına el koyanlar, canlı cansız tüm varlıkları, kendi iktidarları için fütursuzca yok sayıyorlar.

Evet, bütün sesi kısılanların, dışlananların, hakkı, hukuku, emeği gasp edilip yaşam alanları talan edilenlerin,
düşlerinin ve korkularının ötesine geçmelerine,
“….zamanın kırbacına,
Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine,
Sevgisinin kepaze edilmesine,
Kanunların bu kadar yavaş,
Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine,
Kötülere kul olmasına iyi insanların … “ *
kayıtsız şartsız itiraz etmek, kaçınılmaz görünen sonumuza dikkat çekmek, bir araya gelerek dur demek bütün duyarlı çevrelerin ortak sorumluluğu olması gerektiğini düşünüyoruz.  

Bu yolda bizlerle beraber olan, uzak, yakın yerlerden gelen konuklarımıza, katılımcılara sağlayacakları katkılarından dolayı şimdiden çok teşekkür ediyoruz.

Aynı şekilde hak hukuk mücadelesine omuz veren, bu etkinliği birlikte düzenlediğimiz Antalya Barosu’na ve bu çalıştayın gerçekleşmesinde emeği geçen başta Baro emekçileri olmak üzere bütün arkadaşlarıma sonsuz teşekkürlerimle çalıştayımızın başarılı geçmesini  diliyorum.
 






















28 Ekim 2019 Pazartesi

SALDA GÖLÜME DOKUNMA


Küçüklüğümden beri ailem ile birlikte pek çok anımın olduğu, doğa harikası Salda Gölü’nün bu kez yaşatılması ve korunması için düzenlenen bu toplantıda dava avukatı olarak bulunmamın hüzünlü bir yanı olsa da, “Salda Gölüme Dokunma”platformunun   saflarında yer almak, onlarla dayanışma içinde olmak üzere burada bulunmak bana onur veriyor. 
Platformun bu etkinliğinde seçilmiş/halk temsilcileri olarak Burdur Milletvekili ve Yeşilova  Belediye Başkanının da yer almasının ve yöre sakinleri ve duyarlı çevreler ile hep birlikte Salda Gölüne sahip çıkmak üzere çaba sarf etmemizin son derece önemli ve değerli olduğuna inanıyorum. Bu nedenlerle davetiniz için teşekkür ederim. Hepimiz hoş geldik ve hep birlikte hoş bulduk.    

BARIŞI KAZANALIM

Suriye savaşı başlatıldığı yıllarda kadrolu yorumcularımız, 
siyasetin hamaset liderleri, nasıl düşünüp, 
ne kadarını ifade edeceğimizin kararını veren 
yerli ve milli yaşam koçlarımız, 
yanı başımızda yeniden haritalar 
çizilirken seyirci mi kalsaydık diyorlardı.  

-
Bültenimize Katılın