21 Temmuz 2017 Cuma

OHALden Başka Hallere Bakalım

Deprem üzerine depremler yaşıyoruz…


İstanbul kentleşmesinin sular altında kaldığı günlerden sonra, yıldönümünde kurumsallaştırılmak istenen OHAL depremi ve Ege depremi doğa kanunları ile sömürünün/kıyımın kanunlarını bir kez daha karşı karşıya getirdi. Yaşam ile ölüm, varlık ile yokluk, kardeşlik ile düşmanlık arasında gidip gelen ömürlerimizi bir kez daha sorgulamamızı sağladı…
Bu karmaşık duyguların yaşandığı günlerde, sözümüzün, ilişkilerimizin iktidar icazeti ile geçerli veya geçersiz sayılacağı, 15 temmuz anma/kutlamaları ile bir kez daha tescil edildi.
Görüldü ki bu etkinlikler de iktidarın kendisini kayıtsız şartsız kabul ettirmesinin bir aracı olarak kullanılırken, kendi referanslarıyla devleti yeniden örgütlemek istedikleri bir duruş olarak sergilendi…
OHAL ilanının 1. yılının sonunda ortalama bir algıyla denilebilir ki, siyasi irade “kırıcılık” ve “kıyıcılık” ile ayakta kalmanın yollarını döşemek istiyor…
Verilen mesajlar ve uygulamalar çok açık.
İş adamları toplantısında kim nereden bakıyorsa öyle görmeli denildi. Güvencesiz, ucuz, örgütsüz, adeta köle, sürüsüne bereket, üstelik her daim grevsizlik ile mahkum bir emek dünyası yaratmakla övünüldü.
Yargısız infazlarla yürütülen bu hak kırıcılıklarının, doğa ve insan kıyımlarının adı haline gelen OHAL uygulamalarının, yoldan çıkmışlığın/çıkarılmışlığın mecburiyet halleri olarak yansıtılmak istenmesi ise en başından beri hiç inandırıcı olmadı.
Çünkü toplumun birbirinden kopukluğu, nemelazımcılığı, sindirilmişliği, yandaşlığı gibi özellikleri bir yana, gündelik hayatında iç içe olduğu işsizliklere, yoksunluklara, hayat pahalılığına, sürgünlere, dışlanmalara, dayatmalara, yargısız infazlara… daha da vahimi iktidar çevresinin malı götürmelerine, kayrılmalarına, racon kesmelerine, şatafat ve sefahatlarına mecburi katlanmalarının da, zora dayalı olarak sağlanmakta olduğu, herkesçe son derece farkında olunarak yaşanmakta…
Son günlerde yaşanan, hak ihlallerini takip eden ve bu ihlalleri kamuoyu ile paylaşmaktan başka işlevleri ve çalışmaları olmayan insan hakları savunucularının tutuklanması sınır ötesini aşarak dış dünya tarafından da fark edildi…
Ama bütün bu olup bitenler arasında muhalefeti sıkıştırmak hevesiyle fotomontaj fotoğraf servisi yapmaktan çekinmeyen bir hukuk profesörünün bakan olamama serzenişleri de görüldü…
TBMM 15 temmuz darbe girişimi araştırma komisyonu başkanının “yavuz hukukçu ev sahibini bastırır” hamlesi ile siyasi partilerin ortaklaşa hazırladığı rapora son dakikada tek taraflı eklemeler yapıldığının ortaya çıkması ile manipülasyonsuz işlerin yürümediği daha iyi anlaşıldı…
Hukuksal düzenlemelerin anlamını yitirdiği, hukuk uygulayıcılarının da “odun kırıcının hınk deyicisi” durumuna getirilmek istendiği bir atmosferde yaşamaya zorlandığımızı, görmek isteyenler görebiliyorlar…
Denilebilir ki OHAL'li 1 yılın sonunda, toplum karşılaştığı “depremlerle” kanayan yaralarının hangisine, nasıl derman bulacağının arayışı içinde…
Örneğin bu sürecin mağdurlarından, açlık grevleriyle “yara olduk kanar olduk” diyen Nuriye ve Semih için acilen adım atılması gerekmektedir. Kim ne derse desin karşılaştıkları haksızlığın giderilmesi ve işe iade edilmeleri talebiyle yaşamlarını ortaya koyarak başlattıkları açlık grevleri 135. güne ulaşırken bütün bir toplumda açtıkları mahcubiyet yarasına merhem olunabilir ve işlerine iade edilerek yaşama döndürülebilirler...
Yara acısı canın hissedildiği yerdir...
Mahcubiyet yarası ise duyguların kaybedilmediğini, hayatta olduğunu, itiraz edebileceğini, hakkını arayabileceğini gösterir...
Zamanın işleyişini insanileştirmek için herhangi bir engelimiz yok…

12 Temmuz 2017 Çarşamba

İlle De Adalet

İyi kötü adalet duygularımız vardı. 


Yakın zamanlara kadar “Ankara’da yargıçlar var” “Berlin’de yargıçlar var” gibi özdeyişleri destekleyen pratiklerimiz de olabiliyordu… Çok sayıda olmasa da haklıyı, mağduru ayırt eden, iktidar ile ters düşmeyi göze alabilen, sahipsiz, güçsüz bırakılanların lehine cesaretle kararlar verebilen yargıçlardan söz edilebiliyordu…

Ama mızrak çuvala sığmayacak kadar ayan beyan, hemen herkese dokunacak kadar yaygın ve hiç kimsenin hak etmediği kadar delilsiz, kendinden menkul keyfi uygulamalar, suçlamalar, yargılamalar ve cezalandırmalar ile adalete olan güvenin sıfırı tüketeceği de çoktan belli olmuştu. 

Bu durumu bek’a sorununa bağlayan, yurttaşlık haklarında ayrımcılık yapan, iktidarlarını bu yolla sürdürmek isteyenlerin ürettiği adaletsizlik devam ettiği sürece hiç birimiz güvende olamayacağız.

O nedenle farklı eleştiriler yöneltilse de  adalet yürüyüşü ve Maltepe mitingi ile bu kötü gidişin farkına varıldığı, bunun için herkesin kendi farklılıklarıyla bir araya gelerek sokağa çıkıldığı mesajları önemliydi.
Uzun süredir beklenen geniş tabanlı bu karşı duruşun gerçekleşebilirliği bu buluşma ile sağlanmış oldu…  

Abartılı yorumlar kadar, önemsizleştirici yaklaşımlar arasında gidip gelen taraftarlık duygularını bir tarafa bırakırsak, görünen o ki varlığımız, sözümüz, ilişkilerimiz kuralsızlık, biat ettirme, haddini bildirme halleriyle vücut bulmasın diyenlerin hayatın her alanında, dayanışma içinde, yürüyüşlerine devam etmekten başka seçenekleri görünmüyor…
Bu nedenle…
Eşitsiz yaşam koşulları uğruna yürütülen iktidar oyunlarının bağımlılık ilişkilerine kapılmayanlar,
herhangi bir egemenlik alanına yaslanmadan yaşamak isteyenler,
kimliğinden, kökeninden, cinsiyetinden, dilinden, düşüncesinden, yaşam biçiminden, inancından dolayı kendisine müdahale edilmesini istemeyenler,
yaşam alanlarında, okulunda, mahallesinde, iş yerinde söz, yetki, karar sahibi olmak isteyenler... 
alın teriyle, onuruyla, insanca yaşamak için  “adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun” demekten vazgeçmeyeceklerdir.      

3 Temmuz 2017 Pazartesi

Antalya Kentsel Dönüşüm Planı Kenti Pazarlama Planıdır…

Antalya Büyükşehir Belediyesi (ABB) “Antalya Merkez 5 İlçe Kentsel Dönüşüm

Master Planını” sessiz sedasız yürüttüğü temasları sonucunda meclis onayına sunmaya hazırlanıyor…

Öncelikle belirtelim ki ABB' nin yeni bir oldu bittisi ve hukuk tanımazlık örneği ile karşı karşıyayız... 

HUKUKSUZ KAMU FAALİYETİ OLMAZ

ABB Afet Koordinasyon Merkezi (AFKOM) Çalışma Usul ve Esasları hakkındaki yönetmeliği ve dayanağı yasal düzenlemeler (*1) göz önüne alındığında getirilmek istenen uygulamanın hukuki dayanağı bulunmamaktadır... 

HUKUK TANIMAZLIĞIN SINIRI YOK 
Zira kentsel dönüşüm alanı yada projesi yapılması için elde edilmesi gereken ana (master) plan ile ilgili mevzuat son derece açık. Bu düzenlemelere göre AFET RİSKİ YÖNETİMİ ANA PLANI elde edilmeden yapılan çalışmalar hiçbir hukuki alt yapıya oturtulamayacağı gibi, içerikten ve esas amacından yoksun olacaktır. Böylesi bir  master planının hedefinin kentin afet riskinin çözümü mevzuatı ile ilgi kurulması hukuken mümkün değil.  

AFET RİSKİ YÖNETİMİ ANA PLANI aynı zamanda NAZIM İMAR PLANININ altlığı ve önemli bir belirleyicisi niteliğindedir. Tıpkı ULAŞIM ANA PLANI gibi...

O nedenle NAZIM İMAR PLANINI yok sayan  Kentsel Dönüşüm Ana Planının hukuki geçerliliğinin olabileceğini tartışmak bile zuldur.

Şayet 6306 sayılı yasadan (AFET RİSKİ ALTINDAKİ ALANLARIN DÖNÜŞTÜRÜLMESİ HAKKINDA KANUN) yola çıkılarak hareket edildiği ileri sürülmekteyse uygulama alanı olarak seçilen bölgenin veya tekil yapıların riskli olduklarının mutlaka kanıtlanması gerekmektedir. 

Örneğin konu ile ilgili akademik bir görüşe (*2) göre “…uygulamaya esas ölçekte olabilecek bir çalışma, yani bir yapının veya bölgenin harita koordinatına ait, gerçekleşecek deprem ivmesi, bu deprem ivmesinin zemin etkileri ile ne kadar büyütmeye uğrayacağı gibi bilgiler henüz mevcut olmadığı, bu haliyle tekil yapıların ise dayanım olarak ne durumda olduğunu belirlemenin daha da zor olduğu  ifade edilmekte, Master planında gösterilen  "kötü-orta-iyi" tanımlamalarının mühendislik çalışmalarına dayalı olmaması nedenleriyle planlamanın başlangıcından itibaren önemli belirsizlikler içerdiği…”  düşünülmektedir.

Bu durum da ortaya koymaktadır ki yasada tanımlanan Afet tehlikesi ve risklerinin (Kuraklık, sel-taşkın, heyelan, kaya düşmesi, çığ düşmeleri, volkan patlaması, rüzgar, deprem, kasırga-hortum, tsunami vd gibi)  makro ve mikro ölçekte yeniden belirlenmesi ve tehlike haritaları çalışmalarına katılma ve bu haritalar tamamlanmadan gözleme dayalı olarak kentsel dönüşüm planı hazırlanması en hafif deyimi ile hukuksuzluk, keyfilik ve görevini kötüye kullanma halleridir. 

KAMUSAL HAKLARIMIZ TOPTANCI BİR SALDIRI ALTINDA

Unutmayalım, “…kükremiş sel gibiyim, bendime sığmaz taşarım..” diyen azgın bir saldırganlık zamanlarındayız.

Paraya tahvil edilebilecek her alana fütursuzca el atan ve hükümranlık kurmak isteyen, kamu/özel ayrımı yapmadan parayla satın alınmayacak hiçbir değer bırakmamaya kararlı, daha neleri yutması gerektiğini kendisinin bile kestiremediği, doymak bilmeyen, iflah olmaya yanaşmayan, insafsız bir sermaye düzenine varlıklarını emanet etmişlerin kuralsızlıkları hepimizi yakından ilgilendiriyor…

Tek tek ele aldığınız hemen her projesinde, her uygulamasında gördüğümüz gibi toplumsal ihtiyaçları, dışlanmışlıkları ve yoksunlukları dert etmeyen bu istilacı anlayış bu kez kentsel dönüşüm master planıyla ortaya koyduğu gibi tam bir toptancı yaklaşımla hemen hemen bütün bir kenti ya rızasıyla, ya da meşruiyeti olmayan, kural tanımayan bu planla, zora dayalı olarak sermaye dünyasına - inşaat firmalarına teslim etmeye hazırlanıyor.

Antalya’da Türel Yönetimi ile simgeleşen bu yaklaşım tarzı belli ki planlama ilkeleriyle, insani değerlerle, mühendislik çalışmalarıyla zaman harcamayı gerekli görmüyor… Tıpkı kentin en mevki yerlerine dikilen billboardlarda teşhir ettikleri projeleri gibi, maketler, resimler, çekimler, cafcaflı sözler üzerinden kenti yönetmeyi yeterli görüyorlar…

SABIKA KAYITLARI ÇOK KABARIK 

Oysa, bilenler biliyor. Yakın bir geçmişe kadar şişirdikçe şişirilen, Kanal İstanbul kadar değer biçilen majestelerinin “Boğaçayı projesi” duvara toslamıştı. Konu doğal yapının, Konyaaltı sahillerinin korunmasının, mühendislik bilgilerinin karşılaştırılmasına geldiğinde ve Boğaçayı’ nın özgün koşullarında dere yatağına liman yapılamayacağı gerçeği ile yüzleştiklerinde, bu hayallerinden söz edemez hale gelmişlerdi.

Aynı şekilde yarışma sonucu elde edilen ve renk cümbüşü halinde tanıtılan Konyaaltı sahil projesini de yarışma adaplarına inat, tanınmaz hale getirmekle kalmayıp, meslek odalarını, bilimselliği, kamusal alan kullanımı ilkelerini resmen ayaklar altına almışlardı. Dahası halkın sahillerden serbestçe yararlanma haklarının lokanta köşelerinde pazarlandığı iddia edilen fotoğraf karelerinde görünmüşlerdi.

Kısa bir süre önce Şarampol projesindeki yeter ki para getirsin uğruna parkı betonlaştırma girişimi fark edildiğinde ortaya çıkan kararlı muhalefete karşı, kesinleşen meclis kararı falan demeden, def-i bela kabilinden uygulanan referandum sonucunda yeşil alana yönelik tecavüzcülükten geri adım atmak durumunda kalmaları da bu yönetici/tüccarların yüzlerini kızartmamıştı…

Gerçi böylesi örnekler aynı zamanda “ye kürküm ye düzeninin” yöneticisi olarak rol kapmanın kaçınılmaz sonuçları… Tıpkı Kepez Santral Mahallesi kentsel dönüşüm projesinde olduğu gibi öncelikle müteahhit firmaya avantaj sağlamak, işlevini yitirmemiş kent otogarını, spor sahalarını satışa çıkarmak, kullanımı yetersiz güzergahlara ray döşemek, daha olmadı denizi ve sahilleri pazarlamak gibi…

Şimdi de yine kentsel dönüşüm adı altında bütün bir kentin pazarlanmasına garantörlük yapmak istiyorlar.  

PİYASACI YÖNETİMİN İSTEDİĞİ.... 

Aksu, Döşemealtı, Kepez, Konyaaltı ve Muratpaşa ilçelerini içine aldığı belirtilen bu çalışmaya en kapsamlı eleştiri Antalya Kent Konseyi İmar ve Planlama Çalışma grubundan geldi. (*3)

Bu raporda dile getirilen eleştirilerden de  anladığımız odur ki Büyükşehir yönetimi gemi azıya almış durumda. 

Bu öyle bir azma durumu ki kentsel dönüşüm master planı ile toplum halinde birlikte yaşama koşulları, doğa ve mekan kullanımı, sosyal ilişkiler, ortak alanlar kavramı, kamusal değerler, barınma hakkı, yerleşim ile ilgili hemen her şey pazarda alınıp satılan soyut bir parsel veya bina işlemine indirgenmek isteniyor...

ANTALYA'YI İSTİLA HEVESİ
Gerçek şu ki küreselleşme, yabancılaştırma, özelleştirme, ticarileştirme, yerelleştirme derken getirildiğimiz yer, ele geçirilen kamusal otorite aracılığı ile kamusal değerlere kendilerinden menkul kriterlere göre el koymak ve yaşam alanlarımızı istila etmek niyetlerini ortaya koymaktan ibarettir.

İyileştirme, güzelleştirme, geliştirme, risklerden koruma adı altında ne planlama, ne zemin, ne de ulaşım konularında kayda değer hiçbir etüt ve analiz olmadan ; 
Kentin geçmişten bugüne taşıdığı ve geleceğine ilişkin hiçbir saptama, tartışma ve öngörü geliştirmeden ; . 

hukuksal düzenlemeleri kaale almadan, kent sakinlerinin, ilçe belediyelerinin görüşlerine bile başvurmadan istila kavramına uygun düşecek tarzda yürütüyorlar operasyonlarını…

Bu yolla masa başında hazırlanan krokilerle büyük ölçekli, büyük hacimli  sermaye aktarımlarına, sermayenin bu yolla kendisini yeniden üretmesine zemin hazırlamak adına hareket eden ABB Türel yönetimi hazırladığı Antalya Merkez 5 İlçe Kentsel Dönüşüm Master Planını meclisten geçirmek niyetinde…

İSTİLA HAREKATININ GARANTÖRÜ TÜREL YÖNETİMİ
Hiç tereddütsüz belirtmeliyiz ki bu bir istila planıdır. Bu plana göre belirleyecekleri pilot bölgelerde ABB  tarafından organizasyon ofisleri kurulacak. Müteahhitlerce yürütülen anlaşma süreçleri Büyükşehir Belediyesi garantörlüğünde yapılacak. Anlaşması tamamlanan etapların, bölge kentsel tasarımına uygun şekilde uygulama imar planlarının onaylanması ile proje, ruhsat ve inşaat süreçlerine geçilecek.

Bu süreç, 47 adet kentsel dönüşüm alanı içinde 818 kentsel dönüşüm etabı olacağı ilan edilen master plan ile aynı zamanda nazım imar planına 818 yama getirilmek istendiği anlamına gelmektedir.

Yakın bir gelecekte nasıl (yamalı bohçaya dönüştürülmüş) bir kente yaşayacağınız konusunda bugünden herhangi bir öngörüye sahip olmak mümkün görünmüyor. 
818 etapta yer alan kat maliki veya arsa sahibi sayısı kadar pazarlıklar, oldu-bittiler, dayatmalar, parası olmayanı yerinden yurdundan etmeler, kazananlar/kaybedenler, haksız yere riske sokulanlar, sağlam çürük hep birlikte müteahhide teslim edilenler, el çabukluğu ile işi götürenler, çıkmalar, uzatmalar, görmezden gelinenler, kayırılanlar, dışlananlar, alışlar/verişler, ticaretin her türlüsü, pazarlamaların bin bir çeşidi Türel Yönetiminin garantörlüğünde yürütülecek.

TEK HEDEF, TEK DÜŞÜNCE, TEK İLİŞKİ, TEK İŞ...
EGEMEN İÇİN ALIŞ VERİŞ

Yeni emlak vergi düzenlemelerinin ve kentsel dönüşüm uygulamalarının sonuçları alınmaya başladıkça kent yoksulları, dar gelirliler, emeği ile geçinenler yeniden inşa edilecek kentin bu yeni, göz alıcı, alabildiğine "ticari" ve “steril” yaşam alanlarından sürgün politikalarının kurbanları olacaklar…

Egemenlik alanlarının korunması, genişletilmesi ve her daim kendisini yeniden üretmesinin yolu olarak yaslanmak istenen toplumsal taban, bugünlerdeki Türk/İslam söylemlerinin dar gelirli, emeği ile geçinenleri de bütün bu sürgün politikaların öznesi olmaktan kurtulamayacaklar…

Çünkü bu istila harekatının hedefi, düşüncesi, ilişkileri ve bütün işleri güçleri kentlinin bulunduğu yerde yeniden yerleşimleri için kentsel dönüşüm değildir. Bütün uğraşları, mekanın, kentin soylulaştırılmasına hizmet etmektir. Her şeyin en lüksü, en kalitelisi, en pahalısı, en gösterişlisi gibi “en” leri satın alabileceklerin kentlerini oluşturmaktır bütün niyetleri…  

BÜTÜN YERLEŞİMLER ÖNCELİKLE KAMUYA AİTTİR... 

Neo liberal politikalar her yerde aynı… “Kendi kendine gelin güvey olmak” deyişi tam da bu anlayışa uygun düşmekte… bütün bir toplumun ihtiyaçları, çıkarları gözetilerek, kamusal fayda esasına göre hayata geçirilmesi ve düzenlenmesi gereken yaşam alanlarımız, sadece sermaye hareketinin kendisi için, onun ihtiyaçları ve niyetleri için tasarlanıp uygulamaya konulmak isteniyor... 

KAMUSAL HAKLARIMIZDAN VAZGEÇMEYELİM

Bu uğurda teslim alınmak ile oportünizm arasında gidip gelen, bağımlılık ilişkilerinden kopamayan çevreler ve uzmanlık alanları ne yazık ki hoyratça kullanılmaya, değersizleştirilmeye ve aşağılanmaya devam ediliyor.

Nasıl ki iş güvencelerimiz yok, bütün insani değerlerimiz, haklarımız tehdit altındaysa…

Toplumun büyük bir kısmı ya sürgün ya da sürgün edilmeyi bekliyorsa…

Yaşam alanlarımız da aynı şekilde yandaşların zenginleştirilmesi, sermaye aktarımı uğruna hukuksal düzenlemelere, kamu yararına ve bilimselliğe aykırı olarak sınır tanımaz bir keyfiyete dayalı saldırganlıkla, afet riski bahanesiyle yeniden düzenlenmek istenmektedir...

AYRIŞMANIN, KORKUNUN ECELE FAYDASI YOK...

Ellerimizde kalan yalnızca kendi aramızdaki anlamsız ve gereksiz çekişmelerimiz ve daha da beterinden korunma güdülerimizle tetiklenen korkularımızdır.
Çaresi yok, korkularımızı yenmek zorundayız…

Kimliğine, diline, inancına, cinsiyetine göre ayrıştırıldıkça,yoksullukla, işsizlikle, keyfiliklerle, sopayla, biat söylemleriyle terbiye edilmeyi kabullendikçe, sürgünlerden sürgün, ölümlerden ölüm beğenelim…

Çünkü bütün bu kabul edilemez yol ve yöntemlerle dönüştürülmek istenen kentler,  artık yalnızca parası olanların, vicdanlarını teslim edenlerin, iktidar sözüyle hareket etmeyi kabullenenlerin, egemenlik alanlarından beslenenlerin, kazançları uğruna ve insan kıyımlarına, yağmalara, talanlara sessiz kalanların kentleri olacak…  

Çaresi yok, kendini iyi hissetmeyen, horlanan, dışlanan, mağdur edilen herkes, bir diğerini ötekileştirmeden bir araya gelmelidir…

Yaşam alanlarına geleceğine sahip çıkmalıdır.

Yaşanan kötülükler bekleyerek son bulmuyor…03.07.2017

Dipnotlar;
*1
5216 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7. maddesinin u ve z bendi ile 5393 Sayılı Belediye Kanununun 53. Maddesi, 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun, 6360 sayılı On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun. 
*2
Doç.Dr. Nihat Dipova, Akdeniz Üniversitesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü
*3
İmar Planlama Çalışma Grubunun eleştirilerine başlık olarak değinmek gerekirse ;  
* planlamaya katılım süreci ve yöntemi sağlıklı değil. Adeta bir formalitenin yerine getirilmesi izlenimi veriyor.
* Kentsel dönüşüm master planı, kentin bütününün planlandığı nazım imar planı hedefleri kapsamında ele alınmamıştır.  
* Kentsel dönüşüm master palanının üst ölçekli plan kararları ile ilişkisi kurulmalı, yoğunluk ve emsal artırımı planlama kararlarına aykırı olmamalıdır.  
* ulaşım ana planı kararları ve kentsel dönüşüm master planı kararları bir arada düşünülmesi ve nazım imar planına aktarılmalıdır.
* kentsel dönüşüm için öncelikle temel ilke ve stratejilerinin belirlenmesi gerekir.
* plan gerekçelerinin belirlenen ilke ve stratejilere uygun olması gerekir.
* kentsel dönüşüm master planında zemin yapısına ilişkin bilgi bulunmamaktadır.  
* Mevcut yapıların depreme karşı dayanımının belirlenmesinde sadece gözlemsel yöntemlerin yeterli olmaz, bilimsel ve teknik yöntemlerden yararlanılmalıdır.
* afet riski bulunan alanların da tespiti yapılması gerekir.  
* sosyal yapıya ilişkin analizler bulunmamaktadır.
* Etüt yapılmadan her alan kentsel dönüşüm alanı olarak belirlenmemelidir.
* Uygulanabilir plan kararları alınmalıdır.
* kentsel dönüşüm- kentsel tasarım-planlama ilişkisinin iyi kurulmalıdır.
* alt yapı çalışmaları da bu süreçte planlanmalıdır.
*dönüşüm alanların yeniden yapılanmasında sosyal ve teknik altyapı standartları sağlanmalıdır.
* kat sayısı kriterleri kent siluetiyle birlikte değerlendirilmelidir.
* yerelin özelliklerini yansıtacak kent kimliğini yaşatacak, iklimsel koşulları gözeten sürdürülebilir projelere önem verilmelidir
-
Bültenimize Katılın