25 Nisan 2021 Pazar

AKIL FİKİR İZAN

Hatırlanacaktır, HSK Başkan vekili 2018 adli yıl açılışı öncesi “kıyamet gününü düşünerek karar verin” çağrısında bulunmuştu. Savcı ve Yargıçlar bakımından “mesleki kıyamet pratikleri” o kadar çok kamuoyuna yansıdı ki, otoriteyi düşünmeden, hak hukuk adalet üzerine, bağımsız tarafsız adım atılmasının mümkün olmadığı inancı çoktan pekişmiş durumda.


Millet iradesinin tecelli ettiği söylenen çatının altında da diyalog, tartışma, öneri ve ortak akıl oluşturma gibi farklılıkları yansıtacak bir ortam olmadığı hepimizin malumu. Otorite ister, ona amade çoğunluk parmak kaldırır. Aksilik mi oldu ? yapılan geçerli oylama bile, bir bahane ile iptal edilir, gereği yerine getirilir. Farklı bir bakış açısı mı var, varlığı yok sayılır, Milletin Meclisi de bu haldedir. 


Kanun yolları, itiraz hakları ise kağıt üzerinde kalmıştır. Bilindiği gibi mahkeme kararlarının, uluslararası sözleşmelerin kaale alınmadığı bugünlere gelişin açıklaması “Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçti”  olmuştu. Bu laf 16 nisan 2017 referandumu gecesinde sarf edilmişti. Yine aynı konuşmada, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte yargı, yasama ve yürütme erkleri arasındaki ilişkiler birbirlerinden tamamen ayrıldığı ama artık bu erklerin hepsinin aynı ortak hedefe hizmet edeceklerini rabia işareti ile gösterilmişti.    
 

Bu kapital düzeni, artık nasıl ifade edilirse edilsin hukuku ve maddi gerçekliklerimizi taşıyamaz hale geldi. “Haklar ve Hukuk” devrede olunca çarklarını döndüremiyor. Kendini yeniden üretemiyor. Çünkü sistem toplumsal ihtiyaçlar üzerinden değil, siyasal İslam’ın ve sermaye çevrelerinin ihtiyaçlarına göre, onlara sağlanacak kolaylıklar üzerine kurulu. Dinsel ritüeller eşliğinde “patronlar” daha çok kazanmalı, statüleri daha korunaklı olmalı ki toplum da onlardan nasiplensin isteniyor.   
 

Emperyalizmin gölgesinden yararlanarak bir o dalgadan bir bu dalgaya sörf yapma sevdalısı olan bu egemen anlayış, dalgalar arasında şamar oğlanı muamelesi görmesinin, ağır bedeller ödemesinin kötü sonuçlarını her seferinde peşinden sürüklemek istediği topluma ödetmekten de kaçınmıyor. 


Son birkaç günün yaşananları bile bu durumu doğruluyor. Merkez Bankası rezervleri hakkında yapılan açıklamalar da gösterdi ki, güya istikrar için piyasada iç edilen dövizlerle zengin daha zengin, yoksul daha da yoksullaştı. Ama bir türlü istikrara kavuşamadık. 


Belediyelerinin insan kaçakçılığı yapar hale gelmesi, menfaat temini adına kamu otoritesinin nasıl kötüye kullanıldığı;  Ticaret bakanının, eşinin şirketinden bakanlığına dezenfektan alırken ne ticaret adabı ne de mevzuat yasağını umursamadığı, rekor düzeyde dolandırıcılık yapan kripto şirket sahibinin 400.000 insandan milyarları çarpıp kaçarken hangi mevzuata göre, hangi denetim ve kayıt altında bu faaliyete izin verildiğini dahi açıklayamayan, siyasette, ekonomide, sosyal hayatta kendi anlayışı dışındakilere düşman hukuku uygulayan ve bu nedenle uluslararası ilişkilerde de itibarsızlığın simgesi haline gelmiş bir siyasi iradenin toplumu temsil ve yönetme özelliği kalmamış demektir.

 

Tarihten gelen ve bugün içinde bulunduğumuz bütün sorunlarımızı bu topraklarda yaşayanlar, hep birlikte çözmek durumunda olduğu çok açık. Emperyalist ülkelerin Anadolu topraklarında yaşananlar üzerinden hangi sorunu hangi ifadelerle ele almasına göre değil, kendi içimizde tartışabilecek, farklı bakış açılarıyla, hiç kimsenin  lince maruz bırakmayacak kadar demokratik bir ortamı sağlamak zorundayız. Ve kuşku duyulmamalıdır ki bu toplum, yaşanmış ve yaşanmakta olan bütün olumsuzlukların sorumlularını ayırt edebilecek kadar akıl fikir izan sahibidir. 

Ülkemizin en temel gündem maddesi, toplumun muhalif kesimlerini temsil eden bütün çevrelerin kendi aralarında ayrışmaya mahal vermeden, saraya, saltanata, tek adam rejimine karşı çoğulcu, eşitlikçi, barıştan yana, demokratik temsiliyete dayalı bir parlamentonun işlevselleştirilmesi için bir araya gelmeleri konusunda akıl, fikir, izan yoksunluğuna uğramamalarıdır…
 

15 Nisan 2021 Perşembe

ADALET TURNİKESİ

3 kadın meslektaşımız, Antalya Adliyesinde hikmetinden sual olunmaz bir otoriter anlayışın, itiraz edilmesini istemediği, gündeme geldiğinde ise her türlü bahaneyle çözmekten kaçındığı, adeta avukatlara haddini bildiren bir uygulamayı bir kez daha gündeme taşıdılar. 

Elbette meslektaşlarımızın 3’ünün de kadın olması tesadüfi olmasa gerek. 

İstanbul sözleşmesine atılan imzanın geri çekildiği, kadın cinayetlerinin daha da hız kazandığı, mesleki veya gündelik yaşamın her alanında cinsiyetçi saldırılara muhatap olmaları ve tabii ki hak mücadelesi veren bir pratiğin içinde olmaları neden olarak gösterilebilir. 

Ama sadece kadın avukat olarak değil, sahip olduğumuz bütün insani değerlerimizin, muktedirin iki dudağı arasından çıkan seslere veya bir yüz ifadesine terk etmemizin istendiği günlerden geçerken onlara destek vermek, sahip çıkmak öncelikle bütün avukatlara ve hak hukuk duyarlılığı taşıyan bütün çevrelere düşüyor.  


Zira hak hukuk, dolayısıyla avukatlık, yalnızca görüntü oluşturmaktan ibaret kalsın, lazım olursa kendisine, olmazsa ele güne karşı kağıt üzerinde dursun diyen bir iktidar anlayışı giderek kurumsallaştırılıyor. 

Şikayet mercilerinin de bu anlayışın izdüşümü yaklaşımları sergilemekte sakınca görmemeleri artık meseleye ilk basamaktan, kapı girişinden itibaren ele almak zorunluluğu doğuruyor. 


3 kadın meslektaşımızın adalet arayışının vücut bulduğu Antalya Adliyesinin giriş kapılarında yaşanan hukuksuzluklara dikkat çekmeleri bu nedenle çok anlamlı.


Adliye deyip geçmemek lazım. Yurttaş Kapıları malum, balık istifi halindedir, askeri kışla disiplini altında konuşlandırılması tercih sebebidir. Yol yordam bilenler hariç, girerken de çıkarken de, hatta tam da olması gereken yerde bile bildiklerini unutturan, kendilerini ifade etmesine imkan tanınmayan bir ortam onlara layık görülmektedir.  


Adliyenin ev sahiplerine ise kapı girişleri farklıdır. Savcılar, Hakimler, Avukatlar, Personeller, Stajyerler… Bunların hepsi yol yordam bildikleri varsayılır ve adaletin dağıtılmasında rol almaktadırlar. 

Yasalarında ve görev tanımlarında tarif edilmiştir, hangi durumlarda onlara nasıl davranılacağı hakkında herkes için bağlayıcı düzenlemeler bulunmaktadır. Yurttaşla kaynaştırılmamasının sayısız faydası olduğu söylenir. Hatta bu kaynaştırma konusunda kantarın topuzu öyle kaçırılır ki, ev sahibi olarak görülenler arasında da astlık üstlük ilişkisi yaratılmaya kalkılır. 


Kimsenin seçici veya kendi tercihinin söz konusu olmadığı, yani özel olmayan bütün girişlerde öngörülen düzenlemelerin ana fikri kamusal amaçlarla, kamusal bir hizmetin, kamusal düzenin ve kontrolünün sağlanmasıdır.


Onun için turnikeler, X ray cihazları, kayıt cihazları vardır. Düzenli bir giriş çıkış, kimlik kontrolü, üst baş ve çanta araması yapılır. Elbette güvenlik ve huzur ortamı gereklidir. Onun için buradan geçen herkesin giriş çıkış saati de kayda alınır. 


Yurttaş girişinde genellik ve eşitlik sağlanmış durumdadır. Ama ne yazık ki adalet sağlayıcıları arasında, astlık üstlük yaratılarak sürdürülmek istenen uygulama avukatlar için katlanılamaz bir boyuttadır. 

Hiç kimsenin 5000 avukat saptaması haklı görülmemelidir. Bu sayıdan hiç de az olmayan resmi kadrolar her gün adliyeye elini koluna sallaya salaya girip çıkmaktadır. Kaldı ki söz konusu olan önleyici bir uygulama olmadığı da son derece aşikardır. Aynı kapıdan birbirlerine nispet edercesine yapılan geçişlerle eşitsizlikler her gün yüzlerce kez perçinlenmekte ve yasalar göz göre göre çiğnenmektedir. 

3 kadın meslektaşımızın işaret ettiği konu yasal düzenlemeye aykırılık ve ayrımcı uygulamalardır.   

Bunun iki haklı da nedeni bulunmaktadır. 


1 – Yasa gereği Avukatın üstünün aranması istisnai koşullar hariç yasaktır. Adaletin sağlanması amacıyla, yargının vazgeçilemez bir unsuru olarak Adliyeye geldiği sırada avukatın çantası aranamaz. 

2- Savcılık bu amaca hizmet etmek üzere Adliyeye gelen Avukatlara sırf giriş yapmalarından dolayı bu durumu Ağır Cezalık bir suç konusu gibi değerlendirip herhangi bir avukatın çantasını arama emri veremez. Böyle bir emrin hukuki dayanağı yoktur. 


Savcılık hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket edildi diye idari para cezası düzenlemiştir.  Oysa ne hukuka uygun bir emir, ne bu emre bir muhatap, ne de bu muhatabı bağlayıcı bir yasal düzenleme ortadan yokken, böyle bir idari ceza kesilmesi Osmaniye’deki doktora yapılan muameleden farklı olmamıştır.  


 


11 Nisan 2021 Pazar

SESSİZ KALMAMAK

Cumhuriyet döneminin ilk parklarından olan Karaalioğlu Parkı Kent tarihinde çok önemli bir yere sahip.

 

Şu sıralarda eski Büyükşehir binası olarak kullanılan tarihi halk evi binası ile birlikte oluşturulmak istenen kent müzesi ve eski stadyumu içine alan Kent Yaşam Parkı Projeleri ile sağlanmak istenen bütünlük, bu alanı daha da canlandıracak. 

 

Sahip olduğu konumu, mimari ve peyzaj özellikleri, seyir ufku bakımından eşsiz güzellikleri ile bir açık hava müzesinden farksız olan Karaalioğlu parkı kentin korunması gereken simgesel bir değeri.
 

Bu tarihi alan geçtiğimiz günlerde korsanvari bir hamleye sahne oldu. Parkın seyir terası olarak kullanılan, körfeze, kent merkezine, Konyaaltı Sahillerine ve Bey Dağlarına açılan yüzü tel örgülerle çevrildi. Miradorda açılan delikler, çakılan demirler, yapılan kaynaklarla bu alanı tavuk kümesi haline getirmenin  hangi amaca hizmet edeceği anlaşılamadı. 

Bu durum önceden duyurulan bir gelişme de değildi. Yalnızca Hıdırlık Kulesinin restorasyonu nedeniyle müteahhit firmanın bu duruma neden olduğu iddiaları vardı.

 

Duyarlı yurttaşların kısa süre içinde yaygınlaşan tepki ve eleştiri sağanağı sonucunda tel örgüler kaldırılmış olması olumlu bir gelişmeydi. Ancak Karaalioğlu Parkının ve Hıdırlık Kulesinin kullanımı ve bakımından sorumlu olan Antalya Büyükşehir Belediyesi, söz konusu tel örgü densizliğinin, restorasyondan mı yoksa kısa bir süre önce bekletme kararı aldığı falezlerin aydınlatılmasından mı kaynaklandığı, maddi zarara neden olanlar hakkında ne gibi işlem yapıldığını kamuoyuna açıklamalıdır.  
 

****


Duyarlı Finike sakinleri, katılımcılığın, diyaloğun rafa kaldırıldığı, eleştiri ve uyarıların duymazlıktan gelindiği, kamusal çıkarlara gereken değerin verilmediği bu günlerde Belediye Meclis üyelerinin tamamının insani ve toplumsal değerlerini uyarmayı  başardı.   


Piyasacı yaklaşımların, çıkar ilişkilerinin, oldu bitticiliğin hepimizi kuşattığı, birbirimizden ayrıştırılarak yaşamaya zorlandığımız bu koşullarda, “Çiftçi Adem’in Ağaçları”nı konuşturarak toplanan binlerce imzanın bu başarıda önemli bir katkısı olmalı.   

 

“Çiftçi Adem’in Ağaçları”, “Ey İnsanoğlu” diye seslenmişler ; "
Narenciyeyiz, C Vitaminiyiz, en güzel reçeli, esansı, kolonyayı yaparız, daha fazla karbondioksit çeker oksijen salarız, daha fazla bulut çeker yağmur veririz, iklimi dengeleriz. Lezzetimize doyum olmaz, bu özelliklerimizle yalnızca burada yetişiriz. Dünyaca meşhuruz, biz Finike Portakalıyız. 23 bin kardeşimizi kesmeyin. Yol güzergahınızı değiştirin soyumuzu kurutmayın, tersine iklim krizine karşı bizi çoğaltın, anlayın, biz siziz.” sözleriyle yaşam alanlarına sahip çıkmanın güzel bir örneğini vermişler.  


Finike Belediyesi henüz askı sürecinde iken binlerce itirazla karşılaştığı çevre yolu ile ilgili bu imar planını oy birliği ile uygulamama, değişikliğe gitme kararı verdi. 

Kent sakinleri yaşam alanlarına yönelik kıyıcı bir yaklaşımla bahçelerinin, binlerce portakal ağacının kesilmesinin önüne geçmek istediler ve Finike Belediyesi Meclisi hatasını kabul etti.  Şimdi bu karara saygı duyarak onaylama sırası Antalya Büyükşehir Belediyesinde…


İdarenin yanlış uygulamalarına karşı en doğru tutum, sessiz kalmamak, itiraz etmek, mücadele vermektir.

10 Nisan 2021 Cumartesi

TÜY DİKMEK

Bu haftanın gelişmeleri,  devlet katında  “olmak ya da olmamak bütün mesele bu” sözünün pratiklerini izlememize yardımcı  oldu.
 

Önce emekli diplomatlar, ardından emekli amiraller kanal İstanbul, Montrö sözleşmesi, laiklik üzerine eleştirilerini ve kaygılarını dile getiren metinlerini kamuoyu ile paylaştılar.
Her iki metin de içerik ve paylaşım şekli bakımından detaylıca tartışıldı. Sonuçta iktidar çevresi emekli amirallere darbeci muamelesi yaptı, muhalefet de, “ne darbesi yurttaşlık hakkını kullandılar” diye savundu. İyi parti gibi arada kalanlar da oldu.


Yürütme organları kendi hiyerarşik işleyişine uygun bir şekilde emekli amiraller için gereğinin yapılacağını ifade etti.


Örneğin, TESUD (emekli subaylar) TEMAD (emekli astsubaylar) dernekleri Milli savunma Bakanlığına davet edildi, Genel Kurmay Başkanının da hazır olduğu görüşme sonrası  Bakan tarafından  derneklerin 104 amirali kınadığı açıklamasına, TESUD tarafından yalanlama yapılınca,         İç İşleri Bakanlığı bu derneğe müfettiş gönderip denetlemeye almakta gecikmedi.
Böylece hem devlet katından geçip hem de hizada kalmamanın gereğini yerine getirip çok önemli bir mesaj ! verilmiş oldu.  

Yargıtay, Danıştay gibi yargı organlarının çıkışı da, yargısal faaliyetlerdeki devletin yekpareliğinin, resmî görüşün yanında olmanın vazgeçilmezliğinin ortaya konulması bakımından üzerine düşeni yerine getirdi. Milli ve yerli meselelerde ihsası rey olmaz, dedi.   


Henüz ismi açıklamayan bir Bakanın bildiri için imza toplanmasından haberdar olduğu, paylaşılan bildiride değişiklik yapıldığı vs vs sürüp giden tartışmaların arkasından yetişmek mümkün değil.             Ama biliyoruz ki darbe ve muhtıralar tarihimiz, hazırlık, teşebbüs ve yönetime el koyanların, kurulan kumpasların ve bütün bunlardan fayda uman asker veya sivil iktidarların öyküleriyle dolu. Yurttaş olarak bir hayli deneyimlendik. Diğer bir ifade ile işin içine darbe sözcüğünü yerleştirdiğiniz andan itibaren bu konu daha çok su götürür, tefrika haline dönüştürülmesi de kuvvetle muhtemel…

Ama bu sayede su götürmeyen esas sorunlarımızın üzeri örtülmek isteneceği de bir o kadar gerçek.        

Ne devlet, ne toplum için hiç bir tehdit ve yakın bir tehlike oluşturmamasına karşın, tek taraflı olarak hayata geçirilen anti demokratik uygulamalar toplumun ortak beklentilerini karşılamadığı hepimizin malumu.
 
İstanbul Sözleşmesinin iptali, Boğaziçi Üniversitesi operasyonları, HDP kapatma davası, Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması, Gezi Parkının Vakfa devri, Diyanet
İşlerinin fetva kurumu haline getirilmesi, Kanal İstanbul Projesi ve son olarak eklenen darbe gibi son günlerin gündem konuları ile olanca gücüyle pompalanan ayrıştırıcı söylemlerin esas hedefinin, iktidarın kendi beklentileri için bütün toplumu kayıtsız şartsız teslim almak olduğu ortada.    

Siyasi iradenin bu amacını gerçekleştirmek için desteğini sermaye düzeninden, feyzini de emperyalist ilişkilerle tayin edilen egemenlik alanlarından aldığı sır değil. Bu nedenle onlar için sınırsız imkanlar sağlanırken doğal kaynaklarımız, bütün zenginlik araçlarımız bu çevrelere tahsis edilirken; ayakta tutmak istedikleri bu düzen nedeniyle toplum olarak döküldüğümüz, kendi başımıza terk edilip muhtaç hallere düşürüldüğümüz, kamu bütçemizdeki açık, dışa bağımlılık, ipotek altındaki geleceğimizle, sopa altında tutulduğumuz hepimizin içinde bulunduğu gerçekliklerimiz…  

İstanbul Kanalı ile telafisiz bir doğa katliamına imza atarak emperyalist dolaşımlardan pay alınacağı, piyasanın hareketleneceği, kazanç elde edileceği iddiasında bulunmak bu gerçekliklerimizi ortadan kaldırmayacak. Aksine bu oligarşik düzenin üzerine tüy dikecek.
 

4 Nisan 2021 Pazar

'ÇOK SESLİ' FALEZLER

Kentsel düzenlemelerde, kenti pazarlamak üzere üretilen senaryoların sayısız olduğu bir gerçek ama kent haklarının kent mekanında somutlaşması konusunda kayda değer bir adım atılmaması hepimiz için çok önemli bir sorun.  


Sosyal belediyeciliğin ne kadar gerekli ve kaçınılmaz olduğunu ise yaşadığımız bu acılı günlerde fazlasıyla idrak ediyor olmalıyız.     


Ekonomik kriz, ticarileştirilmiş kamusal hizmetler, kamu kaynaklarının fütursuzca piyasaya transferi  yetmiyormuş gibi, içinde bulunulan pandemi koşulları, dar ve sabit gelirli kent sakinlerini, en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale getirdi. Bu durum kent yaşamından tamamen dışlanmaları sonucunu da doğurdu. 

Yerel yönetimlerden beklenen öncelikli faaliyet, hele böylesi koşullarda tereddütsüz tüm imkanlarını seferber ederek bütün dezavantajlı kesimlerin dayanışma haklarının kullanımını kolaylaştırmak ve destek olmalarıydı. 

 

Bütün dünya covid 19 salgın hastalık ile mücadele ederken ve ülkeler kendi içlerine kapanıp yurttaşlarına yönelik desteklerini artırırken, Antalya Büyükşehir Belediyesinin Falezlerin aydınlatılması ihalesi yapması, hangi rengi nerede ve nasıl kullanalım, falezleri nasıl görünür kılalım fantezisi ile uğraşması, hayret uyandıran bir gelişme oldu. 


Bu gelişmeyi ilk kez Başkan Böcek duyurmuştu. Ama belli ki kendisi daha hastanede tedavi süreci devam ederken, göreve başlamadan önce kotarılmış bu ihaleyi kucağında buldu. Biraz da bundan olsa gerek, gelen eleştiriler karşısında projenin uygulanmasını şimdilik bekletme kararı aldı. 


Zamanlama son derece uygunsuz olmasının yanında yönetim koşulları da çok sorunluydu. Kabul edilmelidir ki 2 yılını dolduran Başkan Böcek, iyi başlamıştı. Tek adam yönetiminin izdüşümü bir yerel yönetim anlayışına karşı önemli bir başarı kazanılmıştı. İlk icraatları olarak Balbey Halk Buluşması, önceki yönetimin kamu bütçesini nasıl çarçur ettiğine ilişkin çalışmalar, Konyaaltı Sahil işletme sözleşmesinin iptali gibi olumlu ve umut verici adımlar da atılmıştı . 


Başkan Böcek’in Covid 19 hastalığı döneminde, yokluğunda yaşanan gelişmelerle sorun yaşadığı biliniyor. Basına yansıyan kararlar, atamalar, Falez aydınlatma projesi gibi Karacaören Barajından içme suyu temini ihalesinin de sağlıklı bir süreç işletilip detaylıca değerlendirilmediği, yönetim zafiyetinden yararlanıldığına ilişkin ciddi işaretler var.    

 

 

Zira her iki konuda da partisinin önceki dönemlerde Büyükşehir yönetiminde uyguladığı politikalarla uyuşmuyor. Önceki başkanlardan Akaydın’ın açıklamaları, aynı partinin her iki başkanın Falezlerin aydınlatılması ve İçme suyu temini projelerinde neden farklı politikalar uyguladıklarını ortaya koymalarını zorunlu kılıyor.  

 

Çünkü her iki konu da hepimizi fazlasıyla yakından ilgilendiriyor.                                                

Falezler korunması gereken ortak bir alanımız. Diğeri ise temiz hava kadar gerekli sağlıklı/temiz içme suyu ihtiyacımız.  


 

Hatırlatmakta yarar var, yerleşim alanlarımız, doğal yapısı ve korunması gereken ekosistemi ile hepimize sunduğu vazgeçilemez değerleri barındırıyor. Kendimizi yeniden üretmeyi, toplumsal ilişkilerimizi ve geleceğimizi besleyen ekolojik dengeyi ve kamusal çıkarları esas almayan kentsel düzenlemeleri takip etmek kent hakkımızın bir parçasıdır. O nedenle kentten kaçırılarak karar verilen ve uygulamaya konulan bütün projeler kente karşı işlenmiş suçlar kapsamındadır.  

 

 Örneğin, Boğaçayı Projesi bu konuda yaşanan en çarpıcı örneklerden biridir. Yılın dört ayı boğa gibi akan ve taşıdığı rüsubatla Konyaaltı sahili çakıllarının oluşumunu sağlayan dere yatağına yat limanı yapacağım diye tutturan ve yıllarca bu masalı pazarlayan Türel Yönetimini liman yapımından vazgeçirmek, duyarlı kent dinamiklerinin bin bir uğraşıyla mümkün olmuştur. Ama yalnızca rant yaratmak amacıyla liman olmadı bari görsellik adına havuz yapalım kararı, yok ettiği doğal yapısıyla, canlı türlerinin kaybıyla ve halen sahil şeridinde neden olduğu erozyonuyla kentin sırtında kambur, kamu bütçesinde de açılan koca delik olarak kalmıştır. 

Dahası kirlilik ve koku kaynağı olması, o bölgede bulunan içme suyu kaynaklarının dahi gözden çıkarılması, kamusal çıkarlar aleyhine hayata geçirilen en insafsız, en acımasız yatırım olarak kayda geçmesine neden olmuştur. 


Falezlere ilişkin aydınlatma projesi konusu alan, 1979 yılında doğal sit, 1996 ve 2008 yıllarında farklı kısımları 1.derece doğal sit alanı ilan edilen, 2020 de ise “Kesin Korunacak Hassas Alan” ”Nitelikli Doğal Koruma Alanı” olarak tescillenen kısımlarıyla, flora ve faunası ile birlikte mutlak korunması gereken doğal bir yapıya sahip.


“Animasyonlu projektörlerle aydınlatılmak” istenen Falezlere ait bu proje, alanın ekolojisine ve iklim değişikliğine duyarsız, görüntü kirliliği ve gereksiz harcama kaynağı olarak görülüyor. 


Bu konuda Akademisyenler, çevre bilimciler, meslek odaları, duyarlı yurttaşlardan sonra Kent Konseyi, TMMOB il Koordinasyon Kurulu gibi kent dinamikleri ve uzmanlık kuruluşları bilimsel gerçekliklerden yana tutum alınması çağrısında bulundular. Falezlerin/yalıyarların aydınlatılması ile karşılaşılacak sakıncaları ve zararları ortaya koydular. 


Altı da üstü de su olan bu coğrafyaya özgü oluşan traverten platosunun üzerine kurulu kentin yöneticileri, kent sakinlerine ve uzmanlık kuruluşlarının uyarılarına kulak vermelidir. Kent merkezinin ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılayabilecek su kaynaklarının yönetilememesi gibi, falezlerdeki ekosisteminin de korunamaması ve sürdürülememesi durumu, yönetim terciklerinin kamusal çıkarlarımızı esas alınmadığının bir başka göstergesi olacaktır. 

 

Zira, sahip olunan doğal, yaşamsal ve simgesel  değerlerin piyasacı bir yaklaşımla ele alınması, belki kimi tüccarları ve rant düşkünlerini memnun edecektir ama böylesi yaklaşımların bu güne kadar süregelen gayri meşru ve yasa dışı uygulamaların üzerine tüy dikmekten başka bir anlama gelmeyecektir. 

  
Koruma kararlarına karşın, geçen 40 yıldan sonra geriye bakıldığında, kıyıya yakın çok katlı özel yapılaşmalar, çökme sonucu trafiğe kapanan yollar, Talya, Dedeman ile başlayan otel inşaatları, Valilik, DSİ , Özel İdare gibi kamu binaları, asansörleri, mağaralara gömülen kaçak yapıları, kazılan merdivenleri, dökülen betonları, çakılan platformlarıyla devam etmekte olan; 

**Falezlerdeki hoyratlıklara bir kazma da siz vurmayın. 

**Endemik bitkileri, Akdeniz foklarını, yarasaları ve kuş türlerini yuvalarından etmeyin.

**Göç yolda düzelir mantığı ile önce ihale yapılıp, 2 ay sonra Tabiat Varlıklarını Koruma Komisyonundan alınan şartlı olura güvenmeyin.

**Komisyon kararında yer alan flora ve faunanın korunması gerektiği esası, bu alanda canlıların mutlak korunması gerektiğini ifade ettiğini o nedenle falezlerin bünyesinde barınan onca kuşu, balığı ve diğer canlıları yapay aydınlatmalarla kaçırmanın sorumluluğunu unutmayın.

**Kamu bütçesini gereksiz, zararlı sonuç vereceği ortaya konulan uygulamalara harcamayın.

Sözün kısası, 

**falezlerin doğallığını, özgünlüğünü ve burada var olan canlıların "çok sesliliğini" bozmayın.

**Telafisi imkansız zararlara neden olup, falez failleri listesine adınızı yazdırmayın.

                                                                                        



 



-
Bültenimize Katılın