23 Mart 2020 Pazartesi

“ASLOLAN HAYATTIR”

Ekosistemi görmezden gelen,
insanı merkeze almayan,
arkasında bıraktığı çöküntülere
aldırış etmeden yoluna
devam etmek isteyen
bu buyurgan yönetim anlayışı
artık son bulmalıdır.

Kapitalizm, neo liberalizm, küresel sermaye düzeni, adına ne dersek diyelim, bu sermaye dünyasının beklentileri ile insani koşullarda yaşamak isteyenlerin kaygılarının ortaklaşmasının eşyanın tabiatına aykırı olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır. 

Bir tarafta her ne pahasına olursa olsun kendini yeniden üretmek, her türlü piyasa hareketini kendi öngörülerine göre değerlendirmek isteyen bir sermaye hareketi, diğer tarafta bağımlılık ilişkilerinden bunalan eşitlikçi, özgürlükçü ve barış içinde sağlıklı bir hayat arayışı içinde olan insanlık…

Kuşkusuz iki tarafta insan türünün mensubu ama aidiyeti, hayata bakışı ne olursa olsun, iktidar katında yetki ve söz sahibi olanlarının başkalaştığı, çevresine karşı yabancılaştığı, gerektiğinde gayri insani tutumlar almayı becerebildikleri ölçüde varlıklarını sürdürebilir hale dönüştüğü bir ayrışmadan bahsediyoruz.

Bir tarafta insanlık ayrışması, diğer tarafta virüsün mutasyona uğraması ile oluşan hastalık salgını. 
Hepimiz COVİD-19 isimli ölümcül salgın hastalıkla mücadele veriyoruz ama aynı şartlarda değiliz.
Her sıradan insanın anlayabildiği gibi Covid-19 salgın hastalığını asgari can kaybıyla atlatabilmemiz için,
1- Geldiğimiz aşamada hayati üretim ve tedarik zincirleri hariç diğer üretim, dolaşım ve tüketim çarkının bir süreliğine durması, 
2-Önleyici olduğu kadar, müdahale  ve tedavi edici sağlık birimlerin olabilecek en üst düzeyde donanım ve güvenliğe kavuşturulması,
3- Kapalı veya açık mekanlarda teması sınırlamanın, evde kalmanın, kalabalık ortamlarda bulunmamanın maddi koşullarının sağlanması, yani iş güvencesi, maddi destek, en temel ihtiyaç maddelerinin ve sağlık hizmetlerinin ücretsiz karşılanması, savunmasız güçsüz, korunaksız kişilerin sahiplenilmesi gerekiyor.

İnsanlığın bu hedeflerinin gerçekleştirebilmesinin yegane yolu devlet organlarını/ kamu otoritesini sevk ve idare eden siyasi iradenin bu sorumluluğu yerine getirmesidir. 

Zira meselenin tek tek kişilerin niyet ve tutumlarına göre değil, bütün bir toplumun bilim ve akla uygun olarak ortak hareketinin sağlanması ve bu amaçla kamusal kaynakların seferber edilmesidir. 

Pek çok devlet, statükosunun korunmasına dayalı olarak ve gelişmişlik düzeylerinin avantajları ile yurttaşlarına karşılıksız maddi destek sağladı. Gelir güvencesi verdi. Kimsenin açıkta ve korumasız kalmamasının yol ve yöntemlerini ortaya koydu. 

Ülkemizde bu sistemin cisimleştiği siyaset figürü ise, sermaye dünyasını kayıtsız şartsız destekleyen kararları hızla uygulamaya geçirirken, dar ve sabit gelirlilere, emeği ile geçinenlere, işsiz, yoksul ve yardıma muhtaç olanlara karşı ayak sürüdü. Göstermelik, kapsayıcı olmayan ve sembolik desteklerle yetindi. Bu da yetmiyormuş gibi onlar için bağış kampanyası düzenleyerek trajik komik ama aynı zamanda kritik bir aşamaya geldiğimizi ortaya koydu.

Böylesi günler için ayrılan ödeneklerin, fonların başka amaçlarla içinin boşaltıldığı, daha önceki toplanan bağışların amacına uygun kullanılmadığı, kamusal harcamaların her seferinde nemalanma aracı olarak kullanıldığı, şu günlerde dahi tartışmalı, çevresel etki değerleri olmayan ihaleler  yapılması, yeni yatırımlara başlanması, sit alanlarını imara açmak üzere yasa değişikliklerine gidilmesi, toplum sağlığı için ceza indirimi, infaz erteleme düzenlemelerinde ayrımcılık yapılarak iktidar muhaliflerinin salgın hastalık karşısında korumasız bırakılmak istenmesi, kayyum atamalarına devam edilmesi, belediyelerin yapılan bağışlar nedeniyle yasa dışı yollarla hesaplarına bloke konulması gibi atılan her adımda öncelikle toplumun bütünlüğünün değil, iktidar çevresinin, dolayısıyla sermaye düzeninin bek’asının öncelendiği apaçık ortaya çıktı.

Ortaya çıkan bu gerçekliklerimiz, bilim ve akıldan uzakta kalan tek adam yönetiminin siyasi tercihlerini yansıtıyor. Üstelik salgına karşı geç harekete geçmek , safsatalarla oyalanmak, Umre ziyaretçileri ve cami uygulamalarında olduğu gibi siyasi taban kaygısı, siyaset malzemesi olarak oradan oraya taşınan göçmenler, asker uğurlamaları,  terhisler ve nihayet şeffaflıktan uzak güven duygularını zayıflatan uygulamalarla önlemlerin yeteri kadar etkin alınamadığını göstermiş oldu. 

Son günlerde merkezi yönetimin muhalif yerel yönetimler üzerinde baskıcı ve engelleyici tutum içine girmesi hep birlikte dayanışma içinde, etkin, kararlı ve yaygın önlemler alınmasında engel oluşturmaktadır.

Bütün bu gelişmelerde ortaya koymaktadır ki bizi öldürecek olan kapital sevdasıdır ve onun iktidarını kollama aymazlığından bir an önce sıyrılmamız gerekmektedir.

O nedenle bilim çevrelerinin de önerdiği gibi yerellerde oluşturulacak salgın izleme ve değerlendirme kurullarında başta Tabip Odaları olmak üzere en geniş demokratik katılımın sağlanarak toplumsal olandan yana inisiyatif geliştirilmesi zorunluluk haline gelmiştir.



19 Mart 2020 Perşembe

SALDA GÖLÜ VE CORONA TALANI


Şimdilerde dünyaya ve yaşam tarzlarımıza 
meydan okumakta olan virüs türünün, Corana virisü olarak adlandırılmasının nedeninin, “Corona” sözcük anlamlarından birinin “taç” olması ve bu virüsün taç şekline benzetilmesinden kaynaklandığı, ışık halesi, doruk gibi anlamları da içerdiği belirtiliyor. 

16 Mart 2020 Pazartesi

“KOR” GİBİ YANMAK

Bütün dünya teyakkuz halinde.
Oysa birkaç gün öncesine kadar, siyasi irade,
iktidarını sürdürme ajandasına uygun olarak
yaşamamızı ve kendimizi güvende hissetmemizi
istiyordu. Dünya sağlık Örgütü, Covid-19 adı verilen hastalığa yol açan koronavirüsünü, dünyayı saran ölümcül bir salgın haline geldiğini ilan edip, Dünya Bankası ve İMF’nin de, 
bu alanda ayıracağı bütçeler açıklandığında, merkezi yönetim, Yunanistan sınırına dayandırılan binlerce göçmenin dramlarından yararlanarak Suriye politikasında avantaj elde etme hamlelerine odaklanmış durumdaydı.  

Küresel sermaye dünyası örgütlerinin virüsün önü alınamaz yayılımı karşısında yaptığı bu yönlendirici duyuruları Türkiye için etkili oldu. Böylece hepimizin kapısına dayanan bu tehdit resmî olarak dillendirildi. Ardı sıra ilk vak’a ve diğerleri açıklanırken, okul tatilleri, toplantı iptalleri ve spor karşılaşmalarının seyircisiz yapılması, dinsel ritüellerin sınırlandırılması gibi bir dizi önlemler ve nelere dikkat edilmesi gerektiğine ilişkin duyurular daha sıklıkla ve daha ciddiyetle hayata geçirilmeye başlandı.

Sonuçta doğa bildiğini okuyor, ne mer’i  ne de şer’i hükümlere, herhangi bir tavsiyeye veya hiçbir menfaat çevresinin özel beklentisine umursamadan yoluna devam ediyor. Doğanın kanunları bir kez daha, bilimsel bulgulara ve bu yolda alınacak önlemlere göre geleceğimizi kuramadığımız sürece hayatlarımızın güvence altında olamayacağını ortaya koyuyor.   

Hiç kuşku yok ki Koronavirüs gribi de bütün doğa olayları gibi makam, statü, bakan, tek adam tanımıyor. İktidar, otorite, sınır, hegemonya, yalan dolan da dinlemiyor. Bütün yaşam alanlarımızda doğa ile barışık, güvenli ve sağlıklı ortamlarda yaşamamızın hepimiz için kaçınılmaz bir zorunluluk ve aynı zamanda hak olduğunu ortaya koyuyor.

Teknolojik gelişmelerin geldiği düzey ve küreselleşen yaşam koşulları göz önüne alındığında yalnızca kendimizi, yakınlarımızı, mahallemizi değil, kentimizi, ülkemizi hatta etkileşim içinde bulunduğumuz bütün yaşam alanlarını düşünerek, dayanışma ve işbirliği ağlarını örebildiğimiz ölçüde hayatta kalabileceğimiz gerçeğini gözler önüne seriyor.  

Hepimiz farkında olmalıyız ki bulunduğumuz, soluduğumuz her ortam, yediklerimiz içtiklerimiz, bize nüfuz edebilecek her zerre, ticaretin, pazarda söz sahibi olmanın, daha fazla kapitale sahip olmanın hesaplarıyla emperyalist emellerin bir parçası olarak değerlendirilmek istenmesi insanlığın doğasına uygun düşmüyor. Bu gidişle havada, suda ve toprakta yaşanan  kirlilik, iklim krizi gibi büyük felaketlerin önünü alma şansımız kalmayacak.

Ekonomiyi de hukuku da savaş düzeni içinde yürüterek varlığını sürdüren bu despotik düzen her geçen gün eşitsiz yaşam koşullarını daha da derinleştiriyor. Öngörülebilir felaketlere karşı önleyici tedbirlerden yoksun kalmak, kamusal hizmetlerden mahrum bırakılmak, her alanda ancak parası ve nüfuzu olanlara öncelik tanınması, toplumun büyük çoğunluğunu yakından ilgilendiriyor. Ve ne yazık ki her birimizi birbirimize düşmanlaştırarak altta kalanın canı çıksın diyebilecek kadar insafsız ve ikiyüzlü bir kıyıcılık ile kendisine meşruiyet sağlamaya çalışan bu dünya düzeni hepimizi esir almak için hiçbir kötülükten kaçınmıyor… 

O nedenle her koşulda demokratik ve eşitlikçi yönetim anlayışlarına, kamusal hizmetlerin yaygınlaştırılmasına, toplumsal çıkarları hedefleyen kararların ve uygulamaların etkin ve tavizsiz bir şekilde uygulanmasını talep etmeye ve bu amaçla örgütlü bir güç oluşturmaya ihtiyacımız var. Bunun için en küçük yerleşimlerden başlayarak merkezi yönetime kadar,
iktidar yandaşı olmayan uzmanlık kuruluşlarının, sağlık örgütlerinin, sivil inisiyatiflerin de içinde bulunduğu bilimsel kurulların oluşturulması için çaba sarf edilmesi gerektiğini düşünüyorum. 

Meselenin yalnızca genel temizlik kurallarına uyulması, “temas” sınırlamaları ile ilgili olamayacağı çok açık, bugünden geleceğe, benzer tehditleri bertaraf edebilmek için, toplumsal duyarlılık göstermekten ve kendi geleceğimize sahip çıkmaktan başka bir yol görülmemektedir. İnsanlık hafızası ve idraki halen yerli yerindeyken, çalışma hayatından, ekonomi, eğitim ve sosyal yaşam düzenlemelerine kadar sağlıklı yaşam koşulları için alınacak bütün önlemlerin, hiçbir çevrenin özel beklentilerine öncelik verilmeksizin kamucu bir anlayışla ele alınması hayati öneme sahip,
"kor" gibi yanıp kül olmadan.

3 Mart 2020 Salı

KORE’DEN BUGÜNLERE

1950 yılı Temmuz ayında “Türk Barışseverler Derneği” kuruluşundan bir kaç hafta sonra Galata Köprüsünde bildiri dağıtır.

-
Bültenimize Katılın