15 Ağustos 2000 Salı

Ben Yerine Biz

Usulsüzlük, kamusal çıkarlar yerine özel çıkarları gözeten düzenlemeler, hiç tükenmeyen
yolsuzluk iddiaları ve menfaat gruplarını kayırma neredeyse yerel yönetimlerin olağan uygulamaları haline geldi.

Gelir adaletsizliği ve bu adaletsizliği sürekli yeniden üreten bir toplumsal düzen içinde yaşıyoruz. Paranın egemen olduğu toplumsal ilişkiler yerel yönetimlerde de belirleyici. Bu nedenle doğal ve tarihi dokular yok edilebiliyor. Zenginlik kaynaklarımız menfaat gruplarının ellerinde çarçur ediliyor. Yasalarda yer alan yaptırımlar ise çoğu zaman yönetim erkinde veya yakınında olanlar için işletilemezken, daha çok savunmasız, güçsüz ve yoksul insanlar için uygulanabiliyor.
 
Aşırı trafik yükü, her türlü kirlilik, düzensizlik, fırsatçılık, eğitim, sağlık, konut problemleri yanında iki ayrı yaşam biçimi hemen bütün kentlerin esas görüntüsü haline geldi. Giderek artan sayıda dışlanan, horlanan, yoksullaşan nüfus kendi halinde yaşamaya terk edilirken; steril, korunaklı, lüks koşullarda yaşayan bir azınlık, kentlerin mevcut olanaklarından fazlasıyla yararlandırılıyor.
 
Gizlilik, kayırma, yetkiyi kötüye kullanma, nihayet adına seçildiği kente yabancılaşma adeta vazgeçilmez bir senaryonun parçası gibi her dönemin değişik aktörleri aracılığı ile oynamaya devam ediyor.
 
Bu oyun bozulabilir mi? Toplum halinde yaşamamızın bir sonucu olarak, tasada, kederde, yoksulluk ve yoksunlukta ortak olmamız istendiği kadar; sevinçte ve mevcut imkanlardan birlikte yararlanma konusunda da ortak değerler geliştirilebilir mi?

Hiç kuşkusuz ki ‘’mevcut düzenin’’ dışına itilenler, seslerini daha örgütlü ve gür olarak çıkarmayı becerebildikleri ölçüde, bu ortak değerlerin geliştirilmesi bir ihtiyaç olarak kabul görecek.
 
Doğallıkla o zaman da depremler, sel felaketleri olsa da sonuçları bu kadar dehşet ve acı verici olmayacak, üstelik kıyı düzenlemelerinden yalnızca parası olanlar yararlanmayacak, parklar, bahçeler, oyun sahaları bu denli işlevsiz ve bakımsız olmayacak, yollar, araçlar, yayalar ise birbirlerini kendilerine rakip görmeyecek, alış veriş-merkezleri özel çıkarlar için kamuya ait ortak kullanım alanlarını işgal edemeyecek, çöpler toplanacak ama ne zaman patlayacağı belli olmayan bomba merkezleri olmayacak, kamusal yatırımlar birer zenginleşme aracı olarak kullanılamayacağı gibi bu yatırımlardan yararlananlar birer ‘’yolunacak kaz gibi’’ görünmeyecek.
 
Şurası açık ki toplumsal yarar ile rant ters orantılıdır. Rant oluşturmak veya ranttan yararlanmak üzere, her koşulda menfaat çevreleri lehine alınan kararlara uygulamasını beklersiniz; toplumu dayatma ve zorlama ile yönetmek istediğinizi ortaya koymuş olursunuz. Kaçınılmaz olarak bu durum ikiyüzlü politikaların, başkaları adına düşünmenin, başkaları için mekan düzenlemenin kapısını açacaktır. Bu ise eşitsiz gelişimin, gelir adaletsizliğinin, paylaşımda dayatmaların kurumsallaştığı yaşam biçiminden başka bir şey olmayacaktır.
 
O nedenle, öncelikle başkalarının da kendi hayatları üzerinde söz söylememe hakkı olduğunu kabul etmek, bu kaostan bıktığını düşünen her insanın boynunun borcu olsa gerek.
 
‘’Ben’’ yerine ‘’Biz’’ duygusunun, özel çıkar yerine kamusal çıkar fikrinin, rant yerine toplumsal yarara göre düzenlemelerin hayat bulması ancak bu yolla mümkün olacak.(15.8.2000)
-
Bültenimize Katılın