2 Ocak 2023 Pazartesi

2022 YILI ANTALYA "KENT HAKKI" İHLALLERİ

9 Mayıs 2022 Pazartesi

ANTALYA’DA KÜRESEL ISINMA(MA) HAREKETLERİ

İklim değişikliklerinin bir tehdit olarak algılanmaya başlaması ile birlikte 1992 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, 1997 yılında da Kyoto Protokolü imzalanmıştı. 2015 yılında ise Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nda (COP21) Paris İklim Anlaşması kabul edilerek, ülkelerin küresel ısınmanın önüne geçilmesinde sorumluluk üstlenmeleri, belirlenen hedeflere uygun düzenlemeler yapmaları ve uygulamaya geçmeleri istendi.   


2021 yılı Haziran ayında bir savaş örgütü olan NATO zirvesine de taşınan iklim değişikliği sorunu, askeri operasyonlar ve etkinliklerde daha az emisyon salınımının sağlanmasının hedeflendiği açıklandı. Yine geçtiğimiz yıl Temmuz ayında AB İklim Yasası’nın hazırlanmasına yönelik hedefler ortaya konulmuş; Kasım ayında ise  Glasgow’da (COP26) Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı toplantısı yapılmıştı.  


Eleştiriler, hayal kırıklıkları, savaşlar dahil ekosistemin geri dönüşümsüz tahribatlarından pek de kolay vazgeçilmeden ilerleyen uluslararası süreç, ülkemizde de benzer pratiklerle, oldukça göstermelik, ağır aksak atılan adımlara tanık oldu. Merkezi yönetimimiz oyalanmakta sakınca görmediği Paris İklim Anlaşması’nı 6 yıl sonra Ekim 2021 de onayladı. 2053 yılı için net sıfır emisyon hedefi ilan etti. Şubat 2022 tarihinde İklim Şurası düzenledi. Sırada İklim Kanunu olduğu duyuruldu.   


İstanbul Sözleşmesi gibi atılan imzalardan rücu etmekte sakınca görmeyen, hem savaş politikalarının tarafı olan hem de göçmen politikasında elde edeceği hibeleri hesap eden AKP yönetimini motive eden öncelikli olgunun, AB Yeşil İklim Fonundan kaynak olarak sağlanacak 3 milyar 157 milyon doların hükümet politikalarında değerlendirmek olduğu yapılan resmi açıklamalardan anlaşılmaktaydı.

Merkezi yönetimin pazarlıkçı ve ağırdan alan tutumuna paralel olarak yerel yönetimler ve yerel dinamikler de konu ile ilgilenmeye başlamışlardı. Küresel iklim değişimi/ iklim krizi konulu etkinlikler özellikle geçtiğimiz yıldan itibaren Antalya’da da yoğunlaştı. Kamu kuruluşları, Belediyeler, Meslek Odaları, Dernekler iklim sorununu daha sık gündemlerine almaya başladılar.

 

Örneğin 12-13 Kasım 2021 Tarihlerinde Muratpaşa Belediyesi tarafından +0,5 Akdeniz’in Geleceği İklim Değişikliği Çalıştayı yapıldı. Sonuç bildirgesi tüm kurum ve kuruluşların zaman kaybetmeden iklim değişikliği eylem planı oluşturmaya ve uygulamaya davet edildi ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin azaltılması için yapılacak ilk işin karbon salınımını düşürmek olduğunun altı çizildi. Sembolik çevre temizliği yapıldı. 

 

ATSO, Antalya Büyükşehir Belediyesi, Meslek Odaları, Sivil Toplum Örgütü temsilcileri ve akademisyenlerin katılımı ile 9 Aralık 2021 tarihinde “Antalya Çevreci Dönüşüm Çalışmaları Tanıtım Toplantısı” yaptı. Ortak çalışmalar ile “1. Antalya Çevreci Dönüşüm Çalıştayı” yapmaya karar verdiler. Şubat ayındaki toplantılarında Antalya'nın su yönetimi, atık yönetimi, hava kalitesi, ulaşım, enerji, kentleşme, afet riski, tarım, turizm, sanayi, biyoçeşitlilik, döngüsel ekonomi, çevre eğitimi konularında belirledikleri 13 çalışma grubu ile Çalıştay hazırlıklarına devam ettiklerini duyurdular.

 

Geçtiğimiz ay içinde ise Antalya Büyükşehir Belediye’sinin TSE tarafından 'İklim Dostu Kuruluş' belgesini alan ilk belediye olduğu haberi paylaşıldı. “Bundan sonraki hedefin iklim dostu kent olduğu" belirtildi. Çevre Koruma ve Kontrol Dairesi Başkanlığı bünyesinde kurulan İklim Değişikliği ve Temiz Enerji Şube Müdürlüğünün Antalya'nın karbon ayak izi envanterinin çıkarılması, sürdürülebilir enerji eylem planının yürütülmesi, iklim değişikliği uyum stratejisi ve eylem planının hazırlık çalışmaları yaptığı, hedeflerinin düşük karbon yoğunluğu ile yüksek yaşam kalitesine ulaşmak olduğu açıklandı. 

 

Bu arada Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Daire Başkanlığı aracılığı ile Sürdürülebilir Enerji Eylem Planı  (SEAP) hazırladıklarını ve şimdi de (SECAP) yani Sürdürülebilir Enerji Eylem ve İklim Uyum Planını hayata geçirmek üzere 27.Nisan 2022 tarihinde online Çalıştay düzenledi. Çalıştay, uyum planı çalışmaları kapsamında hem kurum ve kuruluşların konuyla ilgilenmelerini sağlamak, hem de küresel ısınma önlemlerine yönelik görüş, anket/veri sağlamaya yönelikti.     
 

(ANSİAD) Antalya Sanayici ve İş İnsanları Derneği ise iş çevreleri, çevre üniversiteler, meslek odaları ile birlikte iklim değişikliğinin ve alınmakta olan önlemlerin sektörleri nasıl (olumlu/olumsuz) etkileyeceği, sosyo/ekonomik yapıda meydana getirmesi muhtemel değişiklikleri, altyapı ihtiyacı ve finansmanı, yönetim anlayışının değişmesi, bu değişikliklerin insan hayatında yaratacağı etkilerin tartışılacağı konular ile ilgili, senenin sonunda bir zirve düzenleyeceklerini,  “Antalya İklim Krizine Karşı Birleşti” sloganı ile açıkladılar.  

12-15  Mayıs 2022 günleri arasında da, Dünya İklim Gününü de içine alacak şekilde Muratpaşa Belediyesi, 3. sünü düzenleyeceği, “İklim ve Her Şey” sloganıyla “Çevre Festivali” düzenleyecek.
Sloganlar serinletici ama küresel ısınma kavurucu ve ölümcül etkileriyle hızla ilerlemeye devam ediyor.

 

KÜRESEL ISINMADA YEREL BELİRLEYİCİLERİN ROLÜ 

 

İklimdeki değişikliğe ve küresel ısınmaya dikkat çekebilmek, bu konuda kamuoyunda farkındalık yaratabilmek için her yıl 15 Mayıs günü Dünya İklim Günü olarak kutlanıyor.
Antalya’da da Ekosistem ve İklim krizi konularının söyleşi, forum, sempozyum, konser gibi toplantı ve etkinliklerle sıklıkla ele alınır hale gelmesi, düşünmeyi ve tartışmayı sağlaması, nasıl önlem alınması gerektiği konusunda tutum geliştirme çabaları elbette sevindirici.

Ama belirtmek gerekir ki yerel bazda göze çarpan bu etkinlik konuları iklim ve doğa bilimcilerinin 50 yıldan uzun bir süredir dünya kamuoyunda ve çeşitli alanlarda çok çeşitli yönleriyle dikkat çektikleri, tartışılmasını sağladıkları ve bütünlükçü, kapsamlı ve radikal tedbirlerin bir an önce hayata geçirilmesi gerektiğine ilişkin çağrılarda bulunmaya devam ettiği de ayrı bir gerçeklik.

Ne yazık ki gecikmenin “ölüm” anlamına geldiği, artık kapılarımızdan içeri girmeye başlayan felaketlerin daha sıklıkla ve daha yaygın acı sonuçları/maddi manevi zararlarıyla yaşanmaya başlanması, alınması gereken tedbirlerin önemini/hayatiyetini artırıyor.

Yukarıdan aşağıya sıklaşan toplantılar, uluslararası bildirgeler, sözleşmeler, taahhütler ve devletler düzeyinde teşkilat şemalarında gündeme gelen değişiklikler, İklim Değişikliği Bakanlığı, Genel Müdürlük, Şube Müdürlüğü kadroları silsile halinde yerel yönetimlerde de kendini göstermesi boşuna değil elbet.                  

Ancak bu sürecin bütün bir toplumu ve kamu maliyesini ilgilendiren bir başka boyutu daha var. Küresel ölçekte oluşturulan fonlarla birlikte, ulusal ve yerel düzeyde de bundan yararlanma şartları oluşturulmak isteniyor. Küresel ısınma önlemleri olarak gerçekleştirilmek istenen teknolojik değişimlerin üretimi ve serveti artırırken ve bu artışın mevcut egemen aktörlerde toplanması istenirken, neden olacağı yoksullaşma, yeni çevresel olumsuzluklar görmezden geliniyor.

Örneğin, Antalya Büyük Şehir Belediyesi’nin Avrupa Birliği Fonu ile yer aldığı Horizon 2020 MAtchUp / akıllı şehir projeleri de bu kapsamda yürütülüyor.
 

Hatırlanacaktır, kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi, ticarileştirilmesi konusunda önerilen model kabul edilmeden AB fonlarından yararlanma imkanı tanınmıyor. 1990 yıllarındaki alt yapı ve içme suyu yatırımı için Avrupa Yatırım Bankası ve Dünya Bankası şartları ile temin edilen kredi de aynı amaca hizmet etmişti. Böylece Antalya’nın alt yapısı ve su işletmeciliğinde o günlerden bugüne piyasa şartları esas alınıyor. Kentin Hafif Raylı Sistem yatırımında kullandığı kredi şartları da bunu gerektiriyor. Sahillerimizin kullanımları, kamusal alan tahsisleri, yap işlet devret modelleri hepsi kamusal kaynakların piyasaya transferi amacına yönelik, sermaye hareketinin kendini yeniden üretmesi, şirketlerin/ özel kişilerin zenginleşme aracı olması amacını taşıyor. Kamusal çıkarlar, yurttaşların ortalama alım gücü ve kamusal alanlardan ve kamusal hizmetlerden serbestçe yararlanma imkanları düşünülecek en son seçenekler arasında yer alıyor.

Bu durum merkezi yönetimden başlayarak yerel yönetimlere kadar yapılanma ve hizmet anlayışının özünü oluşturmaktadır.  

Şimdilerde Antalya Büyük Şehir Belediyesi küresel ısınmaya yönelik alınacak önlemler, geliştirilecek alternatiflerin tespiti, uygulanması ve takibi işleri için kullandığı fon da şirketlere transfer etmek şartıyla kullanabiliyor. 

Anlaşma yapılan şirketler (Sampaş, Demir Enerji, Taysim) ve ayrılan bütçe ile alt yapı, enerji, su, aydınlatma, çevre, güvenlik, sağlık, akıllı ev ve entegre teknoloji çözüm uygulamalarında yer alacak üretici/tedarikçi/taşaron şirketler son birkaç yıldır bu pazarda pay kapmanın arayışı içindeler.  
 

Yerellerdeki küresel ısınmaya yönelik hareketlenmeleri, bu çerçevede değerlendirmek çok daha sağlıklı ve gerçekçi olacaktır. Zira, Antalya’nın da diğer kentlerimizin yerel yönetimi ve yerel belirleyicileri gibi  devletin ekonomik ve siyasi yasalarınca belirlenen politikaları yansıtan ve ekonomik gelişmeler üzerinde etkide bulunması istenen bir bütünün/ aynı angajman ve bağımlılık ilişkilerinin parçalarıdır. Bu bakımdan mevcut devlet yapılanmasından ve işleyişinden bağımsız ele alınmaları mümkün değildir.

O nedenle, merkezi yönetiminin konu ile ilgili yeni düzenlemelere yönelik adımlar atmaya başlaması ile birlikte, yerellerde de, iklim krizi kavramları ile tanışma, uyum sağlama, nelerle karşılaşılacağı hakkında değerlendirmeler yapma ve iş çevreleri için de bu pazarda yerini alma ihtiyacı/konsepti içinde yürüyen bir hareketlilik söz konusu olduğunun altı çizilmesi gerekiyor.

Tam da bu nedenlerle küresel ısınma sorununun tek başına mevcut statükonun belirleyicileri, takipçileri ile ele alınamayacağının ifade edilmesi, başka bir hayatın mümkün olduğunun mücadelesi içinde yer almanın kaçınılmazlığını savunmak gerekiyor.

Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporunda da belirtildiği gibi tüm insanlığı/yerküreyi/ gezegeni kapsayan bir var oluş  mücadelesi verilmesi gerekiyor.
Bu mücadele, iklim sorunlarına neden olan mevcut siyasi/ekonomik yapının aktörleriyle sürdürülmesini savunan anlayışların/çevrelerin beklentileriyle başarıya ulaşma şansı olabilir mi ?  
Başka bir deyişle küresel ısınmanın asli faili olan bu aktörler, yani kamusal faaliyetleri piyasa koşullarına göre yürütmek üzere yönlendirilen kamusal kuruluşlar ile her türlü kamusal faaliyeti yalnızca birer zenginleşme aracı olarak ele alan şirketler, küresel ısınma(ma) hareketlerinde ne kadar etkin ve kalıcı olabilirler ve ne kadar toplumsal ihtiyaçları bütünlükçü bir yaklaşımla kamusal çıkarlarımızı esas alarak hareket edebilirler ?
Sorgulanması, yanıtlanması gereken öncelikli sorular bunlardır.


ANTALYA’NIN KÜRESEL ISINMA ÇIKMAZI
 

Antalya'nın kent kimliğini tarihsel ve doğal  değerleri oluşturmaktadır.
Tarım, ticaret ve hizmet faaliyetlerine eklenen ve 1960-1970 yıllardan itibaren mevzuatta ve pratikte artan hızla kendini gösteren turizm yatırımları Antalya’nın gelişimine damgasını vurmuştur.
1950'lerde  50.000  olan  nüfus,  Türkiye'deki nüfus artış hızı en yüksek kent ünvanı ile günümüzde kent merkezi 1.400.000 olmak üzere, 2.700.000’ lere ulaşmıştır.


Antalya’nın turizm politikalarıyla hedeflenen ve kentleşme sürecine esas karakterini veren yatırımlar  kapitalist yeniden üretim koşullarının geliştirilmesine yönelik olmuştur. Bu yolla ülkeye döviz girdisi sağlanacak, toplumun refah düzeyi yükselecektir. Doğal olarak bu tercihin toplumun ihtiyaçları ve kamusal çıkarları bir bütün olarak ele alma yeteneği, çevresel ve tarihsel değerleri koruma iradesi yok denecek kadar zayıftır.  


O nedenle planlanan alanlar da dahil olmak üzere, çıkar çevrelerinin ilgi alanına giren bütün çevresel değerlerin önlenemez bir şekilde tahrip edilmesi, plan dışı yapılaşmaların ve özel çıkarlara dayalı kullanımların fırsat kollandığı bir kent haline getirilmiştir Antalya.

Hiç kuşku yok ki bu sonucun öncelikli sorumluları geçmişten bugünlere merkezi ve yerel iktidar odaklarının birbirlerini tamamlar bir şekilde izledikleri ve çıkar çevrelerini kollayan politikalarıdır. Planlama ve koruma ilkelerinin hayata geçirilmesinde kararlı davranmamaları, ihlallerin bizzat failleri olmaktan uzak kalamamalarıdır. Siyasi istikballeri adına devlet destekli veya yakın çevrelerindeki özel beklentilerin önünü açmaları, usulsüzlüklere göz yummaları ve kılıfına uydurulan düzenlemeleri alışkanlık haline getirmeleridir.

Ne yazık ki döviz gelecek, refaha seviyemiz artacak, uçuşa geçeceğiz gibi akıl ve bilim dışı  söylemler, kollanan çevrelerin “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” uygulamalarının dayanağı olmuştur. Antalya, ancak nüfuzu ve parası olanların gönlünce yaşayabileceği, mekânsal bölünmüşlükleri, sosyal, kültürel dışlanmışlıkları kurumsallaştıran bir kent kimliğine bürünmekten kurtulamamıştır.
Bu kimlik onu yaşam alanlarını tüketen, havasını, suyunu, toprağını kirleten, tahrip eden, her türlü değerini, ormanlarını, sahillerini, tarım arazilerini, korunması gereken çevresel ve tarihsel alanlarını paraya tahvil etmekten başka bir seçenek düşünemeyen yolun sonuna getirmiştir.     

Geriye doğru baktığımızda Antalya, 12 Eylül dönemi ile birlikte yokuş aşağı bir konumlanışa geçmiş, AKP dönemi ile birlikte de makarasından boşalırcasına kentsel yaşamın ticarileştirilmesi, kamusal zenginlik kaynaklarının talanı ve çevresel değerlerin geri dönüşümü imkansız tahribatlarına sahne olmaktadır.  

Ancak askeri diktatörlük anlayışının hüküm sürdüğü koşullarda yapılabilecek olan, Lara Kıyı Bandındaki 100 mt.lik "Doğal Sit Alan Sınırı” bir otelin talebi üzerine 30 mt. ye indirilmiş ve Lara Kıyı yolunun güzergahı değiştirilmiştir. "Turizmi Teşvik Yasası" kapsamında Turizm Bakanlığına plan değişikliği yetkisi verilirken; yine aynı dönemde çıkarılan ve halen yürürlükte olan İmar Kanunu ile yerel yönetimlere tanınan plan yapma, değiştirme  yetkilerinin merkezi yönetim ile el ele her türlü kötüye kullanımların önünün açıldığı görülmüştür.  

Aklıselim hiçbir yönetim anlayışının yapmak istemeyeceği, kendi kendinin çukurunu kazma pratiklerinin ilk işaret fişeklerini atan 12 Eylül darbesi ile zora dayalı olarak yolu açılan neo liberal politikalar, ardıllarınca da fütursuzca uygulanmaya devam edilmiştir.


Yaşanan bu süreçte, kamu otoritesinin zor ve baskısı altında tutulan muhalif çevreler dışında, toplumun hemen bütün kesimlerinin sahip olduğu servet ve mülkü ile orantılı olarak gelişen rant düşkünlüğü, nemalanma beklentisi, kenti tüketen rızanın ve desteğin toplumsal tabanını oluşturmuştur.


Antalya siyasetinin esas anlamı, siyasi vaatlerin, onlara destek vermenin yegane kriteri iş (kenti) bitiricilik ile özdeşleştirilmiştir. Kamu görevlileri, siyasiler, yatırımcılar, mülk sahipleri, cemaatler, hemşeriler, kooperatifler, dernekler, yerlisi, dışarılısı demeden hep beraber oluşturulan lobilerle nasıl daha da fazlasını elde edilebileceğinin ve aynı zamanda tarım alanlarını, ormanları, sulak alanları, sahilleri ve korunması gereken kamusal alanları nasıl bir an önce imara açabileceklerinin yol ve yöntemlerini geliştirmenin uğraşısı içinde olmuşlardır.


Kent yönetimlerinin öncelikli kaygıları ve yanıt aradığı sorular, turizm alanı, konut alanı kimdir bunun sahibi ? Emsal uygulamaları, subasman kodu,  bodrumla, çatıyla artırılan kat sayıları olmuştur.  


Nitekim sonraki dönemlerdeki hiçbir yasa değişikliği, sağlanan hiçbir kolaylık yeterli görülmemiştir. O nedenle merkezi veya yerel yöneticiler, yatırımcılar, finansörler, tedarikçiler, mülk sahipleri ve piyasacı siyasetçilerin koalisyonu nüans farklılıklarını da bir kenara bırakarak artık hepsi aynı yönde ve aynı yolda yürümeye başlamışlardır. 


Küresel sermayeyi kentimize çağırma seansları, 12 Eylül dönemini aratmayan tek adam yönetim anlayışına geçiş; ne yasa, ne mahkeme kararı, ne planlama ilkeleri, ne kamusal çıkarlar, ne toplumsal ne de doğal ve tarihsel  değerler…, hepsi yaşam alanlarını hiçe saymanın, keyfiliklerin, oldu bitti dayatmaların içtihatlarının oluşturulmasında, içi boşaltılması gereken kavramlar/formaliteler olarak ele alınır hale getirilmiştir.  

Mevcut siyasi ve ekonomik yapı, kenti ve kent planlamasını rant ekonomisinin bir parçası haline getirmesi nedeniyle planlama da, turizm politikaları da kısır döngüye dönüşmüş durumdadır. 


Her sene daha fazla yatak, daha çok turist, daha fazla döviz hedefi, daha fazla cazibe alanı, daha fazla nüfus, daha çok yerleşim, daha fazla imara açılması gereken alanlarla birlikte, ÇED’i umursamayan taş ocakları, HES’ler, daha fazla fosil yakıt tüketimine dayalı yatırımlar…  İnsafsızca kirletilen tüketilen, talan edilen eko sistemi  ile ülkemizin pek çok yöresinde yaşandığı gibi Antalya da kazandıkça tüketilen bir kent haline getirilmiştir. 


ANTALYA’NIN KÜRESEL ISINMA SORUNUNA KATKILARI


 Siyasi iradenin dere, tepe, sahil, orman, sulak alan, verimli toprak, ekolojik dengeyi dikkate almayan tahsisleri, ihaleleri ve yatırımları sonucunda bütün bir ülkeyi tarumar etmekte olduğu zamanları yaşamaya devam ediyoruz.  

Küresel boyutta yaşanan iklim krizinin tezahürleri de ülkemizin pek çok yerinde, olağan dışı iklimsel değişiklikler, kuraklık, şiddetli yağış, sel, fırtına, çığ, taşkın, hortum, orman yangınları gibi felaketlerle kendini gösteriyor… Antalya’nın Akdeniz havzasında yer almasından dolayı deniz ve kıyılarının iklim değişikliğinden etkilendiği konusunda elde edilen bulgular da konunun önemini ve ciddiyetini ortaya koyuyor.   

Nitekim doğa olaylarına bağlı yaşanan ölümlü, maddi ve manevi zararlara neden olan gelişmeler yaşam koşullarımızı, ekonomik ve sosyal hayatımızı doğrudan ilgilendirmektedir. Bu gelişmelerin insan faaliyetleri sonucunda yaşandığı konusunda da artık bir tereddüt bulunmamaktadır.

Hepimizin farkında olduğu gibi Antalya’nın da çarkları fosil yakıt kullanımı ile dönüyor.
Yoğun sezonlarda kaç saniyede piste inip havalandığı hesapları yapılan uçaklar, ülkenin en çok motorlu araçlarının kayıtlı olduğu iller arasında olması, artan nüfus ve korunması gereken alanların imara açma yarışı, ormanlar, tarım alanları, sulak alanlardaki yapılaşmalar, göl ve derelerinin kuruması, orman yangınları ve yoğun ağaç kesimleri karşısında acil önlemlerin geliştirmekte gecikilmesi Antalya’da daha da yaygın zararlar ile karşılaşılmasının kaçınılmaz olacağının altı çiziliyor.
Ayrıca Avrupa’da Antalya gibi üzerinden uçak uçan kentler olmadığı; Eski uçakların hava alanına inişine izin verilmediği; Rusya ve ondan ayrılan ülkelerin Türkiye ilgisindeki en önemli etkenlerden birisinin de bu olduğu belirtilmelidir. 



Yüksek çekim gücüne sahip olan Antalya bir yandan yatay ve dikey yönde gelişen yapılaşmaları ile birlikte, nüfus artışı, yoğun araç trafiği, çevre kirliliği ile adeta bir “ısı adası” gibi atmosfere CO2 salınımında pek çok kente göre açık ara önde olmalıdır. 


“Dünya Kenti” , “Turizmin Başkenti” yakıştırmalarının gerçekle alakası olmadığı ilgili bütün çevrelerce bilinmektedir. Ama bu söylem sular kenti Antalya’yı su kaynaklarından mahrum bırakmıştır. Ormanlarının, yeşil alanlarının, sulak alanlarının, kuş cennetlerinin ve tarım arazilerinin kaybedilmesine neden olmuştur. Her alanda kullanılmaya başlanılan kimyasallarla, gıda güvenliği başta olmak üzere sağlıklı yaşama koşullarından uzaklaştırmıştır.  Diğer bir deyişle atmosfere CO2 salınımının etkisini azaltacak zenginlik kaynaklarından da hızla yoksunlaşması devam etmektedir.   

Dünya Sağlık Örgütüne göre yerleşimlerde nüfusa göre minimum yeşil alan oranı %9' olması gerektiği belirtilmektedir. İmar kanunumuza göre bu oran en az % 10 m2 dir. Antalya kent merkezinde ise bu oranın % 4 civarında olduğu akademik çalışmaların tespitleri arasında yer almaktadır. Bu hesaplamaya refüjlerdeki ağaçların, fidanların da dahil edilmesi sonucu değiştirmemektedir.  


Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporuna göre kentsel yapılı çevre, yıllık küresel sera gazı emisyonlarının %75 inden sorumlu, binalar ise tek başına bunun % 39 unu oluşturmaktadır.  Küresel enerjinin %36 sının binalara ayrıldığı ve küresel emisyonların % 8 inin yalnızca çimentodan kaynaklandığı açıklanmıştır.


Antalya’nın kent merkezinin adeta bir beton tarlasına dönüştürülmüş olması aslında küresel ısınma konusunda da dünya kentleri arasına girebileceğimizin açık görüntüleridir. 

O nedenle asfalt kutlamaları, imar şenlikleri düzenleyebilen, ülkenin en azgın deresinde yat limanı yapmayı düşünebilen, olmadı setlerle yapılan göletin kıyı erozyona neden olmasına seyirci kalınabilen, taşkın alanlarını imara açabilen, falezlerdeki yapılaşmalara rağmen fok balıklarını mağaralara davet eden, yoğun yapılaşmalarla diştaşlar, masa dağı gibi doğal yapıyı bozmayı övünç kaynağı haline getiren zamane yönetim anlayışları ile küresel ısınma hızını aşağıya çekmek pek mümkün görünmüyor.  

Yakın geçmişte kentsel dönüşüm adı altında SURYAPI  tarafından inşa edilen, beton satıhdan sonra, sırada bekleyen çok daha devasa bir alana sahip KIRCAMİ bölgesinde uygulanmak istenen imar planı bulunuyor. Bu haliyle yapılaşma faaliyetlerinin başlaması, küresel ısınma konusunda yapılmaması gereken hemen hemen bütün başlıkların hayata geçirilmesini de sağlanmış olacak.  


Uzmanlık kuruluşlarının bu bölgenin planlarına yönelik itirazlarından anlaşılacağı üzere,
Yoğun yapılaşma, beton bloklar, artan nüfus; ulaşım bağlantılarındaki sorunlar, yoğun trafik;
doğal eşiklerin korunmaması, doğal yapı ile uyumsuzluk, kullanışsız yeşil alanlar, tarıma veda;
arkların/su yollarının korunmaması, hali hazır yolların dikkate alınmaması nedeniyle sel, taşkın gibi iklimsel ve çevresel riskler; bölgenin jeolojik yapısı ve su yollarının varlığı gözetilmeden fosseptik uygulamaları öngörülmesinin neden olacağı çevresel ve sağlık riskleri yetmiyormuş gibi planda kişiye özel olarak yer verilen fosil yakıt /petrol-gaz satış istasyonu….  

Merkezi ve Yerel yönetimlerin bir yandan sürdürdükleri sıfır atık, akıllı kent uygulamalarının, iklimsel ve doğal yapı gözetilmeden teşvik edilen imar planlamaları düşünüldüğünde boşa kürek çekildiği düşüncesine kapılmamak mümkün değildir.


Aynı şekilde Antalya Büyükşehir Belediyesinin, merkezi yönetim projesi olarak Antalya Alanya otoyolunu kent planlarına işlerken neden olacağı doğa tahribatı, kirlilik, onca motorlu aracın neden olacağı titreşim  ve atmosfere kesintisiz  CO2 salınımını hesap etmemesi, tarım alanlarına vereceği zararı, yol kenarları boyunca yeni yerleşim alanlarının oluşacağını öngörememesi kabul edilebilir bir yaklaşım değildir.


Fosil yakıt kullanımını teşvik eden planlar hayata geçirilirken, ormanlar, tarım alanları imara açılırken, onlarca viyadük bağlantılı otoyol geçirilmesine destek verilirken, alternatif enerji temini  uygulamaları ile küresel ısınmaya karşı önlem geliştirmenin mümkün olamayacağı çok açık. Ama bu haliyle söz konusu teknolojik değişimlerin imalatçı ve tedarikçi firmaları zenginleştirmeye daha çok yarayacağı da ortada.  

O nedenledir ki küresel ısınmanın başlıca nedenlerden biri olarak görülen enerji sorununun, teknolojik değil, kültürel olduğunun altı çizilmektedir. 

Antalya örneğinde de görülebileceği gibi bir yaşam biçimi olarak daha fazla kar, daha fazla döviz kazanımı hedefi ile sonuca ulaşmak mümkün görünmemektedir. Aksine enerji verimliliğini esas alan, daha eşitlikçi, daha kamucu, doğa ile barışık ve onunla birlikte sürdürülebilir bir ekonomik modelin savunuculuğu ve uygulamaları ile tüketim çılgınlığına da, doğa tahribatlarına da son vermek mümkündür. 

Ama ne yazık ki halen bu yönde adım atılmasının önünü tıkayan egemen güçler, bütün karşı çıkışlara ve itirazlara rağmen küçük bir azınlığın beklentilerine göre yol almakta ısrar ediyorlar.  

 

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ETKİLERİNE KARŞI 

VAROLUŞ MÜCADELESİ 

 
Hükûmetler arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), Birleşmiş Milletlerin iki örgütü olan Dünya Meteoroloji Örgütü ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından 1988 yılında insan faaliyetlerinin neden olduğu iklim değişikliğinin risklerini değerlendirmek üzere kurulmuştur.       

                                           
IPCC 28 Şubat 2022 tarihinde, 67 Ülkeden 270 bilim insanının katkılarıyla “İklim Değişikliği 2022: Etkileri, Uyum ve Kırılganlıklar” başlıklı raporunu yayımlamıştır. 195 Hükümet tarafından onaylanan raporda iklim değişikliğinin etkilerinin her geçen gün dünya üzerindeki tüm canlılar için daha kötüye gittiğini, tahribata neden olmadığı bölge kalmadığını vurgulamıştır. 

 

Raporda sera etkisi yapan gaz salınımlarının acil olarak azaltılması, iklim değişikliğinin etkilerine karşı uyum önlemlerinin alınması ve en kırılgan grupların korunması çağrısı yapılmıştır.  Raporu değerlendiren Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, "Bazı hükümetler ve büyük şirketlerin söyledikleriyle yaptıkları arasında büyük farklılıklar var. Açıkçası yalan söylüyorlar ve bunun sonuçları korkunç olacak" demiştir.   


Aşırı hava olayları ve felaketlerden uzak kalabilmemiz için sıcaklık artışını 1,5 derecede sınırlandırılmasının kaçınılmazlığı ortaya konulan IPCC raporuna göre, “…küresel enerji üretimimizi, endüstrilerimizi, ulaşım yöntemlerimizi, tüketim alışkanlıklarımızı ve doğa ile ilişkimizi tamamen değiştirmemiz gerekiyor. Üretilen, tüketilen her şeyden ortaya çıkan karbon salımlarının en geç 2025 yılından sonra düşüşe geçmesi ve tüm dünyanın 2050 yılına kadar net sıfır hedefine ulaşması hayati önem taşıyor…” tespitlerinde bulunmuştur. 


Bilim insanları, sıcaklıklardaki artışın 1,5 derece düzeyinde tutulmasının tehlikeyi azaltacağını belirtiyor. 1,5 derecenin üzerinde ısınma ile deniz seviyesinin yükselmesi, aşırı hava olaylarının artması, biyolojik çeşitlilik kaybı, bazı türlerin yok oluşu, gıda kıtlığı ve milyonlarca insan için ekonomik ve sosyal koşulların kötüleşmesi ve benzeri felaketleri beraberinde getireceği söyleniyor. Halihazır ısınma eğiliminin sürmesi halinde, bu yüzyılın sonunda sıcaklıkların 3 ile 5 derece arasında artacağı tahmin ediliyor. Bu nedenle Antalya’nın yakın bir gelecekte önce Kahire gibi, daha sonra yaşanmaz bir kent haline geleceği belirtiliyor.  


Söylenen yalanlar ve sonuçlarının korkunçluğu şimdiden yaşanmaya başladığı gibi öncelikle en kırılgan grupları vuruyor. Yoksullar, korunaksızlar ve dışlananlar her zaman olduğu gibi ama bu kez çok daha fazla artan oranlarda eşitsiz yaşam koşullarının öncelikli kurbanları olmaya devam ediyorlar.  Ancak bu süreç böyle devam ederse eninde sonunda zenginler, egemenler, kendini muktedir görenler ve bunlardan medet umanlar hep birlikte dünyanın sonunu getirmiş olacaklar.

Bütün çevrelerce mutabık kalınan konu atmosferde sera gazı etkisi ile süren yaşam dengesi artık  bozulmuş durumda.  Sanayi devrimi ile birlikte başlayan ısınma döneminin, olağan ısınma sürecinden farklı olarak, tamamen insan faaliyetleri sonucunda, giderek yaşam koşullarının ortadan kalkmasına neden olacak bir seyir izlediğinin altını çiziliyor. 


Belirlemelere göre enerji sektörü, küresel sıcaklığın artmasına yol açan sera gazları salınımının yüzde 75'inden sorumlu. Bu nedenle, iklim değişikliğiyle mücadele hedefleri arasında, fosil yakıt kullanımının sona erdirilmesi girişimleri başı çekiyor. Enerji tüketiminin büyük çoğunluğunu karşılayan, yakıldığında karbondioksit ve diğer sera gazlarını atmosfere salan kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtlar çoğunlukla elektrik üretiminde, ulaşımda ve ısıtma amacıyla kullanılıyor. Ama ne yazık ki halen fosil yakıtlarla enerji üretimine yönelik büyük yatırımlar yapılmaya devam ediliyor… 


Aynı şekilde endüstriyel tarım ve hayvancılık, ormansızlaşma politikaları, hava, toprak ve su kirliliğinin artmasına neden olan kimyasal kullanıma dayalı pratikler de iklim krizinin, canlı türlerinin kaybının önde gelen sebepleri olarak gösteriliyor.                         

                                                                                                 
Yerkürenin, gezegenin ve dolayısıyla tüm canlıların varlık/yokluk girdabına girmesine neden olan ve bu sarmaldan çıkışın önünde engel teşkil eden, her geçen gün daha fazla insan ve doğa kıyımına neden olan söz konusu insan faaliyetlerinin menşei ve motivasyon nedenlerinin kapitalist üretim ve tüketim ilişkilerine dayalı olduğu konusunda herhangi bir tereddüt bulunmuyor. 


KÜÇÜK BİR AZINLIĞIN KÜRESEL TEHDİDİ   

Küresel sermayenin devletler ve piyasalar üzerinde sahip olduğu güç, hegemonyacı ve yayılmacı karakteri, toplumsal olanı ret eden, şirket ve özel menfaatleri esas alan politikaları,  öngörülen önlemlerin hayata geçirilmesi önünde en önemli engel olduğu biliniyor. 


Kamusal otoritenin desteğini de arkasına alarak daha çok kazanma, daha fazla kar, sınırsız güç ve yaygın pazar beklentileri ile hareket eden bu oligarşik yapı, geçmişten bugüne küresel ısınmanın esas sorumlusu aynı zamanda. Bu yaklaşımın öncelikle eşitsiz yaşam koşullarını derinleştirirken, kontrolsüz sanayileşmeyi, hesapsız enerji talebini, çarpık kentleşmeyi, ulaşımda, enerjide fosil yakıt kullanım ısrarını, sınırsız tüketim teşvikini, denetimsiz hayvancılık ve kimyasallara terk edilmiş tarımsal faaliyetleri ve ormansızlaşmaları, kısacası doğal olmayan yollarla atmosfere karışan karbon salımının denetimini büyük ölçüde imkansız hale getirdiğine kuşku duyulmamaktadır.       

                  
Bu küçük azınlık, egemenliğinin sürmesi, şatafatlarının ve keyfiyetlerinin kesintiye uğramamasının bedeli olarak kendi dışındakilerini, yaşamın dışına itmekte hiçbir sakınca görmemektedir. O nedenle iklim krizine karşı verilecek mücadele esas olarak, yukarıdan aşağıya bu oligarşik yapıya bağımlı olan, çıkar ilişkilerini sürdüren; toplumcu ve kamusal beklentileri bertaraf etmek isteyen, yaşam alanlarımıza göz dikenlere karşı olmalıdır.      


Birleşmiş Milletler (BM) Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)'nin 4 Nisan'da yayımladığı rapora göre, dünya genelinde enerji üretimi ve tüketiminde fosil yakıt çağı mutlaka sona ermelidir. Kömür üretimi ve kullanımı kalıcı olarak terk edilmeli, kömürlü termik santrallerin devre dışı bırakılarak temiz enerji kaynaklarına yönelmelidir. 


Gelin görün ki fosil yakıtların hızla terk edilmesi konusunda etkin ve güvenilir yollar hala tartışmalı haldedir. Raporda seyahat, beslenme, barınma alanlarındaki enerji taleplerinin azaltılması ve düşük karbonlu yaşamın teşvikinin sağlanması gerektiği belirtilmektedir. Ama iklim değişikliğiyle mücadelenin yüksek maliyetli olduğu savıyla zaman kaybına neden olan çevreler var. Oysa raporda erteleme söz konusu oldukça önlem alma maliyetinin daha da arttığı ortaya konulmaktadır. Ve ne yazık ki hala fosil yakıtlara daha fazla finansman ayrılıyor ve hükümetler fosil yakıt sübvansiyonlarına hız kesmeden devam ediyorlar. 


IPCC' raporunun can alıcı noktası, kişi başına en yüksek salıma sahip hanelerin yüzde 10'u, hane halkı tüketiminden kaynaklanan sera gazı salınımlarının yüzde 45'inden sorumlu. Yani dünyanın en zenginlerinin tüketimlerinin dünyaya ve insanlığa verdikleri zararın önüne geçilmesi durumunda neredeyse %50 oranında avantaj elde edilecek. Ancak bu çevrelerin ne yüksek refah düzeylerinden ne de yaşam standartlarından vazgeçme niyetlerinin olmadığı ortada.  


Önerilen yenilenebilir enerji kaynakları olarak Güneş Enerjisi, Rüzgâr Enerjisi, Jeotermal Enerji, Hidroelektrik, Biyoenerji, Okyanus Enerjisi mevcut enerji ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olduğu biliniyor. Aynı zamanda bugünün enerji yoğun kültüründe, hiçbir teknolojinin çevreye sıfır zararlı olmadığı tespitleri de söz konusu. 

Küresel ekonomik sitemin kar amacı alternatif enerji alanında da geçerli. Söz konusu teknolojik değişimler üretimin ve servetin artmasına katkıda bulunmak üzere kullanılıyor. Aşırı tüketim teşviki,  kaynakların eşitsiz dağılımı, toplumun değil piyasanın ihtiyaçlarının esas alınması ve bunlara bağlı olarak bölgesel savaşlar, salgın hastalıklar, yoksulluk, ırkçılık, istismar, ayrımcılık, göç, dışlanmışlık, çevresel etkisi düşünülmeyen yatırımların sürmesi “yeşil enerji” atılımlarının sonuç vermeyeceğini ortaya koyuyor. 


Hiç kuşku yok ki esas olan doğaya uyumlu, eşitlikçi bir ekonomik modele sahip olabilmek.  Halihazırda egemen olanın sürdürdüğü politikalar ve düzenlemeler onun egemenliğini pekiştirmeye yarıyor. Sorunumuz daha fazla konfor ve daha fazla kar değil, doğa ile barışık olmak ve doğa ile birlikte sürdürülebilirliğin sağlanmasıdır.   


Bu hedeflere ulaşma için yerellerden başlayarak küresel bir dayanışmaya ihtiyaç olduğu çok açık. Dünyayı esaret altında tutan bu oligarşik yapıya karşı güçlü bir karşı çıkışla neo liberal politikalara son vermekten başka bir seçenek görülmüyor. 




24 Mart 2022 Perşembe

ANTALYA ALANYA OTOYOLU

TC Cumhurbaşkanlığı'nca 08.03.2022 tarihinde,  Antalya Alanya Otoyolu projesini “yap işlet devret” (YİD) modeli çerçevesinde gerçekleştirmek üzere şirket ile sözleşme yapmaya Karayolları Genel Müdürlüğünü (KGM) yetkili kıldığına ilişkin karar alındığı duyuruldu.

Bilindiği gibi, YİD modeli, kamunun görev alanına giren bir yatırım veya hizmetin, yatırım ve işletme döneminde yapılacak masrafları yüklenen ve karşılığında yatırım sonucu ortaya çıkacak tesisi, önceden belirlenen bir süre ve tarife üzerinden işletme hakkına sahip olan bir şirket eliyle gerçekleştirmesi yöntemidir.

Bu yöntemin nasıl belirleneceği ve şirket ile kurulan özel hukuka ilişkin sözleşmeleri, 3996 sayılı sayılı “bazı yatırım ve hizmetlerin yap işlet devret modeli çerçevesinde yapılması hakkında kanun” 4. Maddesine göre yetkili kılınan kamu kuruluşu yürütüyor. 

 

Anayasa Mahkemesi YİD modeliyle gerçekleştirilecek işlerin “kamu hizmeti imtiyazı” olarak ve “idare hukuku” kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Bu bakış açısını ortadan kaldırmak üzere bir dizi yasa ve anayasa değişikliklerinden sonra, bu doğrultuda yargısal denetim koşulları da ortadan kaldırılarak, YİD modeli özel hukuk alanının koşullarını gözeterek, tipik uygulamalar arasında yerini aldı. 

 

Kamunun kaynak yetersizliği nedeniyle gerçekleştirilmesinde güçlükler yaşanan büyük altyapı projelerine alternatif finansman sağlamak amacıyla yürürlüğe konulan (YİD) sistemi artık bir devlet politikası olarak uygulanıyor.

 

Dahası adrese teslim olarak adlandırılan,  4734 sayılı kamu ihale kanunu 21. 22. Maddelerinde ifadesi bulan pazarlık usulü ve doğrudan temin düzenlemeleri de idarelerin sıklıkla başvurduğu bir yöntem haline getirildi.

Şu aşamada Antalya Alanya otoyol projesinin hangi şirket ve hangi koşullarda hayata geçirileceği açıklanmadı ama benzer uygulamalara bakarak diyebiliriz ki, YİD modeli kamusal hizmeti ilgilendiren bir alanda, kamusal kaynakların piyasaya aktarılmasının, ulusal/küresel sermaye çevrelerine transferinin ve yandaş kollamalarının en etkili ve verimli yollarından biri olduğu gerçeği toplum nezdinde pekişmiş durumda.  


İstanbul, Marmara ve Karadeniz sahilleri başta olmak üzere her bölgede yaşanmakta olan köprü ve otoyol geçiş tartışmalarından sonra Çanakkale Köprüsü için belirlenen geçiş ücretlerinin de insaf sınırlarını aşması (Köprüden geçip dönmek asgari ücretin  %10’u kadar) YİD modeli uygulamalarının kamu yararını gerçekleştirmekten uzak olduğunu ortaya koymaktadır.  


Yapılan değerlendirmeler ortaya koymaktadır ki YİD modellerinde dış kredi kullanılması, Hazine tarafından teminat olarak kapasite/müşteri garantisi verilmesi, maliyetten kurtulalım  derken serbest piyasanın işletme maliyeti altında kamu bütçesinin de içinin boşaltılmasını beraberinde getiriyor. 


Zira sözleşmelerine göre, geçiş ücretleri döviz kuru üzerinden yapılan hesaplar ile TL olarak uygulanıyor. Bu durum kullanıcıları hem fahiş geçiş ücreti ödemek durumunda bırakıyor hem de eksik kalan geçişler için Hazinenin  garanti ödemesi kapsamında kamu bütçesinden karşılamasına neden oluyor. 

Diğer bir deyişle bu ödemeler Hükümet üyelerinin veya Cumhurbaşkanının kişisel hesaplarından değil, hepimizin hakkı olan kamu bütçesinden ödeniyor. Bu ödeme ne kadar yüksek olursa o kadar daha fakirleşiyor, hayat pahalılığı artıyor ve ihtiyaç duyduğumuz yatırımlardan mahrum kalıyoruz.

  
Bu haliyle YİD modelinin uygulandığı her konu, ulaşım hakkı, sağlık hakkı, barınma hakkı gibi temel haklarımızın, ( şehir hastaneleri, iş merkezleri, toplu konutlar vs.) kamusal hizmet olmaktan çıkarıldığını, şirketlerin  kazanç kapısı haline getirilmesi sonucu doğurduğunu görmemek mümkün değil.


Kuşkusuz ki kullanım garantileri verilirken yapılan hesaplamalarda ciddi bir öngörüsüzlük / haksızlık / yolsuzluk denilebilecek nedenler söz konusu. Ya da kamusal yatırım adı altında ihtiyaç dışı/ihtiyaç fazlası yatırım yapılmaktadır ki, hem kamu kaynakları sorumsuzca tüketilmekte, hem de alım gücüyle orantısız yararlanma koşulları ile karşı karşıya kalınmaktadır.  
 

Hemen bütün YİD modellerinde yaşanan bu sorun, gerçekte bu modele başvurulurken AKP yönetiminin toplum ihtiyacının karşılanmasından ziyade, başta kendi yakın çevresi olmak üzere ilişkili olduğu piyasa aktörleri için birer zenginleme aracı olarak kullanmak istemesinin bir sonucudur. 

Hiç kuşku yok ki bu durum neoliberal politikaların bir sonucudur. Bu nedenle kamusal hizmete yönelik yatırım ve işletme maliyetinin, neden olabileceği olumsuz sonuçların, çevresel tahribatların boyutları AKP iktidarı için tali konular haline geldiği görülmektedir.  
 

Antalya Alanya otoyolu projesi kamuoyuna müjde olarak yansıtıldı. Ancak temcit pilavı haline getirilen bu projenin aynı zamanda bir seçim yatırımı olarak tekrar gündeme alındığı anlaşılmaktadır.
 

ÇED raporunda yapılan açıklamalar ve bilinen yanlarıyla bu proje kent sakinlerine, güzergahı boyunca yer alan tarihsel, kültürel, ekolojik değerlere, mevcut yerleşimlere ve kamu bütçesine yönelik esaslı bir “yıkım” ve “kıyım”hamlesi olduğu konusunda şüphe duyulmamalıdır.  
 

ANTALYA ALANYA OTOYOLU’NUN ÖYKÜSÜ
 

Projenin tam adı, (Ankara-İzmir) Ayrımı AfyonKarahisar-Antalya-Alanya Otoyolu ve Malzeme Ocakları Projesidir. 2023 hedefleri çerçevesinde planlanan 428 km lik bir otoyoldur.
 

Antalya Alanya arasındaki proje güzergâhının uzunluğu bağlantı yolları hariç yaklaşık 156 km, bağlantı yolları ile birlikte ise 187 km olacağı; ana gövdesinde  2×3 şeritli yolda 120 km/saat bağlantı yolunda da 100 km/saat hız yapabileceği belirtilmektedir.   
 

Döşemealtı Ilıcaköy’ün yaklaşık 1,5 km güneyinde Kocaçay Deresi kesişiminden yaklaşık 60 m önce başlayan Antalya- Alanya güzergahı, Gebiz’in güneyinden Serik, Taşağıl ve Manavgat’ın kuzeyinden devam ederek Torosların güney yamaçlarından ilerleyerek, Dim Çayı öncesinde Alanya-Gazipaşa-       5. Bölge Hududu Karayolu Projesi’nin yaklaşık 1 km kuzeyinde, devlet yoluna paralel olarak sonlanmaktadır. 


Bakanlık bu projenin ÇED süreçlerini 2010 yılında “Afyonkarahisar-Antalya Kesimi” ve “Antalya-Alanya Kesimi” olarak başlatmıştır. Yine aynı yıl KGM aracılığı ile, Antalya Alanya kesimi için Yüksel Proje Uluslararası A.Ş ile proje sözleşmesi imzalanmış ve işyeri teslimi yapılmıştır. 


ÇED sürecinde 2016 yılında KGM tarafından Döşemealtı Ekşili, Manavgat ve Alanya Çıplaklı’da Halkın Katılımı Toplantıları yapılmıştır. ÇED Raporunun nihai şekli 2018 yılında Dokay Çed Çevre Mühendisliği Lmt. Şti. tarafından hazırlanmıştır. 


Güzergâh boyunca 7 otoyol hizmet tesisi, 10 tünel, 25 viyadük, 44 köprü, 55 alt geçit, 46 üst geçit, 423 menfez ve 9 kavşak yapılması planlanmaktadır. 

Yine güzergâh boyunca yapılması öngörülen 10 tünelin toplam uzunluğu yaklaşık 44.974 m (çift tüp olarak), 25 viyadüğün uzunluğu da 22 bin 41 metre olarak hesaplanmıştır. 


Bu denli yoğun viyadük, köprü, alt geçit, ve üst geçit olmasının nedeni bu bölgenin hali hazırda yerleşim alanlarıyla, tarımsal topraklarıyla, mevcut yolları, dereleri, akarsuları, ormanlık alanları, seraları vb. sosyal, ekonomik, kültürel, tarihi değerlerinin varlığından kaynaklanmaktadır.  
 

Bu proje kapsamında, yer alan yol ekseni merkez olmak üzere sağından 1.000 m ve solundan 1.000 m toplam 2.000 m’lik koridor “ÇED İnceleme Alanı” olarak belirlenmiştir. Doğrudan etkilenme alanı olarak da 500 metre genişliğe göre yapılan değerlendirmelerde  639,72 hektar ‘bozuk koru’ 5826,37 hektar ‘tarım alanı’, 1914,42 hektar ‘koruluk alan’, 1468,19 hektar ‘makilik alan’ ve 1089,05 hektar ‘bozuk baltalık alan’ bulunduğu tespit edilmiştir. 

 

Antalya Alanya Otoyol projesinin başlayacağı müjdesi kimileri için çok cazip gelebilir ama bu müjdenin ÇED raporunda yer alan söz konusu bilgiler,  bir kültür ve yaşam kıyımından, çevresel ve ekolojik değerler bütününün gözden çıkarılmasından başka bir anlama gelmediğini ortaya koymaktadır.  
 

Doğal ve arkeolojik sit alanlarının yanı sıra binlerce hektar tarım ve orman arazisinin orta yerinden geçecek olan bu proje 87 köy ve mahalleyi etkilemektedir. Aspendos antik kentinin bitişiğinde bulunan Köprüçay 1. Derece Sit Alanı’nı 485 metrelik viyadükle geçerken “sesten etkilendiği için önlemler alınan bu alanda” şimdi kesintisiz deprem etkisindeki inşaat projeleri/araç trafiği gerçekleştirilmek istenmektedir. 


Aynı şekilde Manavgat Değirmenderesi geçişinden sonra Side Antik Su Yolu'nu kesilmesi ve bu alanın da viyadükle geçilmesi planlanırken buna benzer onlarca yüzlerce özellikli alanın gözden çıkarılmasında bir sakınca görülmemektedir.  

 

Bu proje ile turizme hizmet, alternatif alanlar oluşturmak gibi hedeflerden bahsedilmektedir. 

Özgünlüğünü ortadan kaldırarak, çevresel değerlerini yok ederek, korunacak hashas alanları, su kaynakları, yeşil alanları, verimli toprakları beton ve asfalta gömerek geriye kalanlarla turizme alternatif oluşturulmasının mümkün olamayacağı çok açıktır.                                

Bu alanın kestirme yol olarak savunulmak istenmesi ise son derece vahim, acımasız ve etik dışı bir yaklaşımdır. 


Merkezi veya yerel yönetimler, Antalya Alanya otoyolu örneğinde de görüldüğü gibi kamusal haklarımızı şirketleri zenginleştirmek, hak sahiplerini ise müşteri olarak görmekten vazgeçmelilerdir.  


KILIFINA UYDURULAN ANTALYA ALANYA OTOYOLU 


Proje güzergahının tarım arazisi, sulak ve ormanlık alan olması, korunması gereken hashas (sit) alan niteliklerine sahip olması idare için kılıfına uydurma hamlelerini kaçınılmaz kılmıştır.   

 

Örneğin Antalya İl Tarım  ve Tarım Müdürlüğünden “Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu” uyarınca  bu alanların tarım dışı kullanım izinleri alınmıştır. Bu kamu kurumu halen tarımsal amaçlarla kullanılan alanlara beton dökülmesinin daha üstün yarar olarak görmekte sakınca görmemiştir.  
 

Ormanlık alanlar için bulunan formül ise, güzergahta yer alan orman sınırının Karayolları sınırı içinde çekilmesinden ve Orman Bakanlığınının olurunu almaktan ibarettir. Orman özelliğini yitirmiş mi, kamu yararı var mı gibi soruların tartışılmasına gerek görülmemiştir.  Çünkü artık her koşulda bürokrasiyi “al aşağı eden” tek adam yönetimi anlayışı ile bütün projeler hayat bulmaktadır. 

   

Korunması gereken hashas alanlar için gerekli "uygunluk görüşü" alınması, idari yapılanmada sağlanan değişikliklerle çoktan kolaylaştırılmış durumdadır.        Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına bağlanan Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü ve bunların teşkilatları gelen talimatlar doğrultusunda uygun görüş bildirmeye ayarlı olmaları bir sır değildir. 

 

4 yıl önce başlanacağı ve inşaat aşamasının yaklaşık üç yıl süreceği 2021 yılına kadar otoyolun tamamlanacağı açıklanan bu proje, şimdi bir kez daha yapılan müjdeli açıklama ile yeniden kamuoyunun gündemine alınmıştır.
 

ÇED raporunda KGM tarafından yapılacak bakım ve onarım çalışmaları yanında, işletme aşamasının yaklaşık 49 yıl süreceği belirtilmektedir. Yani 49 yıl boyunca dolara endeksli geçiş bedelleri ödenecek ve henüz açıklanmayan ve garanti edilecek araç geçişlerinin eksik kalanlarının tutarları da halkın cebinden çekilecektir.

Antalya ilk kez bu proje ile paralı otoyola kavuşmanın sevincini yaşayacak ama belirtmek gerekir ki 4 yıl önceki proje maliyet bedeli 7 milyar TL üzerindedir ve bugüne uyarlanan fiyatlarıyla daha bugünden geçiş ücretinin 400-500 TL olacağı hesaplanmaktadır.
 

Elbette parası olanlar paralı otoyollarını tercih edeceklerdir. Hatta aralarında kendilerini ayrıcalıklı hissedenler de olacaktır. Oysa bu his, kamusal imkanların kamunun zararına kullanılmasından, kamusal bir hizmet olan ulaşım hakkının ihlal edilmesinden, kamu görevlilerinin görevlerini kötüye kullanmalarından, kamusal kaynakların şirketlerin, iktidara yakın olanların zenginleşme aracı olarak kullanılmasından, yani işlenen suçların, hak ihlallerinin, gaspların, insan ve doğa kıyımlarının sonucunda elde edilen bir ayrıcalığa dayanıyor olacaktır. 
 

Kentsel haklarımıza karşı suç işleyen merkezi veya yerel yöneticilerin kılıfına uydurarak elde etmek istedikleri bütün bu düzenlemeler, toplumsal olandan yana ortak çıkarlarımızın berhava edilmesine neden olmaktadır.  
 

Bitirirken, Yukarı Köprüçay Havzası Koruma Platformu’nun yıllar önce bu proje ile ilgili açıklamasını hatırlamakta yarar bulunmaktadır. “…Doğa ve kültür mirasının yanında tarım ve orman alanlarına da büyük bir darbe vuracak olan bu otoyol girişimi Antalya'nın coğrafyasını batıdan doğaya doğru yırtarak insan ve doğa için oldukça önemli olan dağ ve ova ilişkisini bıçak gibi kesecektir. Doğa turizmi doğayı katlederek değil, doğayı içindekilerle birlikte koruyarak gelişir. Kalkınma ve büyüme adına yapılan bu girişim kabul edilebilir değildir. İlgililerden bir an önce bu otoyol projesinden vazgeçmelerini, mevcut devlet yolunda yapılacak iyileştirmelerle yöre halkına en iyi şekilde hizmet verecek düzenlemeler yapmalarını bekliyoruz.”




10 Mart 2022 Perşembe

KIRCAMİ PLANLAMASI

BASIN BİLDİRİSİ


1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni planının Çevre Şehircilik ve İklim Bakanlığının 08.02.2022 tarihli oluru ile onaylanması sonucunda, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Antalya-Burdur-Isparta Planlama Bölgesi planlanma değişikliği ile kamu yararı ve Toprak Koruma Kurulu kararını gerekçe göstererek Kırcami Bölgesini “kentsel gelişim alanı” olarak yeniden planladı. 


Bakanlık onayı sonrası 16.02.2022 tarihinde Büyükşehir Belediye Meclisi 1/25000 ve 1/5000 ölçekli nazım imar planlarını kabul etti.  21.02.2022 tarihinde de Muratpaşa Belediye Meclisi 1/1000 ölçekli uygulama imar planını kabul etti.  
 

Kırcami Bölgesi, Doğuyaka, Topçular, Mehmetçik, Güzeloluk, Zümrütova, Yeşilova, Kırcami mahallelerinin tamamı ile Fener ve Çağlayan Mahallelerinin bir kısmını içermektedir.
 

Belediye Meclislerinde yer alan siyasi parti temsilcileri kabul edilen planları oybirliği ile onaylarken Kırcami planlamasının “siyaset üstü” ele alınmasının kaçınılmaz olduğunu açıkladılar.  
Haksız da değillerdi. Bölge sakinlerinin kendilerine karşı sabrı tükenmişti. Kentin merkezindeki 1500 hektarlık alan atıl halde bırakılmıştı ve beklentiler her seferinde sekteye uğruyordu. Bölgenin kent ile entegrasyonunun sağlanması gerekiyordu.
 

Ne var ki Kırcami Planlaması denilince, kamusal servet niteliğindeki değerlerin heba edilmesini teşvik eden anlayış, söylem ve uygulamalar eşliğinde; siyaset aktörlerinin bu alanı da, siyaset üstülük adı altında çaresizliğe ve kamusal zenginlik kaynaklarını da el birliği ile feda etmeye sürüklediğini ve Kırcami’nin konumunun ve potansiyelinin görmezden gelinmesinin istendiği tartışmadan uzak bir hal almıştır.       
 

Ayrıca kabul edilmelidir ki Kırcami planlaması denilince akla gelecek ilk saptama, 40 yıl boyunca kent yönetimlerinde söz sahibi olanların “plan mı pilav mı” tercihleriyle siyaset yapmaları ve buna göre kentsel yaşamı yönlendirme çabaları olmuştur. Ranttan elde edileceklerle siyasi ikbal peşinde olan piyasacı siyaset bu alanın plansız kalmasına neden olmuştur.
 

Planlanan alanın niteliği, sahip olduğu özellikleri, yakın ve uzun vadede elde edilmesi hedeflenen kamusal beklentileri karşılama potansiyeli konularında mutabakat sağlanması için ortaya konulan çaba tedavüldeki siyaset anlayışınca kabul görmemiştir. Kentin duyarlı dinamiklerinin, meslek odalarının ve kent konseyinin görüşleri planlara aktarılmamış; daha önceden defalarca iptal edilen plan çalışmasının devamı niteliğinde planlar onaylanmıştır.
 

Hiç kuşku yok ki hem hak sahiplerinin hem de ilgili bütün çevrelerin bu süre boyunca verdikleri mücadele kent belleğinde derin izler bırakmaya devam etmektedir.  
 

Şurası açık ki planlanan her alan bütünlükçü bir yaklaşımla kamusal çıkarlarımızı ve ortak ihtiyaçlarımızı esas almalı ve buna göre planlanmalıdır. Yanlış ve uyumsuz emsallere göre hareket etmenin ne mülk sahiplerine ne de kent yaşamına fayda getirecektir.
 

Kırcami’nin yeniden planlanmasının dayanağı olan “kamusal yarar” kavramının kişisel çıkarların ve değerlendirmelerin toplamına indirgenmesi mümkün değildir.  
 

Aynı şekilde “Kentsel Gelişme Alanı” kavramı da asfalt, beton, çelik ve yaratılan insan yoğunluğu ile canlı cansız varlıkların, yer altı ve yer üstü değerlerin gözden çıkarılması anlamına gelmemektedir.
 

O nedenle ANTALYA KENT İZLEME PLATFORMU olarak konusunda uzman arkadaşlarımızın katkılarıyla kamuoyu ile paylaşmak üzere KIRCAMİ RAPORU hazırladık.
 

Kısaca Kırcami Sürecine değindikten sonra, üzeri örtülmek istenen gerçeklikleri hatırlatmak istedik. Her planlamada olduğu gibi, planlanan alanın özgünlüğünün korunması ve iklim odaklı bir yaklaşımın neden kaçınılmaz olduğunu açıkladık. Doğal olarak bunun için kamusal çıkarlarımızın kişisel beklentilere feda edilmemesi gerektiğinin altını çizdik. Toprak, su, temiz hava, sağlıklı çevrede yaşamanın esaslı parçalarından olan ulaşım etütlerinin eksikliğine, parselasyon çalışmalarının neden olacağı sorunları açıkladık.
 

Kuşkusuz bu alanda ortaya çıkan ve çıkacak olan olumsuzluklara ilişkin başkaca katkıda bulunulacak konular ve uzmanlık kuruluşları ve kişiler olacaktır. Ancak raporumuzla ortaya koyduğumuz saptamalarla da yetinerek diyebiliriz ki;
Kırcami Planlaması ile bütün bir kent sakinleri ile birlikte, kamusal nitelikte görev yapan meslek odaları ve diğer kurumlar ve kişilerin “bile bile lades oyununa” (aldanmadığı halde bilerek aldanmış görünmek, iyi olmayan bir durumu bilerek kabul etmek tutumuna) dahil edilmek istendiği mevcut koşullarda; 

kentsel haklarımız için dikkate alınması gereken bir ses, bir çığlık olmak istedik.   
 

Henüz hala vakit varken, belki de en fazla 6 aylık bir süreçte yeni bir planlamanın mümkün olduğunu düşünüyoruz. Kırcami Planlamasında korunmaya değer kamusal varlıklar ile birlikte verimli toprakların, su kaynaklarının, çevresel ve kültürel değerlerin işlevsel kılınması, parselasyonu, yapılaşması, alt yapısı ve kentle bütünleşik ulaşım planlanmasının kentsel mutabakat sağlanarak hayata geçirilmesi, hem yörenin hem de kentin sakinlerinin ortak çıkarlarına hizmet edeceğine inanıyoruz. 10.03.2022
                                                   ANTALYA KENT İZLEME PLATFORMU
                                                                         sözcüsü
                                                                Av.Mustafa ŞAHİN

 

 

KIRCAMİ PLANLAMASI RAPORU

 

KIRCAMİ PLANLAMASI SÜRECİ
 

50 yıldır Antalya’da en fazla tartışılan imar konusu Kırcami İmar Planıdır. 1979 yılında hazırlanan (Zühtü Can Planı) Antalya Nazım İmar Planında bu alan E (Yapı Yoğunluğu)= 0.10 ve Tarımsal Karakteri Korunacak Yerleşim Alanı olarak belirlenmiştir. Bu tarihten çok kısa süre sonra yaşanan darbe; siyaset, ekonomi, ahlaki ve etik kurallar, demokrasi anlayışı vb. değerlerin değişiminde Türkiye için en önemli, kırılma noktalarından birisi olmuştur. Kentsel alanların rant alanı olarak değerlendirilmesi, ekonominin başta gelen sermayesi olarak görülmesi de bu döneme rastlar. Eğitiminden iç politikalara, merkezi hükümetlerden yerel yönetimlere herkesin bu alanlardan nasıl daha fazla kazanç sağlarız çabası bugüne kadar ulaşmıştır.
 

Bu sürecin ürünü olan kimi uzmanlık çevrelerinin de “planlanan her alan rant yaratır” söylemini şiar edinmesi kentsel değerlerin korunamamasını ve giderek yok edilmesinin önünü açmıştır.  
 

Bütün bu süreç içinde hazırlanan planlarda Kırcami Bölgesi için; Mahkemelerin iptal kararları nedeniyle, “0,10 Emsalli Tarımsal Korunacak Yerleşme Alanı”, “Prestij Proje Alanı”, “Tarımsal Planlama Alanı”, “Kent İçi Tarımsal Planlama Alanı”, “0,41-0,80 Aralığında Emsalli Konut Yerleşme Alanı”, “0.80 emsalli Konut Yerleşme Alanı”, “Özel Planlama Alanı”, “Özel Planlama Alanı- Kentsel Gelişim Alanı” değişik adlarla plan kararları verilmiştir. Dava süreci devam eden en son planlarda da plan kararı artık “Gelişme Konut Alanı” na dönüşmüştür.

1979 plan raporunda Kırcami bölgesinin tarımsal niteliği korunacak alan olarak belirlenmesinin gerekçesi: “Lara kıyısında oluşacak turizm alanlarının ihtiyacını karşılayacak ürün elde edilmesi, böylece tarım yapan yerleşik yöre halkının turizmden önemli ölçüde pay alması, verimli tarım topraklarının bu şekilde korunması, yerel göçün önlenmesi, kentte oluşacak yoğun yapılaşma içinde doğal dengenin korunması” olarak açıklanmıştır.
 

1996 yılında yapılan Nazım İmar planında 0.80 yoğunluklu konut alanı olarak planlanmış ancak açılan dava sonucunda planın iptaliyle Kırcami Bölgesi plansız alana dönüşmüştür.
 

2003-2006 yılları arasında düşük yoğunluklu tarımsal niteliği korunacak alan olarak planlansa da 1996 yılında ve sonrası verilen siyasi sözler nedeniyle Kırcamilileri hoşnut etmemiştir.
 

2007 yılı ve sonrasında ise bölge 0.80 yoğunluklu, Kentsel Gelişme Alanı olarak planlanmaya başlamış ancak Meslek Odalarınca defalarca açılan davalar sonucu planlar iptal edilmiştir.
 

Planlama kent bütünü göz önünde tutularak kentin geleceği, demografik yapı, yeni ekonomik beklentiler, sosyal yaşam, kültürel değerler, psikolojik gereksinimler vb. doğrultusunda belli periyotlara göre konularında uzman kuruluş ve kişilerin, resmi ve gayri resmi kent dinamiklerinin bir araya gelmesiyle/ mutabakatı ile yapılır. Belirlenen alanların içerisinde ya da sınırında verimli tarım alanları, sulak alanlar, ormanlık alanlar, kültürel ve arkeolojik değerler vb. kent ile komşu ya da sınırdaş olsa dahi yerleşim yeri olarak planlanamaz.  
 

Şubat 2022 tekrar onaylanan planın, açılacak dava sonucunda tekrar iptal edileceğini öngörmek için uzman olmak gerekmemektedir.
 

Kent yöneticilerinin kendi dünya görüşlerini bile yok saydıkları yaklaşımları, uzmanlık kuruluşları, meslek odalarıyla uzlaşma çabaları, hatta kimilerini hedef gösterilmelerinin nedeni de budur.
 

KIRCAMİ PLANLAMASINDA ÜZERİ ÖRTÜLMEK İSTENEN GERÇEKLER
 

*Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliğinde belirtildiği şekilde her planlama çalışmasında yerine getirilmesi gereken işlemler, yenilenmesi gereken kurum görüşleri tamamlanmadan, hak sahiplerinin ve kamu bütçesinin lehine mevzuatla getirilen güncellemeler yapılmadan KIRCAMİ BÖLGESİ imara açılmak istenmektedir. 


Altlığı 2012 yılına dayanan 2014 yılında 1/5000 ölçekli nazım imar planı, 2016 yılında onaylanan 1/1000 ölçekli uygulama imar planının, 2019 yılında onaylanan revizyon planının devamı niteliğindeki yeni planlar, bölge sakinleri için de kentsel yaşam için de son derece olumsuz etkileri beraberinde getirecek niteliktedir.  
 

*Bilindiği gibi bu bölge halen kente en yakın verimli tarım alanlarına sahiptir. Örtülü tarım devam etmektedir (Şekil 1). Gelişen teknolojiyle geleceğin dünyasının en önemli sektörü olacak tarım sektörüne katkı sağlamaya devam edecektir.
 

*Plan raporu, planın ı̇çerı̇ğı̇ne ı̇lı̇şkı̇n gereklı̇ etüdlerı̇ ve ayrıntıyı ı̇çermemektedir (Bkz. Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliği).
 

*Ayrıca, belirtilmesi gerekir ki son Yargı Kararları ile şekli incelemeler yapmış, plan iptali kararları usulden verilmiştir. Planlamaların esasına girilerek yargısal denetim yapılmamıştır.  
     
 


Şekil 1. Kırcami’nin havadan görüntüsü
 

KIRCAMİ BÖLGESİNİN ÖZGÜNLÜĞÜ  KORUNMALI ,                                                        ÇEVRESEL VE İKLİM ODAKLI BİR YAKLAŞIM BENİMSENMELİDİR
 

*Kırcami yaklaşık 1477 hektar büyüklüğünde, topografyayı takip eden tarihi arıkları (Şekil 2), meyve bahçeleri ve onları çevreleyen on yıllar içinde büyüyen andız ağaçlarını, asırlık andıç ve çınar ağaçlarını barındıran (1), kendine özgü su-bitkilendirme-parselizasyon-yol örüntüsüne (Şekil 3) ve tarımsal dokuya sahip bir alandır. Çam, keçiboynuzu, çitlembik ağaçları ortak ve kamusal alanların parçasıyken, kargılar başta olmak üzere çeşitli yerel bitkiler su sistemi ile bir bütünlük oluşturur. Her ne kadar kıyıdaki gelişmeler ile kesintiye uğramış olsa da Toroslardan gelen Düden çayı ve çevresindeki ekolojik koridorun ve bölgedeki açık alan sisteminin deniz yönünde açılan bir parçasıdır (2). 


Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin 1/5000 raporunda belirttiği gibi, ‘kent makroformunun şekillenmesini sosyo-ekonomik bakımdan etkileyecek bir bölge’ olmasının yanında, yukarıda belirtilen çevresel önemi sebebiyle koruma-gelişme dengesi ile ekolojik onarım ve sürekliliğin sağlanması oldukça önemlidir.

Şekil 2. Kırcami topografya, ana ve yan su yolları mevcut durum analizi, Dosemeci (2020).


*Kentsel yapılı çevrenin bölgenin iklim koşullarından ayrı düşünülmemesi gerektiği de herkesçe bilinir. Antalya, Türkiye’deki birçok kentin bir yıl içinde aldığı yağış miktarını bazen birkaç saat içinde almaktadır (1075mm/yıl) (3). Son 50 yıl içinde aldığı ortalama yağış miktarı azalmış olsa da ani ve yoğun yağışlar artmıştır (4). Öte yandan, kentleşme süreci ile azalan nitelikli yeşil alanlar, yazın serinleten rüzgarların geniş koridorlar sayesinde kente entegre edilememesi ve artan ortalama sıcaklıklar sebebiyle kentsel ısı adaları oluşmakta ve kamusal alanlarda hissedilen sıcaklık her geçen yıl artmaktadır. Kırcami, kapladığı alanın büyüklüğü ve konumu itibariyle, kente nefes aldırma fonksiyonunu kentleştiğinde de devam ettirmelidir.
 

*Kırcami gelişiminin ekolojik ve iklim odaklı yaklaşıma ek olarak, kırsal kimliğin sürdürülmesi bakımından da ele alınması gerekir. Antalya’nın yoğun kent dokusunun hala içinde kalan yani ulaşılabilir bir kırsal/tarımsal alan olması, bu dokunun ve çevresel öğelerin olabildiğince korunması ile hem mevcut hem gelecek Kırcami sakinlerinin aidiyet duygusunu güçlendirebilecek bir etkendir.


Şekil 3. Kırcami ana yolları, konut izdüşümleri, bitkilendirme, ana ve yan su yolları mevcut durum analizi, Dosemeci (2020).
 

*Bu doğrultuda atılacak ilk adımlar, Kırcami’nin Antalya içindeki yerinin ve vizyonun tespiti, ardından halihazır haritalarıyla mekânsal katmanların yerel bilgi ile birlikte dikkatlice analiz edilmesidir. Öncelikli peyzaj servisleri yeraltı sularını beslemek ve geçirimli yüzey oranını artırmak, iklim odaklı çözümler üretmek (taşkınlar, kuraklık, aşırı sıcaklar için), bütüncül bir peyzaj ve ulaşım altyapısını mümkün olan en az müdahale ile sağlamak, kırsal kimlik ve dokusu ile bağı sürdürmek olmalıdır.
 

*Fakat, önerilen 1/5000 ve 1/25000 imar planlarında halihazır ve arazi kullanım haritalarının dikkatli çalışılmadığı ve iklim odaklı çözümler geliştirilmediği açıkça görülmektedir. Tarımsal peyzaj dokusu ve kimliğini yansıtan ögelerin eksikliği, flora-fauna analizinin yapılmamış olması, iklim adaptasyonuna dair hükümlerin yer almaması (kentsel ısı adası, kuraklık, ani yağış ve taşkın riskleri haritalaması, suyun doğal yollarla depolanması ve yeniden kullanım stratejileri gibi), topografya-su analizi ile doğal drenaj hatlarının belirlenmemesi bunun kanıtlarıdır. 2016 yılında Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından hazırlanan Antalya Havzası Taşkın Yönetim Çalışması (Şekil 4) benzeri bir analizin son 50 ve 100 yılın en yoğun yağışlarını temel alarak Kırcami’nin yapılaşmış senaryosu için de uygulanması ve planın bu risk haritasına göre şekillenmesi gerekmektedir.
 

*Mevcut yollar değerlendirilmediği gibi doğu-batı aksında oluşturulan ‘prestij aksı/simgesel aks’, 36 metre genişliğindeki refüj, onu doğuda sınırlandıran Kent Meydanı (70 dönüm) ve etrafındaki yollar da mevcut dokuyu takip etmemektedir. Dolayısıyla, bu büyüklükteki bir açık yeşil alan sisteminden en verimli şekilde yararlanılamamaktadır.
 

Şekil 4. Taşkından korunma ve erken uyarı göstergeleri haritası, Antalya Havzası Taşkın Yönetim Planı (2016)
 

*Kuzey kısımdaki (Doğukaya, Mehmetçik ve Topçular) arıklar ve Düden çayı etraflarına park önerilerek korunurken güneydeki ana su yollarının yalnız %12’si korunmuştur. Güneyde Yeşilova’dan başlayan mevcut su yolu ve onu çevreleyen bitkilendirme sistemini takip edeceği önerilen doğrusal parkın mevcut ile ne kadar örtüştüğü belirsizdir. Nitelikli bir peyzaj sistemi ancak yeşil alanların rekreatif fonksiyonlarına ek olarak pasif su yönetimine katkıda bulunması, taşkınların sebep olduğu yıkıcı etkileri önleme/azaltması, biyoçeşitliliği artırması gibi işlevlerle sağlanabilir. Fakat plan notlarında toplam alanın %15’inin park ve yeşil alanlar olması haricinde peyzaj sistemine ve niteliğine dair içerik yer almamaktadır.
 

*Kırcami’nin yaklaşık %90’ı geçirimli toprak alanlardan, %4’ü geçirimsiz yüzeylerden ve kalan %6’sı yapı tabanından oluşmaktadır (5). Emsal ve yapı yükseklikleri bakımından Kırcami imar planına denk sayılabilecek Meydankavağı’nda ise bu oran konut alanları için sırasıyla %5, %59 ve %36’dır. Eğer mevcut yapılaşma yaklaşımları ve pratikleri (niteliksiz yeşil donatı, geçirimsiz yüzey oranı, pasif su yönetimi eksikliği) devam ederse iklim adaptasyonu bakımından ciddi sorunlar yaşanacaktır.
Nüfus projeksiyonuna göre (2030 yılı için 125.000 kişi) farklı kullanım türleri için ayrılan alanların oranları ve miktarları yönetmeliklere uysa da mevcut dokunun korunmaması (Şekil 5 ve 6) parselizasyonda problemler yaratacak, yüksek maliyetlerle kamu kaynaklarının efektif kullanılamamasına sebep olacak, doğal kaynak, peyzaj servisleri ve kırsal kimliğin kaybolmasıyla sonuçlanacaktır. Ayrıca altyapı (ulaşım, kanalizasyon, su yönetimi) sağlanmadan acelece dağıtılan tapu ve ruhsatlar çevresel riskler doğuracaktır.
 

*Kırcami’nin toprakları tarıma elverişli olmasına rağmen (2008 verilerine göre %51.13 sera, %39.91 ekili alan, %1.26 ağaçlık, Antalya sera üretiminin %8’i) (6), kentsel araziden elde edilecek rantın tarımsal arsadan elde edilecek rantı geçmesi ile Kırcami sakinlerinin önemli bir kısmı kendi ekonomik çıkarlarını gözeterek imar planını koşulsuz bir şekilde desteklemektedir. Kırcami imar planının ‘kamusal yarar’ olarak kabul edilmesi yalnız bu sebebe dayanıyor gibi görünmektedir. Oysaki, kaybolacak verimli toprağı ve peyzaj değerlerini en aza indirmek ve sürdürülebilir bir kentleşme planlamak ancak ekonomik ve ekolojik sistemlerin uyumlu çalışmasıyla mümkündür (7).
 

*Kırcami’nin kentleşmesi ekolojik planlama bakımından hem Antalya hem Türkiye için örnek teşkil edebilecek potansiyele sahiptir. Bunun için 1/25000, 1/5000 ve 1/1000 imar ve nazım planlarının yukarıdaki tüm unsurlar göz önünde bulundurularak revize edilmesi gerekmektedir. İmar planına ek olarak planlama ve tasarım standartlarının geliştirilmesi ve rehberlerin hazırlanması da hem ölçekler arası tutarlı ve nitelikli bir plan ve tasarım oluşturmak hem de kamuoyunun bilgilendirilmesi adına faydalı olacaktır.
 

Çevresel ve iklim odaklı yaklaşım henüz yönetmeliklerde ve yasal düzenlemelerde yer almasa da Bütünleşik Kentsel Gelişme Stratejisi ve Eylem Planı (KENTGES 2010-2023), Yerel Yönetimler için Kentsel Tasarım Rehberi Hazırlama El Kitabı (Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 2015), ‘Yağmursuyu Topalama Depolama ve Deşarj Sistemleri Hakkında Yönetmelik’ (23 Haziran 2017) gibi çalışmalar yapılmış ve ilk adımlar atılmıştır. Kırcami imar planının henüz yönetmelikte olmaması sebebiyle ihmal edilen çevresel ve iklim odaklı yaklaşımı inisiyatif alarak benimsemesi ve öncü olması, Antalya’nın gelişimi için önemli bir karar olacaktır ve geri dönüşü olmayan sonuçların önüne geçecektir.

 


Şekil 5.Mevcut mülkiyet deseni ve üzerine çizilen 1/1000 ölçekli uygulama imar planı
 
 

Şekil 6.Mevcut yollar ve arıklar üzerine çizilmiş imar adaları
 

KAMUSAL ÇIKARLARIMIZ KİŞİSEL BEKLENTİLERE FEDA EDİLMEMELİDİR 


*2017’de onaylanan 1/25000 Muratpaşa-Konyaaltı-Kepez-Döşemealtı-Aksu-Serik Nazım İmar Planında 2040 yılında varsayılan nüfus 3.085.000 kişidir. Oysa şu anda adı geçen belediye sınırları içinde bulunan planlı alanların nüfus verileri 3.400.000 kişinin üzerindedir. Yani 2040 yılına kadar hiçbir alan yerleşime açılmasa yeni plana ihtiyaç duyulmayacaktır. 


*Plan notlarında plan gerekçelerinden birisi olarak “kent bütününde çözüm imkanı yitirilmiş sosyal donatı alanlarının önerilerinin gerçekleştirilmesi imkanı doğmuştur” (rapor sayfa 21) denilmektedir. Oysa Muratpaşa Belediyesi Başkanı basına yaptığı açıklamada zayiatın %40’ın altında tutulduğunu Kırcamililere müjdelemiştir. Halk arasında zayiat denen şey sosyal donatı alanları ve kamusal alanlardır. Yani parktır, okuldur, camidir, hastanedir, vb dir. Kentin kalitesidir, konforudur. (Şekil 7)

 

  Şekil 7. Kırcami için önerilen imar planı. Mavi ve yeşil: Sosyal donatı ve kamusal alanlar, Sarı ve turuncu: Yerleşim alanları, Kırmızı: Ticari alan
 

*Belediye yetkilileri alt yapı tamamlanmadan inşaat ruhsatı verilmeyeceğini belirtmektedir. Mevcut durumda yörede kanalizasyon bulunmamaktadır. Fakat -pratikte- başlanan inşaatlara çözüm olarak Antalya’nın 1990’lı yıllarda unuttuğu fosseptik önerilmektedir. Yani 150-200 bin kişinin atığı hergün kent topraklarına bırakılacaktır. Büyükşehir Belediyesi eğer kısa sürede kanalizasyon yapımını vaat ediyorsa, programında olmayan bir hizmeti kentin bütününe yapacağı hizmetten keserek yapmak zorundadır.
 

ULAŞIM ETÜTLERİNİN OLMAMASI
 

Kırcami Bölgesi planı sadece kendi dinamikleri içerisinde değil, büyükşehir bütününde kentin makroformu açısından değerlendirilmesi sosyal donatı ihtiyaçları ve ulaşım ilişkileriyle birlikte planlanması gereken bir alandır. Planlama nüfusunun hizmet edeceği konut ve çalışma alanlarının kentin her noktasına ulaşım talebi bulunan bir bölge olduğu düşünülürse kentle ilişkilerini kuracak Ulaşım kararlarını içermesi beklenmektedir. Ulaşım bağlantılarının eski iptal edilen planlardaki gibi aynen korunması tüm kent halkının aleyhinedir. Bunun yerine doğru ulaşım bağlantıları planlanmış bir imar planı sadece kırcami bölgesini değil özellikle etrafındaki bölgelerle birlikte tüm kenti rahatlatabilir. Planlarda Antalya Ulaşım Ana Planı kararlarıyla uyumlu Ulaşım Etüdü, Araştırması ve kararları bulunmamaktadır.
 

PARSELASYON PROBLEMİ VE ÖNERİLER
 

Kırcami İmar Planlarının en büyük sorunlarının başında mevcut halihazır duruma ve kadastro parsellerine uyulmaması gelmektedir. Antalya’nın halihazırları en son 2007 yılında yapılmıştır. Bu tarihten sonra hiçbir güncelleme çalışması yapılmamıştır. Mevcut kadastral yollar imar planında göz ardı edilmiş ve mülkiyet yapısına bakılmadan plan hazırlanmıştır. Mevcut kadastral yolların kapatılması zaiyat miktarını arttırmış, kadastral parsellerin durumuna göre imar adaları oluşmadığı için dağıtım esnasında çok uzak yerlere dağıtım yapılmak zorunda kalınmıştır.
 

Kırcami Bölgesinin önceki dönemde yapılan İmar planlarının uygulaması 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. Madde yasa ve yönetmeliklerine göre yapılmıştır. O zamanki uygulamada zaiyat maksimum %40 olarak alınıp kamuya ayrılan alanlar (KOP denilen) vatandaş mülkiyetinde bırakılıyordu.
 

10 Temmuz 2019 tarih ve 30827 sayılı resmi gazete yayımlanarak yürürlüğe giren 7181 sayılı ‘’Tapu Kanunu ve bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun’’ ve akabinde 22 Şubat 2020 tarihinde 31047 sayı ile resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ‘’Arazi ve arsa düzenlemeleri hakkında yönetmelik’’ çıkartılmıştır. Bu yeni yasaya göre İmar Uygulaması (Parselasyon) işlemlerinde birçok değişikliğe gidilmiştir.
 

7181 sayılı Kanunun 9. Maddesine göre zaiyat miktarı maksimum %45 olarak alınabilinecektir. kamuya ayrılan alanlar (KOP’lar) tamamen düzenleme ortaklık payından (DOP’tan)(zaiyattan) alınacak yani vatandaş mülkiyetinden çıkarılacak tamamen kamu eline geçecektir. Örneğin bölgede iki tane hastane alanı Parselasyon Planı onayından sonra hemen yatırım olarak yapılabilecektir. Belediyelere ve devlete büyük yük oluşturan mülkiyet davaları da ortadan kalkmış olacaktır. 7181 sayılı kanun hisse ayrışmasına veya taksim olayına da olanak sağlamaktadır. Kadastro parseli içerisindeki hissedarların muvafakat etmesi kaydıyla dağıtım esnasında taksim işlemi yapılabilecektir. Bölge vatandaşının en çok şikayet ve dava konusu ettiği hisse ayrıştırması yeni yasaya göre yapılabilecektir.
 

Hazır parselasyon iptaline yönelik davalar da var iken parselasyon kök tapuya döndürülerek yeni imar uygulaması aynı dosya ve encümen kararı ile birlikte yapılabilir. Sadece imar planında revize yapılarak parselasyon eski halinde bırakılırsa, kamu parsellerindeki vatandaş mülkiyetinden dolayı ileride Muratpaşa belediyesine ve devlete ciddi maddi yük oluşturacak ve çok ciddi kamu zararı oluşacaktır. Yeni kanuna göre parselasyon düzeltilirse Muratpaşa Belediyesi ileri de mülkiyet davaları ile uğraşmayacak ve harcamalarını yatırımlara yönlendirecektir.

BİLE BİLE LADES OYUNUNA SON VERELİM
 

*Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC)’in son raporuna göre Kentsel yapılı çevre, yıllık küresel sera gazı emisyonlarının %75’inden sorumlu iken binalar bunun tek başına %39’unu oluşturmaktadır. Küresel enerjinin %36’sının binalara ayrıldığı ve küresel emisyonların %8’inin yalnızca çimentodan kaynaklandığı düşünüldüğünde Yerel yönetimlerin, uzmanlık kuruluşlarının çağımızın en büyük kriziyle mücadele etmede önemli rolü olduğu düşünülmelidir.
 

*Kırcami, her seferinde aceleye getirilen ve yeterli revizyondan geçmeyen planlar sebebiyle Antalya için en faydalı şekilde planlanamadığı gibi, altyapı (ulaşım, kanalizasyon, su yönetimi) sağlanmadan dağıtılan tapu ve ruhsatlar sebebiyle çevresel ve yaşamsal riskler doğuracaktır.
Antalya’nın planlaması için 40 yıllık süreçten sonuçlar çıkarılamamış olması, kent hakkı ihlallerinin, kente karşı işlenen suçların bu kez çok daha organize, çok daha fazla alanı ve nüfusu ilgilendirecek boyutlarda gerçekleştirilmesine neden olmaktadır.   
 

Kısacası bu süreç devam ederse, bu bölgede de geçmiş ile bağlar, doğal, insani, kültürel değerler kent yaşamından tamamıyla koparılmış olacaktır. Kısa bir süre sonra da, kaybedenlerin, toplumsal olandan yana değerleriyle, gelişen dünyanın en önemli değeri olacak verimli tarım alanları, su kaynakları, sağlıklı bir çevrede yaşama koşulları ve kamu bütçesi heder edilen bütün bir kent ve Kırcami sakinleri; kazananların ise arsa spekülatörleri, müteahhitler, onlarla işbirliğini sürdüren uzman/mühendis  profesyonel çevreler, gelir bekleyen belediyeler, resmi kuruluşlar, oy peşinde koşan piyasacı siyaset aktörleri olması kimseyi şaşırtmayacaktır.

Bir kez daha “bile bile lades” olmayalım.

                                               ANTALYA KENT İZLEME PLATFORMU




Kaynakça
1) https://www.akdenizgercek.com/haber/45065-5-asirlik-ardic-tescillendi
2) 2008 tarihli 1/25.000 nazım imar planı yürütmeyi durdurma istemi davası için hazırlanan bilirkişi raporundan
3) Büyükyıldırım, G. (2017). 20. Yüzyılda su işleri ve Antalya. DSİ.
4) Bacanlı, U. G. & Çukurluoğlu, S. (2018) Trend analysis of some meteorological data in Antalya. SETSCI Conference Indexing System, 2, (pp. 371-375)
5) Dosemeci, E. (2020). How to expand the city into agricultural landscape? Integrating tangible and intangible assets in the framework model in Kırcami, Turkey (Yükseklisans tezi, Politecnico di Milano).
6) Topcu, E. (2015). The growing problem between urban expansion and sustainability of agricultural lands, Kırcami example in Antalya (Doktora tezi, ODTÜ).
7) TEMA Vakfı 2019 Yerel Yönetimler İçin Ekosiyaset Belgesi.
https://cdn-tema.mncdn.com/Uploads/Cms/eko-siyaset-2019.pdf
8) Hepcan, Ç. (2019). Kentlerde İklim Değişikliği ile Mücadele için Yeşil Altyapı Çözümleri. İklimİN.

-
Bültenimize Katılın