6 Haziran 2015 Cumartesi

Antalya Kent İzleme Platformu

Değerli katılımcılar, sevgili arkadaşlar, basın mensupları
 
İçinde bulunduğumuz kent yaşamına, çevremize ve yönetim anlayışlarına yurttaş olarak müdahil olmak üzere düzenlediğimiz toplantımıza hoş geldiniz.
 
Toplantımızı 1993 yılında faili meçhul bombalı bir saldırıya uğrayan Uğur Mumcu’yu  kaybettiğimiz bir günde gerçekleştiriyoruz. Hukukçu, yazar, gazeteci ve dünya görüşü olarak Uğur Mumcu burada bulunan herkesle ortak yanları olan değerli bir insandı. Kendisini saygı ve sevgiyle anıyoruz. 
 
Öncelikle, buradaki birlikteliğimize ilişkin yaşanan süreci kısaca aktarmak istiyorum.
 
ÇHD Antalya şubesi olarak çağrı metnimizde yer aldığı gibi ,… yerel yönetimler pratiği içinde yer alan, ilgili kişi ve kuruluşlarla bir araya gelmek, yerel yönetim uygulamalarını izlemek, yaşam alanlarımıza yönelik alınan kararlar hakkında bilgi ve deneyimlerimizi paylaşarak gelişmelerin dünü, bugünü ve geleceği hakkında değerlendirmelerde bulunmak, konunun muhataplarıyla ilişkilenmek, kamuoyunu bilgilendirmek ve toplumsal olandan yana neler yapılabileceğini ortaya koymak üzere bağımsız, bağlantısız, eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik bir işleyişe sahip, gönüllülük esasına dayalı ve çalışma ilkelerini hep birlikte tayin edeceğimiz bir platform oluşturmak istediğimizi açıklamıştık.  
 
Bu amaçla ilk aşamada hukukçu kimliğimizden de yola çıkarak yerel yönetimlerde seçilmiş ve görev yapmış hukukçulara çağrıda bulunmuş; deneyimlerini, önerilerini paylaşmalarını, yurttaşların kent yaşamına müdahil olmalarına katkıda bulunmalarını istemiştik.  
 
Meslektaşlarımızla yapılan toplantı verimli ve faydalı oldu, Önemli bir kısmı öngördüğümüz bu çalışmaya bizzat katılacaklarını ve katkı sunacaklarını ifade ettiler, düşüncelerini açıkladılar ;  
 
**Sayın Tonguç, Antalya’nın nereden nereye geldiğini, imkansızlıklar ve dayatmalar içinde neler yapmaya çalıştıklarını;  
 
**Sayın Subaşı, başlangıçta kentin yabancısı olduğunu, karşılaştığı keşmekeşi, giderek işi öğrendiğini ve bulduğu formülleri; Sayın Uysal, belediyecilikte makul olan ile hukuki olan arasında zorlanıldığını, toplumun kayıt dışına hevesliliğine karşın sosyal bir standart oluşturmaya çalıştıkları, açıklamaları ile katılımcı diğer meslektaşlarımızın da dile getirdikleri görüşlerin yer aldığı özet toplantı tutanağını sizlere ulaştıracağız. 
 
Şimdiki 2. toplantımız ile beraber derneğimizi bu oluşumun dışında bırakıyoruz… Böyle bir çalışmanın mümkün olduğu kadar kalıcı ve anlamlı olması, sürekliliğinin sağlanması için toplumsal duyarlılığa sahip,  ortak aklı geliştirmeye katkıda bulunacak kişilerden oluşması gerektiğini;      herhangi bir temsiliyet,  angajman veya kimi çevrelerin sözcüsü olarak yer almanın katılımcılar bakımından  sınırlayıcı olabileceğini düşünüyoruz.
 
Dışarıdan nasıl bir algı yaratacağından daha çok  kendi içinde samimi, gerçekçi ve objektif olmanın, teklifsiz, hesapsız ve önyargısız davranmanın böyle bir çalışmanın başarısı için gerekli olduğuna inanıyoruz.
 
Bu bakımdan her birimimizin önceki yıllardaki pratiklerinde birlikte olduğu, bildiği ve önerdiği isimlerden oluşan şu anki toplantımızda,   işlevsel ve verimli olabilmemiz için çalışma ilkelerimizi birlikte belirlemek istiyoruz. 
 
Açılım olarak denilebilir ki, kentsel gelişme sürecine yönelik çalışma alanlarını ve konularını belirlemek, yapılacak çalışmalarda esas alınacak ilkeleri ve araçları ortaya koymak,öncelikli konular ve bu konular üzerinde çalışma yöntemlerini netleştirmek, buna uygun hareket edecek yürütmemizi, katkı sunacak herkese açık gündemli toplantılarımızı, periyotlarını, iletişim ağımızı, kayıtlarımızı gibi konulara ilişkin işleyişimizi netleştirmek gerekiyor.
 
Kuşkusuz kentin mevcut durumunun, fiziki alt ve üst yapısının, sosyal, kültürel ve ekonomik yapısının değerlendirilmesi, yapılacak tespitler sonucunda kentin mevcut durumuna ait hiç olmazsa panoramik bir envanterinin çıkarılması başlangıç için gerekli bir çalışma olarak düşünülebilir. 
 
Bütünşehir yasası  ve uygulamaları, çevre yolu, raylı sistem, kavşak iyileştirmeleri, konyaaltı projesi, dokuma projesi, il özel idaresi, kadınyarığı ve Yavuz Özcan parkı projesi, HES, mermer ocakları gibi ilk akla gelen ve üzerinde durulması gereken  güncel konular var… 
 
Hepimiz biliriz ki yerel yönetimler, kabaca “yerel ihtiyaçların karşılandığı ve bunlara yönelik hizmetlerin sunulduğu” bir alan olarak gösterilir  ancak bu açıklamanın pek öyle göründüğü gibi masum olmadığının da farkındayızdır. O nedenle yatırımlar ve projeler hakkını vererek layıkıyla ele alınmalı ve incelenmelidir
 
Zira yerel yönetimler alanı her şeyden önce benimsenen devlet yapısının, siyasi ve ekonomik işleyişin bir parçası, ülkenin zenginlik kaynakları üzerinde söz sahibi olanların veya olmak isteyen  menfaat gruplarının ilgi alanları içindedir.Şurası da bir gerçektir ki yerel yönetimlere aktarılan kaynak, yatırım, üretilen rant ve rantın paylaşımı dolaylı veya doğrudan esas olarak sermaye dünyasının havuzunda toplanmaktadır.
 
O nedenle toplumsal ihtiyaçlar, demokratik planlama, katılımcı yönetim gibi uygulamalardan söz etmenin ülkemizde karşılığı ve muhatabı bulunmamaktadır.
 
İhtiyacın olup olmadığı ve varsa hangi yolla ve kimlerin aracılığı ile çözüleceği iktidar ve çevresinin tasarrufundadır. Küresel sermaye kuruluşlarının direktifleri ile yeniden yapılandırılan ve   piyasa koşullarına terk edilen kamusal hizmetlerin ticarileştirilmesi,yerel aktörlerin de bu büyük pazarın ihtiyaçlarına ve ilgisine göre şekillenmekte ve hareket etmekte oluşu da göstermektedir ki yerel yönetimler tam anlamıyla sermaye dünyasının, iktidar ve destekçilerinin beklentilere uygun olarak zenginleşme, palazlanma alanı olmuştur

Bu nedenlerle neo-liberal saldırıların hedefi olan ortak alanlarımıza, kamusal hizmet ve kaynaklarımıza sahip çıkmalı, kentsel hizmetlerin müşterisi olarak görünen dar ve sabit gelirli, emeği ile geçinen toplumun en geniş kesimleriyle dayanışma içinde olmalıyız.
 
Ancak bu sayede ayrımsız, ayrıcalıksız toplumsal olandan yana, demokratik, katılımcı yönetim ve  planlama, açıklık ve denetlenebilirlik gibi anlayışların ve uygulamaların  gelişmesine katkıda bulunabiliriz.
      
Bu duygu ve düşüncelerle, olan biteni doğru bilgi ve kavramlarla ele almak,  etki alanlarıyla birlikte değerlendirmek, kamuoyu ile paylaşmak ve gerekirse demokratik, meşru ve yasal haklarımızı sonuna kadar kullanmak dileklerimle tekrar hoş geldiniz diyor, çalışmalarımızda başarılar diliyorum.

5 Haziran 2015 Cuma

Kentlileşme Süreci

Köylerden kente göçe neden olan üç temel güç bulunuyor; Kentlerin çekim gücü, köy
ve kırsal kesimin itici özelliği ve bu ikisi arasındaki iletici güç. Bunlara bağlı olarak Türkiye, 2000’li yılları nüfusunun yarıdan fazlası kentlerde yaşayan bir ülke olarak karşılarken şimdilerde bu oran % 90 dan fazlasının kentlerde yaşadığını ortaya koymakta…

 Daha yüksek hayat standardı, daha çok iş alternatifi ve iş bulma umudu, daha fazla kazanç olasılığı, ulaşım olanakları, daha iyi eğitim ve sağlık hizmetleri kentlerin, ‘’çekim gücünü’’ oluştururken; tarımsal verimin düşük, gelirinin yetersiz oluşu, toprak mülkiyetinin dengesiz dağılımı ve çok parçalanmışlığı, makinalaşmanın yarattığı işsizlik, mevsim dışında gelir getirici faaliyetlerin olmayışı, güvensizlik, doğal afetler ve kan davaları gibi ekonomik ve sosyal gerçeklikler de köylerin ve kırsal kesimin itici güçlerini oluşturuyor. Çekim ve itici güçleri tetikleyen iletici güçlerin yani iletişim ve ulaşım olanaklarının gelişmişliği ölçüsünde de köyden kente göç olgusu kentleşmenin niteliklerini ortaya koyuyor.
Hukuksal düzenlemelere, ekonomik gelişmelere ve siyasal nedenlere bağlı olarak da kentlere doğru akış hızındaki değişkenler; göçlerin nasıl bir kentleşmeye neden olduğunu ortaya koymaktadır. Kalkınma ve sanayileşme hızını aşmayan büyümeye ‘’ Hızlı Kentleşme’’ deniliyor. Ancak bu hızı aşan oranda bir büyüme söz konusu ise beraberinde ‘’ Çarpık Kentleşmeyi’’ getiriyor. Doğal olarak bu durum ‘’Dengesiz Kentleşmeye’’ de neden oluyor. Büyük kentler büyürken, orta ve küçük kentler aynı oranda büyümüyor. Büyük kentlerin yalnızca belirli bölgelerde olması nedeniyle ‘’ Bölge Kentleri arasında dengesizlikler’’ meydana geliyor. Giderek ‘’kent içi dengesizlikler’’ daha da derinleşiyor.
 
Demografik, ekonomik, sosyal değişmenin yaşandığı kentleşme süreci plansız ve denetimsiz ise; kentlere göç eden insanlar genel olarak kentsel olanaklardan yararlanamadıklarından, bu tür gelişmeleri yalnızca demografik büyüme, nüfus büyümesi olarak da görmek mümkün. Bu durumun çarpık ve dengesiz bir kentleşmeyi de beraberinde getireceğini tahmin etmek zor olmayacaktır.

Son yıllarda Doğu ve Güneydoğuda yaşanan, köyden kente ve doğudan batıya göç hızlandıran’’ zorunlu veya can güvenliği göçü’’ ise kentlerde yığılmanın bir başka nedeni oldu.
 
Çarpık ve dengesiz bir kentleşme süreci devam ederken aynı zamanda kentlerden metropollere ve yabancı ülkelere doğru başlayan göç eğilimi, tercihlerin, beklentilerin ve yaşam biçimlerinin değişkenliklerini de ortaya koyuyor. Kuşkusuz ki bu durum da yabancı ülke standartlarının çekiciliği, kendi ülkemizin dinamiklerinin iticiliği ile açıklamak mümkün. Doğal olarak ülkeler arası dolaşım serbestisi de geliştikçe bu süreç giderek hızlanacaktır.
 
Köyden kente göçü sağlayan kentleşme olgusu; ekonomik yapıdaki değişimlere paralel olarak, iş bölümü, uzmanlaşma ve bunlara uygun yönetsel örgütlenme modelleri içeren; ve yine bunlara uygun olarak insan davranışlarında değişikliklere yol açan, kendi iç ve dış dinamikleri ile büyüme potansiyeli ve yoğunlukla nüfus ve sermaye birikimini sağlayan bir süreç olarak değerlendiriliyor.

Kentlileşme ise; kentleşmenin sağladığı ekonomik ve toplumsal gelişmenin insan davranışlarında ve ilişkilerinde, manevi değer yargılarında ve yaşam biçimlerinde değişiklikler yaratma sürecidir. O  nedenle kentlerde yaşayanlardan kentin kendine özgü davranış kalıplarını benimsemesi istenir. Kendini yeniden şekillendirmesi, taleplerini ve beklentilerini farklılaştırarak kentsel hayata uyum sağlaması beklenir.
 
Oysa, kentsel yaşam biçimleri hangi dinamiklere bağımlı ise kentlileşme olgusu da bundan bağımsız olamayacaktır. Eşitsiz gelişmenin egemen olduğu bugünkü süreçte kentlerin sunduğu olanaklardan yararlanılmasının ve bir birey olarak sahip olunan hakların kullanılmasının hakkaniyete uygun olmadığını tahmin etmek zor değil. O nedenle kentlileşme, toplumsal düzeyde kentleşme sürecinin birey üzerindeki etkisiyle yakından ilgili. Kentlileşme birey ölçeğinde bir değişim sürecidir. Ama, her bireyin gelişim, algılama, davranış ve sahiplenme karakterleri farklı olmakla beraber, var olan kentsel imkanlardan yalnızca küçük bir azınlığın yararlanmasını dayatan bir yapılanma ve işleyiş ancak kendine denk düşen bir kentlileşmeyi geliştirmektedir.
 
Kayırma, ayrıcalık, usulsüzlük ve yalnızca parası olanların daha rahat koşullarda yaşadığı kentsel bir yaşamda egemen duygu güvensizlik ve sevgisizlik olacaktır. Kuralların göstermelik kaldığı, ekonomik veya siyasi gücü elinde tutanın son sözü söylediği böylesi çarpık bir kentleşme de olsa olsa çarpık bir kentlileşmeyi geliştirecektir.


-
Bültenimize Katılın