22 Aralık 2015 Salı

Büyükşehir Belediye Yasası Ne Getirdi Ne Götürdü?

Antalya Muratpaşa Belediyesinin katkılarıyla YAYED’in düzenlediği "Büyükşehir Belediye Yasası Ne Getirdi Ne Götürdü?" Çalıştay, 21.11.2015 tarihinde Antalya’da gerçekleştirilmiştir.


BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE YASASI NE GETİRDİ NE GÖTÜRDÜ?
ÇALIŞTAY SONUÇ BİLDİRİSİ
21.11.2015 ANTALYA

Antalya Muratpaşa Belediyesinin katkılarıyla YAYED’in düzenlediği "Büyükşehir Belediye Yasası Ne Getirdi Ne Götürdü?" Çalıştay, 21.11.2015 tarihinde Antalya’da gerçekleştirilmiştir. Çalıştay’ın açılış konuşmasını Muratpaşa Belediye Başkan Vekili İbrahim Cephaneci ve YAYED Başkanı Doç. Dr. Süheyla Suzan Alıca gerçekleştirmiştir. Çalıştay’a YAYED Genel Sekreteri ve Yönetim Kurulu üyeleri, farklı üniversitelerden (Akdeniz Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, Atılım Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Mersin Üniversitesi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi,) akademisyenler, yerel yönetimlerden (Muğla Büyükşehir Belediyesi, Antalya Büyükşehir Belediyesi, Hatay Büyükşehir Belediyesi, uzman ve bürokratlar, meslek kuruluşlarından (Antalya Barosu), sivil toplum kuruluşlarından (Antalya Kent İzleme Platformu, Halkevleri) temsilciler ve Kaş Belediyesi eski başkanı katılmıştır.

Çalıştay’da büyükşehir belediyesi düzeninde önemli değişiklikler yapan 6360 sayılı Yasa, Türkiye geneli, farklı kentler ve Antalya yereli açısından farklı açılardan tartışılmıştır. Yasa’nın bir tarafta yerel demokrasi ve temsiliyet, diğer tarafta yerel kamu hizmetlerinin sunumu açısından etkiler doğurduğuna işaret edilmiştir. Bu çerçevede 6360 sayılı Yasası’nın etkileri büyükşehir belediyesi-ilçe belediyesi ilişkileri, köy ve mahalle yönetimi, kırsal alan yönetimi, planlama sorunsalı, çevre hizmetleri, gıda güvenliği, hidroelektrik santraller, su ve atıksu hizmetleri, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadına yönelik şiddet vb. başlıklar üzerinden irdelenmiştir. Çalıştay bu çerçevede sorunların saptanmasına önemli ölçüde katkı sağlamıştır. 6360 sayılı Yasa’nın getirmiş olduğu değişiklikler, etkileri ve ortaya çıkan sorunlara ilişkin akademik tartışmaların yanı sıra yerel yönetim temsilcilerinin görüşlerini dile getirmelerinin, meslek kuruluşlarının ve sivil toplum kuruluşlarının katılımının daha çok artırılması gerekliliği vurgulanmıştır. .


1.    Planlama Sorunsalı Açısından;

1.1. Büyükşehir belediyelerine ilişkin önceki yasal düzenlemelerde var olan sorunlar daha fazla büyümüştür. Büyükşehir sınırlarının genişlemesi, fiili olarak büyükşehir belediyelerinin yetkilerinin daha da artması anlamına gelmektedir. Yerel düzeydeki merkeziyetçilik ile devir tasfiye komisyonlarının mülk devirleri,  merkezi kurumların planlama yetkilerinin genişlemesi, re’sen imar planlarının kapsayıcılığını ve büyükşehir etkisini arttırmıştır. Ayrıca, planlama ölçeği dili ve sistematiğinin belirsizliği, il düzeyinde yeni bir planlama sistemine geçilmiş olması, çatışmaları doğuran devir– tasfiye süreci,  mülk devirleri sonrasında kamusal alanların azalması riski, planlamada halkın katılım ve temsil yetersizliği, merkezi yönetim kuruluşları ile büyükşehir belediyeleri arasındaki planlama yetkilerinin paylaşımı gibi sayısız başka belirsizlikler ve sorunlar ortaya çıkmaktadır. Açıkça, 3194 sayılı İmar Kanunu, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu, kanun hükmünde kararnameler ve mer’i mevzuat ile çizilen planlama çerçevesi 6360 sayılı Yasa'ya uymamaktadır. Oysaki planlama yetkileri geleceğimizle, ölçek ve planlama meselesi yaşam döngüsü ile ilgilidir ve hukuki olarak beklenmedik etkiler yaratacaktır.

2.    Büyükşehir Belediyeleri ve İlçe Belediyeleri İlişkileri Açısından;

2.1. Büyükşehir belediyesi ve ilçe belediyeleri arasında sorunlu bir ilişki söz konudur. Ölçeğin büyümesiyle bu yönetsel birimler arasındaki yetki ve görev paylaşımına ilişkin mevcut yasal düzen büyükşehir belediyelerinin daha fazla güçlenmesine sebebiyet vermiştir. Hizmetlerin etkin ve verimli sunulması, gelir kaynakların dağılımı, katılım ve temsilin sağlanması konularında büyük sorunlar yaşanmaktadır. Uygulamada, büyükşehir belediyeleri, eşgüdüm ve yönlendirme, yatırım ve hizmet sunmaya ilişkin hizmetlerin hepsini birden yerine getirmekte, yatay ve dikey işlevlerin hepsine sahip çıkmakta ve ilçe belediyeleri üzerinde güçlü bir denetim yetkisine sahip bulunmaktadır. Büyükşehir belediyeleri küçük bir devlet görünümü almakta, ilçe belediyeleri işlevselliğini yitirmektedir. Belirgin ve kuvvetli bir şekilde merkezileşme yaşanmaktadır. Yerelden bölgesele ve oradan da merkezileşmeye doğru bir kayış vardır. Büyükşehir belediyeleri bir tür bölgeler haline gelmiştir. Avrupa Birliği tarafından büyükşehir belediyeleri bölge yönetimleri olarak tanınmaktadır. Büyükşehir belediyesi-ilçe belediyesi ilişkilerinin gözden geçirilmesi gerekmektedir. Kentsel alanla yani merkezle bütünleşmiş ilçe belediyeleri ile merkezle bütünleşmemiş ilçe belediyelerinin konumu farklı açılardan ele alınmalıdır.

2.2. 'Bütünşehir' terimi, 6360 sayılı Yasa'nın öngördüğü il sınırı-büyükşehir belediyesi sınır çakışmasına bağlı olarak büyükşehir belediyelerin büyümesini, buna bağlı olarak mesafece uzak olan küçük beldelerin ve köylerin kapatılmasını değil, merkezde bulunan büyük bir belediyenin çevresine doğru genişlemesi üzerine çevresindeki küçük yerel yönetim birimlerini bünyesine katmayı anlatmaktadır. Hem siyasal iktidar sahiplerince hem muhalif kesimlerce yapılan ve genel kabul görmüş 'bütünşehir' adlandırması doğru değildir. Büyükşehir belediyesi sınırlarının il mülki idare sınırlarıyla çakıştırılmasıyla ortaya çıkan yeni büyükşehir belediyesi yönetim modeli, 'bütünşehir' olarak adlandırılmaktadır. 'Bütünşehir' (unicity) adlandırması ilk olarak 12 Eylül darbesi sonrası sıkıyönetim döneminde, büyük kentlere ilişkin ayrı bir düzenleme yapılmadan önce (1984 tarihli 3030 sayılı Yasa), anakentlerin çevresindeki küçük belediyelerin aydınlatma, su, kanalizasyon, imar ve ulaştırma gibi hizmetleri yeterli düzeyde halka götürememesi sebebiyle ve anakentlere yönelik kontrol/iç güvenlik hassasiyeti dolayısıyla bünyesine katmak için yapılan iki düzenleme (34 Numaralı Karar ve 2561 sayılı Yasa) doğrultusunda kullanılmıştır. Bu düzenlemeler sonrası anakentlerin ve orta büyüklükteki kentlerin çevresindeki birçok belediye ve köy tüzel kişiliği kaldırılarak büyük belediyeye bağlanmıştır. Bu tarz bir çevresine genişleme uygulaması 2000'li yıllarda Denizli Belediyesi bağlamında kendini göstermiştir. 6360 sayılı Yasa uygulamasının böyle bir "bütün"lükle ilgisi bulunmamaktadır.

2.3. 6360 sayılı Yasa'yla büyükşehir belediyesi sayısı 30’a çıkarılmış, büyükşehirlerde il özel idareleri kaldırılmış, yeni ilçeler kurulmuş, köyler ve beldeler mahalleye dönüştürülmüş, mülki sınırlar ile belediye sınırları örtüştürülmüş, yatırım izleme ve koordinasyon başkanlıkları kurulmuştur. Büyükşehir ilçe belediyelerinin paylarının % 40’ı büyükşehir belediyesine devredilmiş, büyükşehir belediye sınırları içindeki genel bütçe vergi gelirleri tahsilatı toplamından büyükşehir belediyesine ayrılan pay % 5’ten 6’ya çıkarılmıştır. Bu tür düzenlemeler yapılsa bile belediyelerin, arttırılan hizmet yükü ve genişleyen alana paralel olarak gelirleri arttırılmamakta ve bundan dolayı mali sorunlar yaşanmaktadır. Bankalara borçlar artmakta; yap işlet devret gibi imtiyaz sözleşmelerinden kaynaklı olanlar görünmemektedir. Ayrıca belediyelerin ve özellikle de büyükşehir belediyelerinin ihale usulünü gün geçtikçe daha yoğun bir şekilde kullandıkları, kurduğu şirket sayısının giderek arttığı rahatlıkla söylenebilir. Bu haliyle büyükşehir belediyeleri neoliberal toplumsal yapının taşıyıcısı sıfatını yüklenmişler ve hem iktisadi hem de yönetsel olarak yerel düzeyde öne çıkmışlardır.

2.4. Kapatılan il özel idaresi, belde belediyesi ve köylerin taşınır, taşınmaz mal, alacak ve borçlar ile personelinin ilgili büyükşehir ve ilçe belediyesine, merkezi yönetim birimlerine ve Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlıklara devri için 30 ilde devir, tasfiye ve paylaştırma komisyonları kurulmuştur. Bir vali yardımcısının başkanlığında toplanan bu komisyonlara ilgili belediye başkanları ve başkanlar ile valinin uygun göreceği kurum ve kuruluşlarının temsilcileri katılmıştır. Her ilin kendi düzenine göre işleyen bu komisyon süreci birçok ilde sancılı bir biçimde geçmiştir. Özellikle muhalif siyasi partilerin kazandığı belediyelere ilişkin devir sürecinde çatışmalar yaşanmış ve birçok husus yargıya intikal etmiştir.

3.     Değişen Yönetim Biçimi ve Kırsal Alan

3.1. Köy nüfusunun toplam nüfus içindeki oranı 2012 yılında % 22,7 iken 6360 sayılı Yasa sonrası 2014 yılında % 8,2’ye düşmüştür. Kent nüfusu (il ve ilçe merkezleri) da sırasıyla % 77,3’ten  % 91,8’e çıkmıştır.

3.2. Köylerin % 47,2’si, belediyelerin % 54’ü yerel yönetim sisteminden çıkarılmıştır. İdari coğrafyada bir ölçek değişimi ve yerel yönetim sistemine yeni bir yapı getirilmekte; kırsal alanın tarihsel, hukuksal, yönetsel karakteri değiştirilmekte; köy muhtarlığı kamu tüzel kişiliğine, kendi bütçesine ve personeline sahip bir birim olmayan kentsel yönetim biçimi mahalle muhtarlığına dönüştürülmektedir. Kent hayatında olmanın yükümlülükleri, köy halkına vergi ve hizmetin faturalandırması şeklinde yeni mükellefiyetler getirmektedir.  Kırsal ve kentsel alan ayrımı gözetilmediğinden, tarımsal arazilerin tarım dışı kullanımı hızlanmakta,  mülksüzleşme, temsiliyet ve hak kayıpları ortaya çıkmaktadır. Kentli gömleği zorla giydirilen köylü ve çiftçi, hukuki, idari ve mali kayıpları sonucunda kırsal yaşantısını sürdürmede zorluk çekmektedir. Tüzel kişiliği kaldırılarak hukuk düzleminde, idari ve mali açıdan yok hükmüne düşürülen orman köylerine, köy tüzel kişisiyken tanınan yasal yetkilerin devam edeceğini söylemenin hukuken geçerliliği, yaptırımı ve güvenilirliği yoktur. Fiziksel koşullar itibariyle mahalle tipi yönetimle, 16.545 köy ve bağlısını yönetmek mümkün görünmemektedir.

3.3. İş gücü bakımından yerel yönetimlerde sözleşmeli çalışanların kadrolu personel olarak istihdam edilmesi sürekli biçimde seçim vaadi olarak kullanılmaktadır. Sözleşmeli statüde bulunan ve buna ek olarak kadrolu personel olarak istihdam edilen personelin oranı taşeron ve güvencesiz biçimde çalıştırılan işçilerin sadece 5’te 1’i kadardır. Yani önemli oranda hizmetler piyasalaştırılmakta ve hali hazırda taşeron sistemi ile yürütülmektedir.

3.4. Ağalık rejimine karşı köy halkının tamamını demokratik biçimde kavrayan ve ortak karar mekanizması geliştiren Köy Kanunu tasfiye edilmekte; köyler, merkezi yönetimin hiyerarşik güdümündeki mahallelere dönüştürülmektedir.

3.5. Ülkemizin en önemli sorunlarından biri hukuk devleti ilkesinin zedelenmesidir. Hukuka aykırılıklara karşı çıkılamaması, sorunun olağan hale gelmesi, hukuka uygunluğun tartışılmıyor olması en önemli sorunumuzdur. 1982 Anayasası'nda il, belediye ve köy olmak üzere üç tür yerel yönetim söz konudur. Ama 6360 sayılı Yasa ile büyükşehir belediyesi sınırları içinde il özel idareleri ve köy yerel yönetim birimleri ortadan kaldırıldığı için Anayasaya aykırı bir durum söz konusudur.

3.6. İl özel idareleri ve kaymakamlıklar uhdesinde olan köylere hizmet götürme birlikleri bu yasa kapsamında kapatılmıştır. Bu birimler her ne kadar siyasal iktidarın yönlendirmesiyle hizmetler üretse de yine de yerleşik bir biçimde kırsal alana hizmet götüren birimlerdi. Özel idarelerinin kaldırılmasıyla, belediye sınırları dışında yıllardır sunulan kırsal hizmetler (su, kanalizasyon, katı atık, orman köylerinin desteklenmesi vb.) ile belediye sınırları içinde ve dışında verilen hizmetlerin (tarım, toprağın korunması, bayındırlık ve iskan, merkezi yönetim tarafından yaptırılan yapım, bakım, onarım, teçhizat alımı işleri, enerji nakil hattı yapımı vb.) büyükşehir belediyeleri tarafından yerinde ve zamanında ihtiyaçları giderecek biçimde nasıl sunulacağı merak konusudur. Özel idareler, birçok taşra yönetimi ve yerel yönetim biriminin yapmakla yükümlü olduğu görevleri bütçelerine ödenek aktarılarak fiilen üstlenmekteydi (Örnek, ihale yapma, personel, araç-gereç ve kaynak aktarma vb.). Bunların da ötesinde özel idareler, belediyelere nazaran oy odaklı olmaktan çok belli ölçüde hizmet odaklı idarelerdi. Bu anlayış farkı, hizmet kalitesi ve vatandaş memnuniyeti bakımından sorunlar yaratabilecektir. Bunun yanı sıra bir ilçe sınırlarında yer alan köylere dönük yatırımların yapılmasını ve gerekli her türlü ihtiyacın karşılanmasını sağlamak amacıyla kurulmuş olan köylere hizmet götürme birliklerinin kaldırılması da merkezi yönetim aracılığıyla köylere hizmet sunma yönteminin terki anlamına gelmektedir. İl özel idarelerinin kaldırılmasıyla bu birliklere il özel idaresinden pay aktarılması usulüne de son verilmiştir.

3.7. İl özel idarelerinin, köylere hizmet götürme birliklerinin kapatılması, 2B arazilerinin satışına ilişkin beklentinin yüksek olması, tarım alanları ve meraların amaç dışı kullanımın artması gibi nedenlerle köylerin kamu tüzel kişiliğini kaybederek mahalleye dönüştürülmesi sürecinin toplumsal, yönetsel ve ekolojik açıdan olumlu sonuçlar doğurmasını beklemek güçtür. Ormanlar ve tarım alanları üzerinden maddi güç ve siyasi güç kazanma söz konusudur. Antalya Tarım İl Müdürlüğü verilerine göre, 2013 yılında tarım alanlarının % 10,17’si konut, % 71,83’ü turizm sektörü tarafından kullanılmıştır ve toplam 289,253 hektar alan tarım dışına çıkarılmıştır. 


3.8. Antalya özelinde birçok sorun yaşanmaktadır. Konyaaltı ilçesinde olan bir hizmet ağı büyükşehir belediyesine devredilebilmektedir. Bunun yanı sıra il özel idaresi yatırımlarının devam ettirilmemesi (örneğin Tünektepe); norm kadro cetvelinde bir adet olan daire başkanlığının hukuk dışı biçimde 3’e çıkarılması; büyükşehirin Muratpaşa İlçe Belediyesinden yetki devri istemesiyle seçilmiş bir organın yetkisinin elinden alınması, yargıya başvurulduğu halde sonuç alınamaması; büyükşehirin bütün yetkileri kendinde toplamak istemesi; kentsel dönüşüm, ulaşım, planlama, barınma sorunları ve demokrasi açığı gözlenen sorunlardır.


4. Kamu Yararı Açısından;
4.1. Kamu yararı kavramı, devleti, devlet yapan, ona meşruluğunu sağlayan ve kamu hizmetinin özünü oluşturan bir kavramdır. Hizmet koşulları çerçevesinde hukuki düzenlemelerde net bir şekilde tanımlanmamakta,  "kamusallık" açısından dayanak olma niteliğini yitirmektedir.  Yerel demokrasiye ve yerel özerklik ilkelerine karşıt bir biçimde yerel halka sorulmadan, referanduma gidilmeden çok sayıda belediye ve köy kapatılmış, büyükşehir belediyelerinin yetkileri ve alanları genişletilmiş,  ‘yerinden yönetim’ ve ‘hizmetlerde halka yakınlık’ ilkeleriyle bağdaşmayan durumlar ortaya çıkmıştır.

4.2. Yerel yönetimlerdeki ihaleci düzen, kamu hizmeti anlayışının altını oymaktadır. Belediyelerin yalnızca rant, ihale ve şirketleşme üzerinden tanımlanan birimler haline gelmesi düşündürücüdür ve bu yaygın durumun "kamusal" bir bilinçle sorgulanması gerekmektedir.

4.3. Kamu hizmetlerindeki dönüşüm, Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS) ve Avrupa Birliği ile doğrudan bağlantılıdır. Hizmet ve finansman açığı kavramları ortaya çıkmıştır. Hizmet açığı ciddi bir finansman açığının borç yoluyla kapatılmasının gerekçesi olmaktadır. Türkiye genelinde durum, hizmetler doğru planlanmadığı için borçlanmanın boşa gitmesi ve beklenen sonuçların elde edilememesidir. Bütçe kontrolü kalmamıştır, kalemler görülmemektedir. 

4.4. Ülkemizde önce fiili durum yaratılmakta, sonra yasal ve anayasal kılıf oluşturulmaktadır. Merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında ve bu kurumların kendi aralarında çatışmalar yaratılmaktadır. Bu çatışma ve parçalanma sonrası ciddi bir konsolidasyon söz konusu olmaktadır. Bilinçsizce ve siyasi pozisyonla ilgili olarak devlet yapısının deforme edilmesi, piyasanın öncelenmesi, gücün ve yetkinin yoğunlaşması, yoğunluk arttıkça da devlet ve toplum arasındaki mesafenin artması, toplumsal ihtiyaçlar yerine ekonomik saiklerle hareket edilmesi topluma temelden zarar vermektedir.


5. Yerel Kamu Hizmetlerinin Sunumu Açısından;

5.1. 6360 sayılı Yasa ile büyükşehir belediye ölçeğinin büyütülmesi bazı yerel hizmetlerin yerine getirilmesinde gözlenen hizmet ve/veya finansman açığını ortadan kaldırabilecek niteliktedir. Ancak 6360 sayılı Yasa öncesinde farklı yerel hizmetler, farklı kentler ve farklı yerel yönetim birimleri açısından gerekli araştırma, fizibilite çalışmaları ve hazırlıklar yapılmadan, toptan bir düzenleme yapılmıştır. Bu ise her örnekte istenen sonucu vermemiştir.

5.2. Çevre hizmetleri açısından, 2009’da açılan Avrupa Birliği çevre faslı çerçevesinde, AB’nin müktesebatına uyumlaştırmanın sağlanması gereklidir. Ancak bu konuda belediyeler yetersizdir ve ağır müktesebat hükümlerinin icap ettirdiği yatırımların ve buna ilişkin finansmanın yerel yönetimler tarafından yerine getirilmesinin mümkün olmadığı ortadadır. Bunun yanı sıra alt yapı, kanalizasyon, su, arıtma, su havzaları, ağaçlandırma, çöp toplama, katı atık yönetimi ve geri dönüşüm, toprak kirliliği gibi birçok sorun vardır. Merkezi yönetim ve yerel yönetim arasında yetki karmaşası bulunmaktadır. Çevre ile ilgili bu tür sorunların aşılmasında ise özelleştirme ve piyasalaştırma çare olarak görülmektedir. Ayrıca denetim, kontrol ve yaptırım uygulama aşamasında büyük eksiklikler yaşanmaktadır.

5.3. İklim değişikliği çerçevesinde sistematik bir yıkım yaklaşmakta, ancak iklim krizi konuşulmamaktadır. Yerel yönetimlerin bu soruna yönelik olarak yapılanması gerekmektedir.

5.4. Kentleşme ve tarımsal, endüstriyel veya çeşitli insani faaliyetler neticesinde ortaya çıkan toksik atıklar ile kimyasallar gıda, su, hava yoluyla insanlara etki ederek pek çok sağlık sorununa sebebiyet vermektedir. Yapılan araştırmalar sonucu 249 adet sulara bulaşması muhtemel kimyasal risk unsuru saptanmıştır. Bunların parametrelere eklenmesi gerekmektedir. Bu sorunlar muhtemelen katlanarak büyüyecektir. Örneğin  Suriye ve Irak’ta toksik kirlenmeyle birlikte çevresel koşullar yaşamaya uygun olmaktan çıkacaktır.

Su kalitesini belirleme çalışmalarında kafein vb. etken maddelerin dahil edilmesi; kimyasalları tespit etmek üzere alt yapı, laboratuvar, cihaz ve donanım sağlanarak, yıllık izleme programları ve uygulamalarına ivedilikle başlanması bir gerekliliktir. Su kalitesini izleme ve denetleme büyükşehir belediyelerinin temel görevlerinden biridir ve yapmak için mevzuat değişikliği beklenmemelidir.

5.5. Büyükşehirlerde su ve atıksu idarelerinin su ve atıksu hizmet altyapısını oluşturma, yenileme, kayıt altına alma, personel alma, finanse etme, denetleme ve izleme gibi birçok konuda sorun ortaya çıkmıştır. Kırsal alanda susuz yerleşim yerlerine hizmet götürülmesi noktasında sıkıntılar yaşanmaktadır. Susuz yerleşim yerleri sıralamasında Antalya başlardadır. İlçelerde su ve atık su hizmetlerinin sunulmasındaki zorluk özellikle Akseki, Gündoğmuş, Elmalı, Korkuteli, İbradı gibi merkeze uzak, yüksek rakımda yer alan yerleşim yerlerinde görülmektedir. Diğer taraftan kıyıda olmakla birlikte turizmin yaygınlığı nedeniyle dağınıklık gösteren küçük yerleşim alanlarının fazlalığı da hizmetlerin sunumunu zorlaştırmaktadır.

Antalya ilinde su ve atıksu hizmetlerinin büyükşehir belediyesine devredilmesi ile su tarifelerinde artışlar görülmektedir. Örneğin, Alanya (Antalya)’da 2014’te meskenlerde 0-13 m3’e kadar 0,62 TL, 14-20 m3 arası 1,56 TL iken, 6360 sayılı Yasa sonrası önceden meskenlerde uygulanan kademeli su fiyatlandırılmasına son verilmiş ve meskenler için tek 1,50 TL birim fiyatı kabul edilmiştir. 2015 yılı kent merkezinde yer alan ilçelerde % 5 ve diğer ilçelerde yaklaşık % 10’luk artışlarla, su fiyatları yükselmiştir. Su ve atıksu hizmetlerinin finansman açığına çözüm olarak Dünya Bankası kredilerinin kullanımının artması söz konusudur. Büyükşehir belediye sınırlarının genişlemesi ve yeni büyükşehir belediyelerinin kurulması ile kredi alabilmeyi kolaylaştıran ölçek büyümesi de gerçekleşmiştir.

5.6. Yatırımların planlanması, finansmanı ve gerçekleştirilmesi açısından yerel düzeyde öne çıkan bir diğer sorun, büyükşehir belediyesi sınırları içine katılan ilçe belediyeleri, belde belediyeleri ve köyler arasında ayrım yapılmasıdır..

5.7. Yenilenebilir enerji yatırımlarında ve HES’lerde ruhsat alımı artmış, , büyüklüğüne göre imar planlarında değişikliklere gidilmiştir. Sit alanları giderek daha fazla tahrip edilmektedir. Örneğin, Kemer ilçesi içinde bulunan Phaselis antik kentinde 18 dönüm arkeolojik sit alanı içinde olmak üzere, turizm merkezi olarak ruhsat verilmiş, imar planlarında değişiklikler yapılmıştır. Artan taşocakları sayısı nedeniyle, taş ocaklarının ruhsatlandırılmasında, denetiminde halk sağlığı açısından sorunlar yaşanmaktadır. Finike’de sedir ormanlarında hat döşenmesi, yol yapılması gibi durumlar söz konusudur ve köylerin mahalleye dönüştürülmesi nedeniyle daha fazla ruhsat verileceğinde, bunların şehirlere doğru genişletilebileceğinden korku duyulmaktadır.

5.8. Antalya Büyükşehir Belediyesi tarafından Expo 2016, Boğaçay Yat Limanı Projesi gibi çok büyük ölçekli projelere başlanmıştır. Ancak projeler kapsamında raylı sistem, köprülü kavşak, yat limanı ve benzerinin yapımı ile arazi ve arsa spekülasyonunun ve yapılaşmanın artması, mülksüzleştirmenin ortaya çıkması, doğal yaşam alanlarının ve kıyıların tahrip olması, tuzlu suyun içeriye girmesiyle tarım alanlarının ve su kaynaklarının tahrip edilmesi, kıyı erozyonunun oluşması gibi birçok sorunun beraberinde geleceği düşünülmektedir. Ekonomik bakış açısının baskın olması toplumsal ve ekolojik sorunların göz ardı edilmesine neden olmaktadır.  

5.9. Kamu yararı ve ölçek ekonomisi kavramları,  tüm yurttaşların farklılıklarını ve dezavantajlarını ortadan kaldırarak ortaklaşmasının sağlanması bağlamında değerlendirilmektedir. Ölçek ekonomisi, erkekler dünyasına ait kavramlara hizmet ederek erkek ekonomisine dönüşmemelidir. 6360 sayılı Yasa ile belediyelerin yetkilerinin ve gelirlerinin ölçek ekonomisi kapsamında artırılmaya çalışıldığı düşünüldüğünde burada dezavantajlı grup olan kadınların payının ayrıca planlanmadığı görülmektedir. Şehirlerin toplumsal cinsiyet eşitliğine göre yapılandırması bağlamında sığınma evlerini, konuk evlerini, kreşleri kapsayacak bir biçimde gerekli yasal düzenlemeler mevcuttur. Ancak buradaki asıl sorun, 6360 sayılı Yasa öncesinde ve sonrasında, merkezi yönetim birimlerinin ve belediyelerin sığınak, kreş gibi meseleleri ikincil mesele olarak görmesidir. Nüfusu 100 bini aşan belediyeler kadın sığınakları açmakla yükümlüdürler. Anılan yasa öncesinde bu rakam 50 bindi. Bu değişiklik ve buna ek olarak sığınakların olmaması, var olanların yetersizliği veya uluslararası standartlarda olmaması, uzman personelin çalıştırılmaması; şiddet mağduru kadınların, 12 yaşından büyük erkek çocuklarının sığınağa alınamaması ve çocuk esirgeme kurumuna gönderilmesi nedeniyle kadınların sığınak yerine şiddete maruz kaldıkları evlerine geri dönmek zorunda bırakılması; LGBT bireylerin korunmaması vb. önemli sorunlardır. Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi) de dikkate alındığında, yerel yönetimlerin bu sorunları çözecek ivedi önlemleri alması gerekmektedir. 

21 Aralık 2015 Pazartesi

Temcit Pilavı Gibi* Boğaçayı Projesi**

Karaman Çayı, Doyran Deresi ve Çandır Çayı birleşiminden oluşan (Resim 1)
Boğaçayı Türkiye’de yılın dört ayı itibariyle en yüksek yağış alan bölgesinde bulunuyor. Boğa gibi önüne geleni taşıyarak Akdeniz’e akması nedeniyledir ki bu çaya Boğaçayı deniliyor…  (Resim 2)




PLANLAMA ÇALIŞMALARINDA ÖZEL MÜLKÜN “BOĞAÇAYI” ZAFERİ !!!

1998 de DSİ  Etüt Plan Şube Müdürlüğünde ve DSİ Genel Müdürlüğünde onaylanan Boğaçayı Taşkın Korunma Planlama raporuna göre seddeler arası yatak genişliği 300 metre olarak belirlendiği açıklanmıştır. Bu çalışma ilçe köy gibi düşük yoğunluğu olan yerleşimler esas alınarak 500 yılda bir gelebilecek büyüklükteki veriler esas alınarak yapılmış. Uzmanların saptamalarına göre temel alınması gereken yoğun yerleşim kriteri olan 1.000 yıllık veriler esas alınması gerekirdi. Nitekim bu durumda yatak genişliği 350 metre olarak belirlenmesi gerekiyordu. Daha o tarihlerde 350 metre içinde yer alan yapılaşmalar da söz konusu olduğundan olsa gerek 500 yıllık verilere göre yatak genişliği belirlendiği anlaşılmaktadır.  

Ancak 300 metrelik bu yatak genişliği bile fazla bulundu ve ağırlıklı sol sahilde arsası bulunan özel mülke konu arazi sahiplerinin yoğun uğraşları sonucunda yatak genişliği 260 metreye düşürüldü. Antalya DSİ bu dayatmaya onay vermeyen mühendisini Elmalı’ya sürgün ederek, yatak genişliğini daraltma kararı almakta sakınca görmemiştir.
                                                                                                                       
Böylece 350 metre olması gereken yatak genişliği 300 metrede tescil edilmiş, ancak  kısa bir süre sonra 260 metre genişliğe düşürülmekle  “boğayı” azgınlaştırmanın zemini de hazırlanmıştır. Kuşkusuz bunun arkasından gelen düzenlemeler ve yapılaşmalar da azgınlaştırılan boğanın hızına hız kattı. Örneğin, uzman görüşüne göre 260 metre yatak genişliğine göre yeni yapılan köprü sağ ve soldaki seddelerin üst kotu ile köprünün üst kotu aynı olacak şekilde inşa edildiğinden bir de bu nedenle suyun akacağı kesitte kayıp yaratıldı.

Böylece delik deşik edilen planlama çalışmaları sonucunda taşkın sularının önce köprü kirişlerine, daha sonra köprü üstüne ve nihayet sağ ve sol sahilde bulunun seddeleri yıkarak çevreye yayılması söz konusu olmuştur. Zaten suya doygun olan zeminin, yapıları ne şekilde etkileyeceği ve özellikle Hurma bölgesindeki yapılaşmaların bu nedenle tüm boyutlarıyla değerlendirilmesi gerektiği görüşü ciddi bir gündem maddesi haline gelmiştir.  

BOĞAÇAYI’NDA SANDAL HAYALLERİ…

Üzerinde çeşitli senaryoların üretildiği Boğaçayı, zamanında Konyaaltı Belediyesinin bizzat ilgi alanları arasındaydı. Antalya Deniz Ticaret Odası da Boğaçayı’nda liman olabilir mi araştırmaları yaparken ayranı iyice köpürttü, iştah kabarttı. Sonradan ısrarından vazgeçse de o dönemlerde Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’in hayal dünyasına konu yerleştirilmiş oldu.  Ardından hayalleri süsleyen resim üzerine resim üretimleri başlamaya başladı…  (Resim 3 -4) 

Son üç yerel seçimin vaatleri arasında yoğun olarak yer alan Boğaçayı projesinin yeni versiyonu ise Büyükşehir Belediyesinin ASAT çatısı altında gerçekleştirilen sunum ile sahne aldı. (Resim 5-6)

BOĞAÇAYI İLE VERİLEN MESAJLAR…

Kabul etmek gerekiyor ki AKP yönetiminin Boğaçayı üzerinden kamuoyunu etkileme süreci yaşamaktayız. Tıpkı Kanal İstanbul çıkışlarında olduğu gibi, öncelikle emlak ve inşaat piyasasını hareketlendirme hedefi başta olmak üzere yürütülmek istenen bir operasyon söz konusudur. Bu proje kendisini sürekli gündemde tutacak, ilişkilerinin canlı kalmasını sağlayacak. Uzun yıllara yayılacak böyle bir proje ile (gerçekleşse de gerçekleşmese de) ulusal ve ulus üstü sermaye dünyasına verilen mesajlarıyla güven tazelenecek. İşte bakın denilecek “kentin geleceği (piyasalaştırılması) için efsanevi işler yapıyoruz, “azgın boğa” yı bile ıslah etmek ve buradan sermaye dünyasına kan vermek için mücadele veriyoruz”. Halka yönelik de “esnafı uçuracağız, işsizler iş bulacak, standartlar yükselecek, dünya buraya akacak,  hayat bayram olacak” söyleminin önemli bir malzemesi olacaktır.    
BUNUN ADI RANT SAĞLAMA DEĞİL RANT KOLLAMADIR…

Kuşkusuz ki tamamen kamusal bir tasarrufun konusu olan ancak sermaye çevrelerinin kendilerini yeniden üretme aracı olarak kullanılmak istenen Boğaçayı projesi de, benzerlerinde olduğu gibi kamusal alanlar hoyratça kullanılmak istenmektedir. Dağları, tepeleri, ormanları tüketmiş ve şehre inmiş aç kurtların saldırısına uğramış gibiyiz. Kamusal yarar, kamusal çıkar gibi kavramların önemsizleştirildiği veya içinin boşaltıldığı bir anlayışın temsilcisi olarak kamuya ait ne varsa ticarileştirmek ve özelleştirmek üzere rol alanlar, Boğaçayı projesi ile planlama ilkelerine, kentsel yaşama, doğaya vereceği tahribatların üzerilerini söz cambazlıklarıyla ve iktidar olma imkanlarıyla örtmeye çalışmaktadırlar.

Yerel yöneticilerimizin arsa kazanma, daha fazla alanı imara açma, kendilerince yöreyi ve piyasayı canlandırma, belki bu yolla belediyesine katkı sağlama gibi ihtiyaç ve insan merkezli olmayan arayışlara kafa yormalarını makul karşılayanlar olabilir… Ne var ki Boğaçayı projesi artık rant sağlama girişiminin ötesinde rant kollayan bir proje haline geldiğini görmemek mümkün değildir… Kamuoyunu etkilemek için global mühendislik ve yatırım firması çizimleri ile kent dışından davet edilen bilim insanlarının sunumu bile bu durumun önemli bir kanıtı olmuştur.  

Bu proje çıkar ve baskı gruplarının, yıllar boyunca ortaya konulmuş olumsuzluklarına karşın kamusal bir alanda kamusal bir otorite tarafından "yapay" olarak yaratılmış bir ekonomik transferi elde etmek için giriştikleri faaliyetler ve bu amaçla yapılan harcamalardan başka bir görüntü vermemektedir. O nedenle bunun adı “Rant Kollama”dır. 

Bu amaçla farklı siyasi parti temsilcilerinin kol kola hareket etmesinde şaşılacak bir yan bulunmamaktadır. Çıkar kardeşliği, rant kardeşliği olduğunda “ayranı yok içmeye…” özdeyişinin de anlamı olmamaktadır… Çünkü “içecek ayranı bile olsa” doğal ortamda ve insan yaşamında neden olacağı telafisi imkansız tahribat riski ve ihtiyaç tespiti olmaksızın kamu kaynaklarının sorumsuzca harcanacak olması gerçeği nedeniyle teşebbüsü bile gayri meşru olan bir girişim ile karşı karşıyayız. Batı çevre yolu ve Kırcami’de yaşananlar rant kardeşliklerinin örneği olmuşsa, Boğaçayı projesi de  siyasi hesaplar, çıkar çevrelerinde yaratılan beklentileri ile rant kollamanın adı olmuştur. 

BOĞAÇAYI PROJESİNİ İRDELEMEK ABESLE İŞTİGAL ETMEK Mİ ?

Bu nedenle, Boğaçayı projesi, Çevre Mühendisleri, İnşaat Mühendisleri gibi konu ile ilgili  hemen hemen tüm meslek odalarının, Kent Konseyinin, Deniz Ticaret Odasının, öğretim üyelerinin, uzman kişi ve kuruluşların, DSİ ve ASAT başta olmak üzere resmi kurumların zamanında üzerinde inceleme/çalışma/değerlendirme yaptığı, fayda/zarar üzerine görüşlerini  bildirdiği bir proje oldu.
Ama AKP anlayışının, ortaya çıkan bütün olumsuz görüşlere meydan okuma ritüelleri ile yoluna devam etmesi, yaratmak istediği algı ile rant kollayan safında, bu alandan maddi ve sübjektif getiri elde etmeyi hesap ettiğini ortaya koymaktadır. 

KAMUOYUNDAN GİZLENEN BOĞAÇAYI HAKKINDA YARARLI BİLGİLER…

> DSİ, Boğaçayı Planlama çalışmaları aşamasında, teknelerin de boğaçayına girebilmesi düşünülebilir mi sorusunu incelemiştir. Sahilden 500 m içeriye kadar olan bir kısımda yıl boyu 2 metre derinlik sağlanabilmesi için her yıl yataktan 260.000 m3 su altında kazı yapılması gerekeceği; her yıl tekrar edilen bu çalışmanın maliyeti bir yana, sahilden içeriye girecek insanların ve teknelerin bir taşkın sırasında uğrayacağı zararın da ön görülmesi gerekeceğinden bu konu planlama dışında tutulmuştur… .

> Çevre Bakanlığı’nın Boğaçay için Rp=500 yıl ortalama tekerrür aralığı olan feyezan debisinin 2133m3/sn olduğu ve ‘Derenin ıslah projesinin 260m genişliğinde sağ ve sol sahilde yapılacak seddeler ve Boğaçayı’nın lodostan etkilenmeden denize çıkışını temin edecek mendirek yapımı öncelikler arasında yer alması gerektiği saptaması bulunmaktadır…
  
 Aynı bakanlıkça Resmi Gazetede yayımlanan su kaynaklarının korunması ile ilgili yönetmeliğinde ise bu bölgede yer alan su kaynaklarının kirlenmesine neden olacak faaliyetleri yasaklamaktadır.   

> DSİ’ nin “Boğaçay Taşkın Koruma Planlama Raporu” bulunmaktadır. Taşkın korumaya yönelik  mendirek yapısı, tersip bentleri, ıslah sekileri, koruma seddeleri ve köprü projelerinin uygulanması öncelikle  DSİ’ni ilgilendiren konular  ve  DSİ verilerine göre Boğaçay’da gözlenen  en büyük taşkın debisi 25 Aralık 2003 tarihinde Q=1900 m3/s olarak ölçülmüş. 

> DSİ tarafından hazırlanan Boğaçay bölgesi yeraltı suyu koruma alanları haritasında Mutlak  I ve II derece yeraltı suyu koruma alanları üzerinde yer almaktadır.          
                                                                          
> Antalya Kenti Su Kaynakları Koruma Alanları kapsamında Boğaçay yeraltı suyu  koruma alanları 28.12.2009 tarih ve 27446 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe  girmiştir. Resmi Gazete küpüründe belirtildiği gibi Boğaçay yeraltı suyu koruma alanları üzerinde Mutlak, I ve II Derece koruma alanlarından çakıl
alınmasını yani bölgede hafriyat yapılmasını yasaklamaktadır. 

> DSİ’nin tespitlerine göre  “ Kentin su ihtiyacını karşılayan Duraliler, Boğaçay ve Termessos su kaynakları geçmişte kullanıldığı gibi önümüzdeki yıllarda da kullanılmaya devam edecektir. Kentin mevcut su kaynaklarını terk etmesi söz konusu edilmemelidir.”

Bu konuda, Migros 5 M AVM`nin Arapsuyu 1 su kaynağı üzerine yapıldığı gerekçesiyle yapılan itiraz üzerine, Danıştay’ın 5M Migros için verdiği yürütmeyi durdurma kararı gerekçesinde; "su kaynakları kirlense bile gelecek nesillere aktarmak için korunmalıdır" kararı kulaklara küpe olmalıdır…

> Kentin mevcut su kaynaklarının korunması yeni su kaynaklarının araştırılmasından önemlidir.  Çünkü mevcut kaynakları korumak yeni kaynakları temin etmekten daima daha ekonomiktir.”

Sırası gelmişken belirtelim ki Hurma Bölgesinin imara açılası sonucu bölgede yer alan ve halen varlığını sürdüren "Hurma Su Kaynakları" hiç konuşulmamaktadır… Antalya`nın merkezinde bulunan bu kaynakların korunması gündemde bile yoktur. Halen korunması ve kullanılması mümkündür. Su Kaynaklarını Koruma Yönetmeliği çerçevesinde gerekli başvuruların yapılması, kaynak olarak tescilinde kamu kurumları ve ilgililer görevlerini ihmal eder durumdadırlar…

>ASAT Genel Müdürlüğünün 2014 yılında yaptırdığı “Boğaçay yatağında yapılacak deniz oluşturma kazısının hidrojeolojik etkileri” araştırmasında ise Boğaçayında deniz suyunun neden olacağı tahribat ve yer altı su kaynaklarına vereceği zarar ayrıntılı olarak ortaya konulmuştur.

> Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Müdürlüğü bünyesinde yapılan çalışmada “Antalya Bütünleşik Kıyı Alanları Yönetim Planı Projesi Nihai Raporu”nda kıyılarımızın mevcut durumları, eğilimler, talepler, kamu yararı, kıyının ekonomik potansiyeli, kent yaşamı, doğal ve kültürel değerler, yasal statüler, kazanılmış haklar vb. tüm verilere ve değerlendirmelere göre kararlar üretilmesi gerektiği vurgulanmaktadır…  

Ve bu projede ne Boğaçayı ne de Boğaçayı’nın denize döküldüğü Konyaaltı sahilinde liman, marina, balıkçı barınağı gibi ihtiyaç tespiti söz konusu bile edilmemiştir. Ama Boğaçayı için ayrıntılı, taşkın/fezeyan etütleri, hidro-jeolojik ve hidro-biyolojik etütler yapılmadan kesinlikle turizm deniz yapılaşmasına açılmamalıdır uyarısı yer almaktadır.

>Aynı şekilde Tarım ve Köyişleri Bakanlığı İl Müdürlüğünün Antalya Merkez Balıkçı Barınağı Planlama Çalışması ile ilgili raporda da balıkçı barınağı olarak tespit edilen alternatif alanlar içinde Boğaçayı ve denizle buluştuğu sahil şeridi yer almamaktadır.      

> 1991 yılından beri Antalya’ya bağlama yeri kazandırılamadığından hareketle 2000 li yılların ikinci yarısında bir dizi çalışma yapan Deniz Ticaret Odası’nın bu kapsamda  Boğaçayında  “hemşehri marinası” olabilir mi çalışmaları, toplantıları ve sempozyumundan elde ettiği sonuç olumsuz olmuştur ; 

“… yapılması planlanan 260m enindeki dere koruma sınırları içerisinde en az 50m eninde ve -3m kotunda bir kanal, yatların içeri girmesi istenen bölgeye kadar taranacak (Pratik-ekonomik nedenlerle bu mesafenin kıyıdan en fazla 1100m olabileceği düşünülmüştür) ve yatlar için bir giriş – çıkış kanalı yapılacak olması seçeneği dışında; bu kanal eni tüm koruma sınırları olan 260 metre eni kullanılarak  yapılması düşünülse bile, bu durumda kenarlarda kazıklı ve yüzer durumda yat yanaşma yerleri yapılabilirse de bu durumda yüzer iskeleler feyezan gelebilecek kış aylarında karaya alınmalı ve yatlar Çayı terk etmelidir, sadece kazıklar kalıcı yapı olarak kalması düşünülebilir. Ancak her sene giriş ağzında ve kanal boyunca bakım taraması gerekeceğini, bunları minimuma indirmenin yöntemi derenin taşıdığı malzemeyi derenin üst kotlarında tutmak ve bunları taşıyarak denize erişmesini sağlamak gerekir” 
           
saptamalarında bulunan Prof. Dr. Ali Rıza Günbak,  her iki durum için de oldukça yüksek ilk inşaat maliyeti ve süreklilik isteyecek bakım maliyeti ile getiriden uzak,  gerçek bir yat limanı projesinin mümkün olamayacağını ortaya koymuştur.  

>Akdeniz Üniversitesinden Doç Dr. Nihat Dipova’nın da proje gündeme gelmeden yıllar önce bu alanda yaptığı çalışmalarda özellikle                     

 *Taşkın: Yüksek taşkın debisine sahip Boğaçayda marina işletmesi                              
* Kıyı Erozyonu: Taşkın riskini azaltmak için akış yukarı baraj yapıldığında kıyıya sediman  taşınımının  engellenmesi
                                                                             
*Deniz seviyesi yükselmesi / Kara çökmesi

 * Yeraltı suyu tuzlanması
 konularındaki saptamaları ve uyarıları olmuştur.

BOĞAÇAYI’NDA PİYASACI ANLAYIŞIN SON HAMLESİ

Boğaçayı projesinin etki alanlarına yönelik değerlendirmeler ve tespitlerin önemli bir kısmı  bu yönde olmakla birlikte Büyükşehir Belediyesi bu kez  “mimarlık, yapı, inşaat alanında faaliyet gösteren Afrika, Asya, Ortadoğu, Amerika, Avrupa, ABD de faaliyetleri olan Perkins+Will isimli global bir sermaye şirketinin çizgileri ve  İTÜ ve Yıldız Teknik Üniversitesinden bilim adamlarının isimlerinin yer aldığı ASAT ve Antalya Büyükşehir Belediyesi logolu minik bir broşür ile Antalya kamuoyunun önüne yeniden çıktı. Uzmanların belirttiğine göre broşürde yer alan harita ve grafiklerde yeni bir saptama yok. Ama değişiklik olarak bilim adamlarının yer altı su kaynaklarının kirlenmeyeceği açıklaması ile Deniz Ticaret Odasının sempozyumunda sakıncaları ve maliyeti itibariyle önerilmeyen dere yatağı içinde yaklaşık 1000 metre uzunluğunda kanal oluşturularak yapılmak istenen bir marina ve Konyaaltı sahilinin işgaline neden olacak şekilde dere ağzından büyük limana doğru yine yaklaşık 1.000 metre uzunluğundaki 2. Marina öngörülüyor…

KENDİNİ ELE VEREN HAYALPERESTLİKLER…

Kamuoyuna açıklanan bu Yeni versiyon projenin  tanıtımında öncelikle bir kısım çevrelerin abesle iştigal ettikleri iddiasıyla yollamalarda bulunulmuş…  Ortada proje yokken, ne yapılacağı belli değilken sırf siyaset olsun diye eleştirmenin Antalya’ya kötülük  ettikleri belirtilmiş.  Demek ki yıllardır Boğaçayı projesine ilişkin açıklamaları, çizimleri  ve görselleri bütün bir kenti süslerken ve bu yılın başında Fransa Emlak Fuarı MIPIM de Boğaçayı pazarlanırken kendileri abesle iştigal etmişler…

Kabul edilmelidir ki şu anda da ortada bir proje bulunmamaktadır. İşte projemiz budur diyerek aslında ortaya yeniden bir resim konulmuştur. Bu resim bilimsel hiçbir araştırma ve tespit ile ilişkilendirilmediği gibi planlama ilkeleri gereği herhangi bir onay sürecinden geçmemiştir. Ama görev alanlarında olmayan kamusal yatırımlar için kendilerine başrol atfedilerek kulağa hoş gelen sözlerle  “inşallah – maşallahlarla”  hayal satıp siyaseten pirim kazanma ve beklentilere mesaj gönderme çabası devam etmektedir.

KİMİN ELİ KİMİN CEBİNDE ?
Sel tehdidinin ciddiyetini koruduğunu projede öncelikle taşkın alt yapısını önleme çalışmasının yapılması gerektiği, saniyede 4 bin 500 metreküplük debiye göre taşkın önleme uygulamaları yapılarak riski ortadan kaldıracak önlemlerin alınacağı açıklanmıştır.

Burada sormak gerekmektedir, DSİ görev ve yetkileri Büyükşehir Belediyesi’ne mi devredilmiştir? DSİ’nin konuya ilişkin açıklaması olacak  mıdır? Bu konuda yapılan bir  çalışma ve ıslah ve taşkın önleme yatırım kararı alınmış mıdır ? DSİ Boğaçayı’nın denizle buluştuğu alanda marina yapılarak yatağın daraltılmasına ve sahil şeridindeki marina yapılmasına onay vermiş midir ? 2500 debiden 4500 debiye çıkarılan taşkın önleme düşüncesi hangi bilimsel verilere dayanmaktadır? Büyükşehir belediyesinin Boğaçay’da marina yapma projesinin zorunlu bir sonucu, öngörülen yapılaşmaların bir gereği olarak mı düşünülmektedir?

Marina inşaatının sebep olacağı taşkın önleme, kıyı erozyonu çözümü, tuzlanan yeraltı suyu yerine uzaktan taşınacak içme-kullanma suyu maliyeti gibi maliyetler projeden bağımsız olarak DSI, DLH, belediye gibi kamu kuruluşlarının bütçelerinden (yani projeden haksız rant geliri elde edecek küçük bir zümre dışında ve projeden hiçbir yarar sağlamayacak milyonlarca vergi mükellefinden) mi karşılanacaktır?

BİLİM, SÜRDÜRÜLEBİLİR DOĞA VE İNSAN YAŞAMINI MERKEZ ALMALIDIR  

Sunumda, "Havza Hidrolojisi ve Hidrojeoloji raporu", "Tuzluluk Modellemesi ve Tuzlanma" "Kıyı Yapıları ve Kıyı Modellemesi" konularında bilgi verilmiştir.

**Ancak bu konularda verilen bilgiler hangi çalışmalara dayalı olduğu açıklanmamıştır. Önceki inceleme ve tespitlere yapılan yorumlar mı söz konusudur? Sunumda yer alan bilim insanları saha çalışması yapmışlar mıdır?   

**Deniz seviyesi yükselmesi, kara çökmesi ile ilgili herhangi bir değerlendirme yapılmış mıdır ?  Alınacağı ileri sürülen önlemlere rağmen yeraltı suyunun tuzlanmasına neden olacak her hangi bir gelişme olması durumunda karşılaşılacak zarar ve tahribat hesaplanmış mıdır ?

**Taşkın riskini azaltmak için akış yukarı baraj yapıldığında kıyıya sediman taşınımının engellenmesi kıyı erozyonuna neden olmayacağı hangi verilere dayanmaktadır ?  

**Alternatif alanlar içinde olmamasına karşın hangi fayda/maliyet analizlerine göre Boğaçayı yatağının kenarında ve Konyaaltı sahilinde marina yapılmasına karar verilmiştir ? Kent merkezinde marina ihtiyacı bir araştırma sonucu mu belirlenmiştir. Eğer böyle ise diğer alanlar neden değerlendirilmemiştir ?

**İlk etap olarak denizden içeriye doğru 2 km lik kısımda yer alan, hem denizin girişinde hem de nehrin içinde öngörülen 2 yat limanı ve rekreasyon alanlarının yapılması hedeflendiğine göre taşkın önleme çalışmaları tamamlanmadan dere yatağının daraltılması ve yeni yapılaşmalarla oluşacak risk nasıl önlenecektir ?

**Uluslararası düzeyde kullanıma açık Antalya’nın simge niteliğindeki Konyaaltı sahilinin 1/7 inin doğal niteliğinin geri döndürülemez bir şekilde ortadan kaldırılmasının fayda/zarar analizleri yapılmış mıdır?

**40 km sahil kazanılması ile kast edilen nedir ? Boğaçayı’nın başlangıç noktasında (Karaman ve Çandır’ın birleşimi) 7 metre olan kot yüksekliği daha kuzeydeki alanda 30 metreyi bulmaktadır… Buna göre çay yatağı boyunca yürüme yolu vs. aktivasyon alanları mı sahil olarak ifade edilmektedir? Yoksa hala Boğaçayı yatağının  denizle buluşturulacağı iddiasına devam mı edilmektedir ?

**Seddeler, barajlar ve öngörülen yapılaşmalar bakımından Boğaçayı havzasının deprem riski ve fay hattı konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmış mıdır ?    
**Boğaçayı’nın denizle buluşmasına engel olduğu belirlenen Lodos faktörü konusunda alınan önlemler nelerdir ?
BELEDİYELER EMLAK SPEKÜLATÖRLERİ MİDİR ?

"Havza Arazi Örtüsü ve Önerilen Yapılar" başlığında Boğaçay havzasını taşkın korumanın ardından yaşanabilir bir alana dönüştürmeyi, turizm alternatiflerini artıracak kamu yatırımlarında kullanılmak üzere yeni kaynaklar elde edileceği hedeflendiği belirtilmektedir. .
**İşaret edilen alanın bir bölümü Bakanlar Kurulunun 2007 yılında aldığı bir kararla Turizm Merkezi ilan edilmiş ancak bu karar Danıştay tarafından iptal edilmiştir.
**Taşkın korumanın ardından yaşanabilir alanlar olarak belirlenen yapılaşmalar nelerdir ve kaplayacağı alanlar ve getireceği yoğunluk ne olacaktır ? Buna bağlı olarak getireceği alt yapı ve trafik yükü hesaplanmış mıdır ?
**Bölgede yer alan fay hattı, deprem riski ve zemin yapısı göz önüne alındığında, Batı Çevre Yolu nedeniyle imara açılan alanlardan sonra getirilen yeni yapılaşma yoğunluğunun sonuçları hesap edilmiş midir?
**Boğaçayı’ndan liman kavşağına kadar olan Konyaaltı sahil şeridinin marina olarak düzenlenmesi ile kumsal olarak kullanılan bu alanın işgali hangi ihtiyaçtan ve hukuksal dayanaktan kaynaklanmaktadır ?
**Görsellerde yer alan yeni su yolları ve marina oluşumunun gerçekleştirileceği alanlarındaki mülkiyet durumu nedir ?
 **Yol, arazi ve marina düzenlemeleri tamamlandıktan sonra mı imar planları ve ulaşım master planı, kıyı alanı master planı yapılacaktır? 
**Varyant ile Liman arasında gerçekleştirilen jürili, ödüllü bir yarışma ile ilan edilen “Konyaaltı sahili Mimari ve Kıyı düzenlemesi projesinin”  Boğaçayı ve liman arası bölümü iptal mi edilecektir. ? 
Soruların uzaması mümkündür… DSİ tarafından taşkın önleme ve ıslah çalışmaları kuşkusuz ki gerekli hassasiyet içinde yürütülmelidir…
Ne var ki bu süreçte Büyükşehir Belediyesi yönetiminin gerçekten kamusal yarar düşüncesi ile hareket etmesini beklemek mümkün görünmemektedir. Zira rant kollayan bu anlayış neoliberal politikalar ile emlak ve inşaat odaklı ekonomik büyüme stratejisi ile esas olarak kamusal alanlarımızı, yaşam alanlarımızı, doğal kaynaklarımızı yabancı ve yerli sermayenin birer yatırım aracına dönüştürmek üzere   hareket ettiği son derece açıktır…

SONUÇ OLARAK…

İhtiyaç tespiti olmamasına karşın Boğaçayı’nda ve Konyaaltı sahilinde gerçekleştirilmek istenen marina yatırımları ile dere yatağını daha da daraltmanın, kıyı erozyonuna neden olmanın, yurttaşların denizden yararlanma alanlarını işgal etmenin yine bu uğurda kamusal kaynakları hesapsız ve fütursuzca heba etmenin kazancı rant ve siyasi ikbal olarak görünüyorsa; bu marinalar nedeniyle taşkın önleme, kıyı erozyonu çözümü, tuzlanan yeraltı suyu yerine uzaktan taşınacak içme- kullanma suyu maliyetleri DSİ, DLH, belediye gibi kamu kuruluşlarının bütçelerine ekleyeceği külfetin faturası yurttaşlardan fazlasıyla çıkarılacaksa, bu girişimlerinin esas amacı çıkar çevrelerinin beklentilerine yanıt vermekse yalnızca soru sormanın yetmeyeceği de çok açıktır.  Yaşanan gelişmeler doğa ve insan hakları duyarlılığına sahip çevrelere her alanda acil ve etkili uyarı ve girişim sorumlulukları yüklemektedir.   21.12.2015

*iftardan artakalan pilavın sahurda ısıtılarak sofraya konması için kullanılırmış; kinci kez ısıtılan pilav makbul değildir. birkaç kez gündeme getirilerek can sıkıcı hal alan konu..
** Yazının hazırlanmasında ve kaynak temininde katkıda bulunan bilim insanı ve konusunda uzman arkadaşlara teşekkür ederim…
 

6 Aralık 2015 Pazar

Antalya’nın Son Yüz Yılı- Mimar Recep Esengil

Bugünkü kent merkezi M.Ö.2. yüzyılda kurulmuş ve kent o günden bu güne kadar çeşitli
uygarlıkların beşiği olmuştur.

19. yüzyılın başında Konya iline bağlı kaza iken 1913 İlkbaharda Teke Sancağı bağımsız mutasarrıflık haline dönüşmüş, Cumhuriyetin kuruluşuna kadar İtalyanların işgaline rağmen mutasarrıflık ve Bölge Komutanlığı Türkler tarafından yürütülmüştür.

Cumhuriyetin kuruluşunda Antalya çoğu ahşap evlerden oluşan 12 000 nüfuslu bir kentir. Yerli Türkler yaşayanların büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır. Kentte Türklere ait 7 camii, 1 hastane,  10  kadar  okul,  posta  ve  gümrük  idaresi  vardır.  Ancak  azımsanmayacak  sayıda Yunan, Girit göçmenleri ile Rum azınlık ta bulunmaktadır. Rumlar, azınlık nüfusun 1/3'nü oluşturmaktadır. Rumlara aitte kentte 1 metropolik, 4 kilise, 12 okul ve bir itfaiye örgütü bulunmaktadır.

Kentin gelişimi, en eski yerleşim odağı olan kale ve kale içinden başlamıştır. Daha sonra merkez odaklı kale çerçevesinde ana yerleşme kütlesi oluşmuş, bu kütleden bağımsız yollarla ayrılan, ana yollarla gelişen irili ufaklı mahalleler oluşmuştur. Kentin bu şekilde gelişimi 60'lı yılların ortalarına kadar sürmüştür.



Antalya'nın da kent kimliğini merkezde ve çevresinde bulunan tarihsel ve doğal dokulu özgün çevre oluşturmaktadır.

Doğal Çevre:
Kentin doğal görünümü "Altta en güzeli ile Akdeniz, Lara ve Konyaaltı plajları, 2 ploto halinde gelişen ve denize dik inen 7 milyon yılda oluşmuş falezleri, çam ormanının denize birleştiği kıyılar, çağlayanlar, bunları süsleyen maki ve zakkumlar ve arkada zirvesi karlı Toroslar.

Tarihi Çevre:
Karain de ilk insanın başlattığı "Dünya Mimarlık Tarihi" odak noktasında Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı egemenliklerinin tarihi yapıları, öğeleri, buluntularını günümüze taşıyan ender kıyı kentlerimizdendir.


Antalya'nın, yine 60'lı yılların ortasına kadarki nüfus gelişiminin Türkiye'deki genel değişime koşut  olduğunu  görmekteyiz.  1927  yılında  12.400  olan  nüfus,  1965  yılında  71.000'e ulaşmıştır. Nüfus gelişimi doğurganlığın yanı sıra köyden kente doğru göçten kaynaklanmıştır.

Ancak  1950'lerde  50.000  olan  nüfus  70'lerde  10.000'e,  2000'lerde  650.000'e  ulaşmıştır. Nüfus artış hızı da Türkiye ortalamasının üstüne çıkmış, 1995 sonrasında Türkiye'nin nüfus artış hızı en yüksek kenti olmuştur.

Ne olmuştur da kent birden bu kadar hızla büyümüş, göç almış ve bu günkü hale gelmiştir? Bunun için tekrar 1960 Antalya'sına dönmek gerekiyor.

Antalya Cumhuriyetin kuruluşundan 1960'lı yıllara kadar tarım ağırlıklı bir ekonomik yapıya
sahiptir. Bunun dışında hizmet sektörü ile ticaret en önemli sektörlerdir.  Kapalı bir ekonomik yapıya sahip olan Antalya'nın tek ticari çıkış kapısı da şimdiki yat limanında bulunan iskeleydi.

1950'lerde başlayan göç ve kentleşme ile artmaya başlayan nüfusa bu mevcut ekonomik yapının yetmemesi, Demiryolunun yokluğu, karayolu standartlarında iyileştirme olmaması, daha önemlisi; komşu kent Mersin'de uluslararası taşımacılık standartlarında limanın açılması ve Antalya Limanı'nın tamamen devre dışı kalmasıyla Antalya'da ciddi ekonomik sıkıntı yaşanmaya başlanmıştır. Hatta birkaç ailenin elinde olan tarım sektörü tamamen çökmüştür.

Artık Antalyalı yeni arayışlar içindedir.

Aynı  dönemlerde  Türkiyede  yeni  ekonomik  arayışlar  içindedir  ve  ilk  defa  1953  yılında
"TURİZM" den söz edilmeye başlanmıştır.

1953 yılında Turizm Endüstrisi Teşvik Yasası çıkartılmıştır.

1957 yılında Basın Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü oluşturulmuştur.

1960 yılında yapılan 5 Yıllık Kalkınma Planında "Turizm" geniş şekilde yer almış ve döviz getirici  bu  sektörde  devletin  alt  yapıyı  kurma  ve  özel  sektörün  de  doğrudan  üretken yatırımlar için özendirilmesi öngörülmüştür.

1969 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile ülkenin turizm olanaklarının değerlendirilmesi, kaliteli tesislere hızla kavuşması ve turizm değerlerinin israfını önlemek amacıyla Antalya-Çanakkale arasındaki kıyı badının kıyıdan 3 km kadar içeriye olan kısmı "Turizm Gelişme Bölgesi" olarak ilan edilmiş planlarının çalışmaları da bir yıl içinde bitirilmiştir.

1971   yılında   turizm   politikalarının   hızla   geliştirilmesi   amacıyla   "Turizm   Bakanlığı" kurulmuştur. Turizm sektörü için yapılan bu çalışmalarda iklim koşulları, doğal ve tarihsel kimliği, Marmara kıyıları gibi 2. konutla bozulmaya başlamamış yapısıyla "Antalya" önemli yer tutmaya başlamış ve çalışmaların odak noktası durumuna gelmiştir.

1973 yılında Turizm Bakanlığı "İskandinavya Planlama ve Geliştirme Örgütü" (SPDA)'ya Antalya'nın master planlarını hazırlatmış ve bu plan çerçevesinde Antalya'daki Turizm girişimleri de hızlanmaya başlamıştır.

1973  yılında  Turizm  Bakanlığı  ayrıca,  Antalya'nın  Turizm  Nazım  Planını  hazırlatmıştır.  Bu planın projeksiyon dönemi 2000 yılıdır ve 174.000 yatak kapasitesi önermektedir. Antalya'da yatak sayısı 1994'de 100.000'e ulaşmış, plan hedef yılı 2000'de ise önerilen yatak kapasitesini aşarak 230.000'i bulmuştur.

1975  yılında  üç  önemli  proje  uygulanmaya  başlanmıştır.  Güney  Antalya  Turizm  Gelişim
Projesi, Side Turizm Gelişim Projesi ve Kaleiçi - Yat Limanı Düzenlenmesi Projesi.

Güney Antalya Projesi, Antalya Limanı ile Gelidonya Burnu arasında kalan 75 km. lik kıyı bandını kapsamaktadır ve 70.000 yatak öngörülmüştür. Dünya Bankası destekli projenin önemli yanlarından birisi de alt yapı çalışmalarının öncelikli yapılmasıdır.

Side Turizm Gelişim Projesi de; Antalya'nın doğusunda Side tarihi merkezi, Bingeşik  Bölgesi, Acısu Sorgun Bölgesi ve Titreyen Göl mevkiinde 12 000 yatak kapasiteli alandır.

Kaleiçi Projesi ise, tarihi sit alanında yapılan düzenlemeleri kapsamaktadır. Eski liman (iskele) Yat Limanı olarak düzenlenmiştir. Devlet eliyle yapılan düzenlemeler uluslararası "Altın Elma" ödülü almıştır.

Ayrıca altyapı ve ulaşımla ilgili ciddi çalışmalar ve yatırımlara başlanmıştır.

Gelişmek!
Tabii bireylerin ve toplumun en önemli arzusu. Ama gelişmenin farklı boyutları olduğunu da unutmamak gerekir; Yani madolyonun öbür yüzünü:

*Kentlerde aşırı nüfus artışı,
*Doğal kaynakların hızla tüketilmesi,
*Çevre kirliliği; hava, toprak ve doğal ürünler arasındaki dengenin      bozulması,
*Tarihi ve doğal varlıkların tahribi.

Eğer gelişmenin olumsuz etkilerini görmek istemiyorsak veya en aza indirmek istiyorsak gelişmeyi planlı hale getirmeniz gereklidir. Sadece planlamak değil, planı doğru ve tavizsiz uygulamak da planlama kadar önemlidir. İşte bu açıdan, Antalya'nın gelişmeye başlamasıyla birlikte planlama çalışmalarına ve bu planların uygulanmasına kısaca bakmak gerekiyor.

Antalya'da  kent  planlama  çalışmalarına  1950'li  yıllarda  başlanmıştır.  İlk  kent  planı  1957 yılında İller Bankası tarafından yapılmış ve İmar İskan Bakanlığı tarafından onaylanmıştır. Bu plan Kaleiçi ile birlikte, batıda Bahçelievler, kuzeyde Şarampol, doğuda Yenikapı ile sınırlı kalmıştır.  Planlama  öncesi  yapılan  araştırmalar  ve  tahminlerde  önemli  hatalar  yapılmış, sayısal ölçümlerde yanlışlık ve tutarsızlıklar bulunmuştur. Antalya'nın özellikleri, iklim verileri göz önüne alınmamıştır. Kent bir Akdeniz kıyı kentinden çok kara kenti gibi planlanmıştır. Konyaaltı'ndaki 8 katlı yapılar bu planın ürünüdür. 1965 yılında planın yenilenmesine karar verilmiş, bu defa plan özel bir firmaya yaptırılmıştır. Ancak Bülent Berksan firması tarafından hazırlanan plan da eski planda yapılan düzeltmelerin ötesine geçmemiş ve 1973 yılında plan çalışmaları  durdurulmuş  ve  1974  yılında  iptal  edilmiştir.  Kentin  planı  1977  yılında  Şehir Plancısı Zühtü Can'a verilmiş, öncelikle 1/25000 Nazım Plan çalışmaları yapılmış, Antalya Belediyesi planlama bürosuyla hazırlanan planlar 1980 yılında onaylanmıştır. Ciddi araştırma ve  bilimsel  etütler  ile  hazırlanan  planda  kentin yerleşiminin  kuzeye  kaydırılarak  daha az verimli toprakların yerleşim amaçlı kullanılması, verimli toprakların tarım amaçlı korunması tasarlanmış, Kuzey Platosuna uydu şehir önerilmiştir. Doğu ve batı kıyıları ise hem turizm sektörünün ihtiyacı hem de kentlinin deniz kullanım talebi düşünülerek turizm amaçlı planlanmış, kıyı bandının arka tarafları ise tarım alanları olarak bırakılmıştır. Yapılan ulaşım anketleri verilerine göre yapılan ulaşım planlamasıyla güçlü bir ulaşım ağı oluşturulmuştur. Mevcut konut alanlarındaki yetersiz sosyal donatı alanlar artırılmış ve gelişecek bölgelerde de yeterli alanlar önerilmiştir. Limanın gelişmesini sağlamak amacıyla liman arkasında depolama ve ticaret alanları ayrılmıştır.

Antalya'yı iki binli yıllara taşıyacak çağdaş planın onaylanmasının hemen sonrasında 12 Eylül askeri yönetimini görüyoruz. Planı hazırlatan ve onaylatan Belediye, uygulama fırsatı bulamadan yönetimden uzaklaştırılmıştır. İlk bozulmaları da daha plan uygulanmaya başlamadan bu dönemde izlemeye başlıyoruz.

Önce Lara Kıyı Bandındaki 100 mt.lik "Doğal Sit Alan Sınırı "KTVKK"   tarafından bir otelin talebi üzerine 30 mt. ye indirilmiştir. Askeri rejimin son kanunu "Turizmi Teşvik Yasası" uyarınca Turizm Bakanlığı plan değişikliği yetkisi almış ve plan bütünlüğünü gözardı ederek re'sen  plan  değişiklikleri  yapmaya  başlamıştır.  Lara  kıyı  yolunun  güzergahı  aynı  otelin talebiyle  değiştirilmiştir.  1983  yılında  yürürlüğe  giren  3194  sayılı  İmar  Kanununun  plan yapma, değiştirme, onama yetkilerini belediyelere vermesiyle önü alınamaz bozulmanın ilk adımları atılmaya başlanmıştır.


Gelen baskılarla kıyılarda turizm alanları önce konut alanlarına dönüştürülmüş, inşaat alanları tariflerindeki değişikliklerle yapı yoğunluğu artırılmış, subasman kotu 2.50 mt.ye çıkartılmış, turizm yapılarına bir kat ilave edilmesiyle konut projeleri önce turistik tesis olarak hazırlanmış ve  ruhsat  almış,  inşaat  aşamasında  tekrar  konuta  dönüştürülmüşlerdir.  Tarım  alanları özellikle kooperatifler vasıtasıyla konut amaçlı imara açılmıştır. Her türlü bilimsel veriden uzak, keyfi uygulamalardan iki örnek vermek istiyorum.


1.Lara kıyı Bandı'nda sit alan sınırının 30 mt. indirilmesi ve kat yüksekliğinin arttırılmasının
irdelenmesi

2.Parsel boyutunda imar planı değişikliği yapılmadan artırılan yapı yoğunluğu a.1984 öncesi plan gereği yapılabilecek yapı boyut örneği.

b.1984 sonrası imar yasasının yanlış uygulaması ile subasman kotunun artırılması, bodrumun
iskana açılması, merdiven ve aydınlıkların yapı tanımı dışında bırakılması. c.Aynı yasa boşluğu ile çatı arasının kullanıma açılması.

Evet;
1994 yılına gelindiğinde Antalya'nın yeni profili ve kimliği işte bu şekli almıştır. Yeni bir plan

çalışmasının şart olduğu gerçeği Antalya Belediyesi ve ilgili meslek odalarında tartışılmaya başlanmıştır. Aynı yıl yeni Nazım Plan UTTA  firmasına verilmiş, çalışmaları da iki yıl sonunda tamamlanmıştır. Planın bir çok olumlu yönü bulunmasına rağmen Antalya'yı 2000'lere taşıyacak planlamadan çok uzak olup, öncelikle Meslek Odaları olmak üzere toplumun   da beklentilerinden çok farklıdır.


Öncelikle;
Planın havza boyutunda yapılması gerekmektedir. Çevredeki yerleşimler artık Antalya'nın birer mahallesi durumuna gelmiştir. Parçacıl planlar ileride içinden çıkılamaz boyutlara ulaşmaktadır.

Bir evvelki plan üzerinde yapılan değişiklik ve ilavelerle bozulan mevcut kent dokusunun iyileştirilmesi gerekmektedir. Oysa planlamada bunları görmek te mümkün değildir.

İhtiyaç olmadığı halde konut amaçlı yeni alanlar oluşturulmuştur. Planda 2015 yılı için projeksiyon  nüfus  1.600.000  olarak  öngörülmüş  olmasına  ve  mevcut  planda    1.000.000 nüfusu karşılayacağı halde, yeni planda konut alanlarında 3.500.000 nüfus için yer ayrılmıştır. Ayrıca bu alanlar verimli tarım toprakları üzerinde planlanmıştır. Kentin gelişimine koşut ulaşım planı bulunmadığı gibi sadece ulaşım raporu ile yetinilmiştir. Bütün itirazlara rağmen planlarda herhangi bir düzeltme yapılmadığı için planların iptali amacıyla 8 meslek odası dava açmış, dava 1998 yılında tamamlanmış ve imar planı İdare Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Kentin tümünde imar planının iptal edilmesi kaos ortamı yaratmış, Davacı odalar ile Belediyenin uzlaşmasıyla yeni plan yapımına karar verilmiş, iptal edilen plandaki dava konusu alanlar plandan çıkartılarak geçici planın onaylanmasıyla kent gelişimini bu geçici planla sürdürmeye devam etmiştir.

Bu ortamda girilen 1999 yerel seçimlerinde Subaşı yönetimi seçimi kaybetmiştir. Alt Kademe Belediyelerinde de yönetimler değişmiştir.    Ancak tüm belediyeler farklı partilerin temsilcilerinden oluşmuştur. Muratpaşa Belediyesi: DSP, Konyaaltı Belediyesi: ANAP, Kepez Belediyesi; MHP, Büyükşehir Belediyesi ise CHP’lidir. Yerelde oluşan kooalisyon ortamı kentle ilgili kararlara da yansımış, daha doğrusu karar almada sorunlar ve zaman kayıpları yaşanmıştır. Merkezi Hükümetin de koolisyondan oluşması kentle ilgili kararlarda olumsuzlukların yaşanmasına neden olmuştur.

Seçimler sonrası yeni yönetim geçici plan yerine yeni plan çalışmalarını başlatmıştır. Yeni planın hazıranması için Belediye bünyesinde “Nazım İmar Bürosu” oluşturulmuştur. Geçen dönem imar planının iptal nedenlerinden birisi olan Ulaşım Planının ise ihalesi yapılmıştır. Plan  çalışmaları  bu  dönemde  çok  ağır  işlemiştir.  Bu  da  kentteki  bozulmaların  devamı anlamına gelmektedir. Nitekim plan tadilatları geçen dönemlerde olduğu gibi belediye meclislerinin en önemli gündem maddelerini oluşturmuştur. Geçen dönem başlanan ancak kentlinin tepkisini çeken, kent kimliğini etkileyecek bazı projeler ise bu dönem tamamlanmıştır.   Beach-park   ve   Migros   iki   örnek   olarak   gösterilebilir.   Migros   ileride yaşanacak AVM modasının ilk adımıdır.



Muratpaşa belediyesi tarafından Belediye hizmet alanına yapılması planlanan ve Fabrikalar Bölgesindeki yeni AVM’lerde kamusal alanlarda ve yasal süreçler zorlanarak elde edilmiştir (Bkn:sayfa 10-11). Yine bu dönem Kundu bölgesinde yapılaşmanın hızlandığı görülmektedir. En önemli gelişme ise Lara Kent Parkı ve kıyı düzenlemesinde olmuş, kıyıdaki 5 turistik tesis iptal edilmiş, Kent Parkı STÖ desteği ile planlanmıştır. Kıyı düzenlemesi uygulaması tamamlanmış ancak Kent parkı’na başlanamamıştır.


I.Türel döneminde bu alan Turizm Bakanlığı tarafından “Temalı Park” adı altında özel firmaya tahsis yapılmış ancak kentlinin tepkisi üzerine uygulamaya başlanamaıştır. Yeni seçim dönemine gelindiğinde gerek nazım İmar Planının gerekse Ulaşım Planının tamamlanamadığı görülmektedir.

2004  yılında  yapılan  seçimlerde  Büyükşehir  Belediyesi  yönetimi  tekrar  el  değiştirmiş  ve seçimi AKP almıştır. Seçim öncesi sunulan “Çılgın Projeler”in çoğunun çıldıramadığı bu dönemin  ilk  icraatı  geçen  dönem  çoğu  tamamlanan  ancak  neredeyse  tamamının  sosyal donatı alanlarını işgal ettiği ve kendi tesislerini bu alanlara yapmış olan turistik işletmelerin işgallerinin plan tadilatları ile yasallaştırılmasıdır.  Turizm literatürüne “temalı oteller” olarak geçen, mimarlık literatüründe ise “rüküş” olarak adlandırılan bu tesislerin bulunduğu bölge iki dönemin ortak ürünü olarak Antalya’nın kimliğinde bugün önemli yer tutmaktadır.


AKP’nin belediyecilik anlayışının simgesel yapıları “battı çıktı” tabir edilen alt geçitler yeni yönetimle birlikte Antalya’nın da gündemine gelmiştir. Yine Türel’’in vaadlerinden hafif raylı sistem çalışmaları başlatılmıştır. Bu amaçla geçen dönem tamamlanamayan Ulaşım Planının ihalesi baştan yapılmış ve hızla tamamlanmıştır. Ancak o kadar hızlı tamamlanmıştır ki işi alan firma tarafından yapılmakta olan Isparta Ulaşım Planı ile Antalya Ulaşım Planları karışmış, Meclisten  geçerek  onaylanan  planın  bir  kısmının  Isparta’yı  kapsadığı  tespit  edilmiştir. Dönemin plana önemi ve bakış açısı daha sonra yaptıkları planlara da yansımıştır. Tamamlanan  Nazım  İmar  Planı  başta Subaşı  döneminde iptal  gerekçelerinden  birisi olan Kırcami  denilen  bölgeyi  %  80  yapı  yoğunluklu  imara  açmış,  önceki  dönemlerde  kaçak başlayan bazı kooperatif alanları plana dahil edilmiş, yanlışla dolu Ulaşım Planı planlamada baz alınmış ve şehir içinde otuz adet katlı kavşak önerilmiştir. Bu ve benzeri yanlışlardan dolayı Mimarlar Odası’nın açtığı dava ile bu planda iptal edilmiştir. Bu dönemde kenti etkileyecek bir başka girişim ise Atatürk Parkı’nın kuzeyinde bulunan spor tesis alanına 100 katlı rezidans ve 40 000 m2. AVM projesidir. Bu proje aynı alanda yapılacak 35 000 kişilik stad ve 10 000 kişilik kapalı spor salonunun yapımı karşılığı ihale edilmiştir. Resim 11 de yapıların kent silüetindeki oransal etkisi açık olarak görülmektedir. Yatırımın gerçekleşmesi halinde bölgeye getirecek altyapı yükü, ekolojik sorunlar, alanın hemen yanında   bulunan kent hastanesi ve yerleşim alanlarında yaratacağı gürültü problemleri ise göz ardı edilmiştir. Mimarlar Odasının mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı almış olmasına rağmen, Türel stadyumun  inşaatıyla  işe  başlamıştır.  Ancak  Türel’in  seçimi  kaybetmesiyle  proje durdurulmıuş, plan tadilatı yapılarak        arazi belediye hizmet alanına dönüştürülmüştür.Tepkilere rağmen bu dönemde rezidans ve AVM projesi dışındaki yapıların inşaatı devam  etmiştir. AKP’nin  2014‘de tekrar Büyükşehir Belediyesi’ni almasıyla kentte Türel’in kaldığı yerden projelere devam edebileceği endişesi hakimdir.



İlçe belediyelerinin kentsel alanlardaki ayrıcalıklı planlama çabaları da birkaç döneme damgasını vurmuştur. Bunlardan sadece iki AVM örneğine değineceğim. Fabrikalar alanı olarak bilinen alanda yer alan Dokuma Fabrikası önce özelleştirme kapsamına alınarak fabrikada  üretim  durdurulmuş, daha sonra  satışına  karar  verilmiştir.  Ancak  Antalyalıların tepkisi ve eylemleri sonucu Özelleştirme Yüksek Kurulu tarafından alan Kepez Belediyesi’ne bedelsiz devredilmiştir. Kepez belediyesi fabrikayı ve alanı kamusal amaçlı kullanmak yerine bir  firmaya  9.000.-  dolar  gibi  sembolik  bir  bedelle  49  yıllığına  tahsis  yapmıştır.  Firma hazırladığı     projede  fabrikaya  ait  binaları  yıkarak  burada  kültür  ve  sanat  etkinilerinin yapılacağı  park olarak düzenlemiştir. STÖ tarafından oluşturulan “Dokuma Çalışma Grubu” projeye karşı çıkmış ve Kültür Varlıkları Koruma Kurulununa alanın tescil edilmesi için


başvuruda bulunmuştur. Başvurusunda “Antalya’da tarımın endüstriye dönüşümünü simgeleyen ve Antalyalıların ortaklığı ile 2.Dünya Savaşı sonrası Doğu Alman ve Sovyetler Birliği’nin ortak projesi olarak yapılan tesisin, kentin önemli bir simgesi ve bir bölgeye adını vermiş olması”  gerekçe olarak gösterilmiştir. Kurul fabrika binası, kreş ve hangar yapılarını tescillemiş   ayrıca   peyzaj   düzenlemesini   “Cumhuriyet   Dönemi   Peyzaj   düzenlemesi“ özelliklerini koruması nedeniyle korunmasına karar vermiştir. Bu arada dönemin AKP’li Belediye Başkanı Erdal Öner fabrika içindeki makinaları hurda olarak satmıştır.



.

İkinci örnek ise Muratpaşa Belediyesi sınırları içinde bulunan Belediye Hizmet Binası alanında yaşananlardır. Muratpaşa Belediyesi’nin ilk Belediye Başkanı Mehmet Manavoğlu döneminde alanda  Belediye  Hizmet Binası yapılması amacıyla arazi “kat karşılığı” müteahhit firmaya verilmiş, bu nedenle plan tadilatı yapılarak arsa ikiye bölünmüş, müteahhide ait alan ticari alan olarak tadil edilmiştir. Kısa süre sonra müteahhit firma anlaşma ile zarar ettiğini belirterek   Belediye   Binasının   inşaatını   durdurmuş   ve   kendisine   verilen   yerde   yapı

yoğunluğunun artışı talep etmiştir. Belediye Meclisi talebi kabul etmiş ve yapı yoğunluğunu
%100  arttırmıştır. Mimarlar  Odası dava  açmış  ve  mahkeme plan tadilatını  iptal  etmiştir. Ancak Evcilmen döneminde bazı ufak değişikliklerle müteahhit firmanın talepleri karşılanmış, ve bugünkü yapı kitlesi hukuksuzluğa rağmen ortaya çıkmıştır.



Kısaca bugüne ve yarına bakarak bitirmek istiyorum. Özellikle 12 Eylül den itibaren başlayan ve hızla devam eden hukuksuzluk ve kişiye özel ranta dayalı uygulamaların yarattığı olumsuzluklar,  somut  biçinde  ortada  olmasına  rağmen      hiçbir  yönetimin  farklı davranmadığını  yada  davranamadığını  görmekteyiz.  Son  bir  iki  yıldır  yapılmakta  olan hazırlıklar Antalya’nın geleceği için ciddi sıkıntılar yaratacağı açıktır. Kırcami İmar Planı bunun somut örneğidir. Subaşı döneminde Nazım İmar Planının iptal ettirilmesinin en önemli nedenlerinden   birisi olmasına rağmen 2014 yılında Kırcamisi % 80 yapı yoğunluklu olarak imara   açılmıştır.   Bu   düzenleme,   dönemin   belediyesinin   önemli   bir   başarısı   olarak sunulmuştur. Kamu ortaklık payı ve sosyal donatı alanlarının ise  % 35-40 da tutulması ise


“zaiatı düşük tutma becerisi” olarak yansıtılmıştır. 15 yıl önce bu alanın imara açılmasına karşı çıkan hiçbir meslek odasının itiraz etmemiş olmasıda düşündürücüdür. Bu dönemde sonuçlandırılan iki çalışma ise Antalya’nın geleceği için önemli kaygılar taşımaktadır.

Batı Çevre Yolu Uygulaması: Antalya’nın batısından geçecek ve Kuzey ile Batı’yı kent içinden geçmeden bağlayacak çevre yolu çalışmaları 10 yılı aşkın süredir Antalya’nın gündemindedir. Yasal olarak Karayollarının kamulaştırarak açılması gereken yol, karayollarının kamulaştırma yapmak   yerine   bölgenin   imara   açılması   vasıtasıyla   arazinin   bedelsiz   Karayollarına devredilmesi isteği üzerine yaşanmaktadır. Konyaaltı ve Kepez Belediyeleri’nin seçim dönemlerinde bölge insanına vermiş oldukları “imar sözü” ile Karayolarının talebi örtüştüğünde “rant koolisyonu” nun elini kolaylaşmıştır. Açılacak yolun iki yanı Akaydın döneminde % 20 yapı yoğunluğu ile imara açılmış ancak açılan dava ile imar planı iptal edilmiştir. Daha sonra Büyükşehir Belediyesi dışlanarak hazırlanan planla, 280 hektar alanın 36 hektarı ticari ve % 1,2 yapı yoğunluklu, kalan kısmı % 0,80 yapı yoğunluklu imara açılmak istenmiş  ancak  Çevre  ve  Şehircilik  Bakanlığı    tepkiler  nedeniyle  planı  onaylanmamıştır. II.Türel döneminin ilk icraatı ise aynı alanda doğuda yol ile Düden çayı arası batıda ise aynı


alanın % 80 yoğunluklu olarak imara açmak olmuştur. %20 ile başlayan imar çalışmaları %
80’e ulaşmıştır. Kısa süre sonra bütün bölgeyi kapsayacağı açıktır. Bu  alan  verimli tarım alanlarıdır ve 500 bine yakın narenciye ağacı bulunmaktadır.

Expo2016: 2016 yılında yapılacak EXPO için yapılan hazırlıklar ve çalışmalar Antalya’da kuşku ile   izlenmektedir.   Kuşku   iki   nedene   dayalıdır.   Birincisi   organizasyondaki   başarısızlık ihtimalidir.  Diğeri  ise  yer  seçimi  ve  EXPO  sonrası  endişelerden  kaynaklanmaktadır.  Kent içinde veya yakın çevresinde alt yapısı hazır birçok alan bulunmasına rağmen Aksu Çayı taşkın alanı etkinlik merkezi olarak seçilmiştir. Taşkına karşı önlem için iki yılı aşkın süredir çalışılmakta  olmasına  ve  milyarlarca  lira  para harcanmasına  rağmen  2015  Ocak  ayındaki yağmurlarda alanı sel baskınına maruz kalmıştır. Tarım ve hayvancılık Bakanlığına ait alanın etkinlik sonrası ne amaçla kullanılacağı gizlenmektedir. 2016 yılına kadar EXPO alanına raylı sistem getirilecek, hava alanı ile etkinlik alanı arasına altı adet köprülü kavşak yapılacaktır. Kanalisasyon çalışmaları tamamlanacaktır. Yoğunluklu olarak kamuya ait verimli arazilerin bulunduğu etkinlik alanın çevresine yapılmakta olan bu yatırımlar kısa süre içinde bölgenin büyük yapı şirketleri için cazibe alanı olarak imara açılacağı izlenimi vermektedir.



-
Bültenimize Katılın