HUKUKSUZ KAMU FAALİYETİ OLMAZ
ABB Afet Koordinasyon Merkezi (AFKOM) Çalışma Usul ve Esasları hakkındaki yönetmeliği ve dayanağı yasal düzenlemeler (*1) göz önüne alındığında getirilmek istenen uygulamanın hukuki dayanağı bulunmamaktadır...
HUKUK TANIMAZLIĞIN SINIRI YOK
AFET RİSKİ YÖNETİMİ ANA PLANI aynı zamanda NAZIM İMAR PLANININ altlığı ve önemli bir belirleyicisi niteliğindedir. Tıpkı ULAŞIM ANA PLANI gibi...
O nedenle NAZIM İMAR PLANINI yok sayan Kentsel Dönüşüm Ana Planının hukuki geçerliliğinin olabileceğini tartışmak bile zuldur.
Şayet 6306 sayılı yasadan (AFET RİSKİ ALTINDAKİ ALANLARIN DÖNÜŞTÜRÜLMESİ HAKKINDA KANUN) yola çıkılarak hareket edildiği ileri sürülmekteyse uygulama alanı olarak seçilen bölgenin veya tekil yapıların riskli olduklarının mutlaka kanıtlanması gerekmektedir.
Örneğin konu ile ilgili akademik bir görüşe (*2) göre “…uygulamaya esas ölçekte olabilecek bir çalışma, yani bir yapının veya bölgenin harita koordinatına ait, gerçekleşecek deprem ivmesi, bu deprem ivmesinin zemin etkileri ile ne kadar büyütmeye uğrayacağı gibi bilgiler henüz mevcut olmadığı, bu haliyle tekil yapıların ise dayanım olarak ne durumda olduğunu belirlemenin daha da zor olduğu ifade edilmekte, Master planında gösterilen "kötü-orta-iyi" tanımlamalarının mühendislik çalışmalarına dayalı olmaması nedenleriyle planlamanın başlangıcından itibaren önemli belirsizlikler içerdiği…” düşünülmektedir.
Bu durum da ortaya koymaktadır ki yasada tanımlanan Afet tehlikesi ve risklerinin (Kuraklık, sel-taşkın, heyelan, kaya düşmesi, çığ düşmeleri, volkan patlaması, rüzgar, deprem, kasırga-hortum, tsunami vd gibi) makro ve mikro ölçekte yeniden belirlenmesi ve tehlike haritaları çalışmalarına katılma ve bu haritalar tamamlanmadan gözleme dayalı olarak kentsel dönüşüm planı hazırlanması en hafif deyimi ile hukuksuzluk, keyfilik ve görevini kötüye kullanma halleridir.
KAMUSAL HAKLARIMIZ TOPTANCI BİR SALDIRI ALTINDA
Unutmayalım, “…kükremiş sel gibiyim, bendime sığmaz taşarım..” diyen azgın bir saldırganlık zamanlarındayız.
Paraya tahvil edilebilecek her alana fütursuzca el atan ve hükümranlık kurmak isteyen, kamu/özel ayrımı yapmadan parayla satın alınmayacak hiçbir değer bırakmamaya kararlı, daha neleri yutması gerektiğini kendisinin bile kestiremediği, doymak bilmeyen, iflah olmaya yanaşmayan, insafsız bir sermaye düzenine varlıklarını emanet etmişlerin kuralsızlıkları hepimizi yakından ilgilendiriyor…
Tek tek ele aldığınız hemen her projesinde, her uygulamasında gördüğümüz gibi toplumsal ihtiyaçları, dışlanmışlıkları ve yoksunlukları dert etmeyen bu istilacı anlayış bu kez kentsel dönüşüm master planıyla ortaya koyduğu gibi tam bir toptancı yaklaşımla hemen hemen bütün bir kenti ya rızasıyla, ya da meşruiyeti olmayan, kural tanımayan bu planla, zora dayalı olarak sermaye dünyasına - inşaat firmalarına teslim etmeye hazırlanıyor.
Antalya’da Türel Yönetimi ile simgeleşen bu yaklaşım tarzı belli ki planlama ilkeleriyle, insani değerlerle, mühendislik çalışmalarıyla zaman harcamayı gerekli görmüyor… Tıpkı kentin en mevki yerlerine dikilen billboardlarda teşhir ettikleri projeleri gibi, maketler, resimler, çekimler, cafcaflı sözler üzerinden kenti yönetmeyi yeterli görüyorlar…
SABIKA KAYITLARI ÇOK KABARIK
Oysa, bilenler biliyor. Yakın bir geçmişe kadar şişirdikçe şişirilen, Kanal İstanbul kadar değer biçilen majestelerinin “Boğaçayı projesi” duvara toslamıştı. Konu doğal yapının, Konyaaltı sahillerinin korunmasının, mühendislik bilgilerinin karşılaştırılmasına geldiğinde ve Boğaçayı’ nın özgün koşullarında dere yatağına liman yapılamayacağı gerçeği ile yüzleştiklerinde, bu hayallerinden söz edemez hale gelmişlerdi.
Aynı şekilde yarışma sonucu elde edilen ve renk cümbüşü halinde tanıtılan Konyaaltı sahil projesini de yarışma adaplarına inat, tanınmaz hale getirmekle kalmayıp, meslek odalarını, bilimselliği, kamusal alan kullanımı ilkelerini resmen ayaklar altına almışlardı. Dahası halkın sahillerden serbestçe yararlanma haklarının lokanta köşelerinde pazarlandığı iddia edilen fotoğraf karelerinde görünmüşlerdi.
Kısa bir süre önce Şarampol projesindeki yeter ki para getirsin uğruna parkı betonlaştırma girişimi fark edildiğinde ortaya çıkan kararlı muhalefete karşı, kesinleşen meclis kararı falan demeden, def-i bela kabilinden uygulanan referandum sonucunda yeşil alana yönelik tecavüzcülükten geri adım atmak durumunda kalmaları da bu yönetici/tüccarların yüzlerini kızartmamıştı…
Gerçi böylesi örnekler aynı zamanda “ye kürküm ye düzeninin” yöneticisi olarak rol kapmanın kaçınılmaz sonuçları… Tıpkı Kepez Santral Mahallesi kentsel dönüşüm projesinde olduğu gibi öncelikle müteahhit firmaya avantaj sağlamak, işlevini yitirmemiş kent otogarını, spor sahalarını satışa çıkarmak, kullanımı yetersiz güzergahlara ray döşemek, daha olmadı denizi ve sahilleri pazarlamak gibi…
Şimdi de yine kentsel dönüşüm adı altında bütün bir kentin pazarlanmasına garantörlük yapmak istiyorlar.
PİYASACI YÖNETİMİN İSTEDİĞİ....
Aksu, Döşemealtı, Kepez, Konyaaltı ve Muratpaşa ilçelerini içine aldığı belirtilen bu çalışmaya en kapsamlı eleştiri Antalya Kent Konseyi İmar ve Planlama Çalışma grubundan geldi. (*3)
Bu raporda dile getirilen eleştirilerden de anladığımız odur ki Büyükşehir yönetimi gemi azıya almış durumda.
Bu öyle bir azma durumu ki kentsel dönüşüm master planı ile toplum halinde birlikte yaşama koşulları, doğa ve mekan kullanımı, sosyal ilişkiler, ortak alanlar kavramı, kamusal değerler, barınma hakkı, yerleşim ile ilgili hemen her şey pazarda alınıp satılan soyut bir parsel veya bina işlemine indirgenmek isteniyor...
ANTALYA'YI İSTİLA HEVESİ
İyileştirme, güzelleştirme, geliştirme, risklerden koruma adı altında ne planlama, ne zemin, ne de ulaşım konularında kayda değer hiçbir etüt ve analiz olmadan ;
hukuksal düzenlemeleri kaale almadan, kent sakinlerinin, ilçe belediyelerinin görüşlerine bile başvurmadan istila kavramına uygun düşecek tarzda yürütüyorlar operasyonlarını…
Bu yolla masa başında hazırlanan krokilerle büyük ölçekli, büyük hacimli sermaye aktarımlarına, sermayenin bu yolla kendisini yeniden üretmesine zemin hazırlamak adına hareket eden ABB Türel yönetimi hazırladığı Antalya Merkez 5 İlçe Kentsel Dönüşüm Master Planını meclisten geçirmek niyetinde…
İSTİLA HAREKATININ GARANTÖRÜ TÜREL YÖNETİMİ
Bu süreç, 47 adet kentsel dönüşüm alanı içinde 818 kentsel dönüşüm etabı olacağı ilan edilen master plan ile aynı zamanda nazım imar planına 818 yama getirilmek istendiği anlamına gelmektedir.
Yakın bir gelecekte nasıl (yamalı bohçaya dönüştürülmüş) bir kente yaşayacağınız konusunda bugünden herhangi bir öngörüye sahip olmak mümkün görünmüyor.
TEK HEDEF, TEK DÜŞÜNCE, TEK İLİŞKİ, TEK İŞ...
Yeni emlak vergi düzenlemelerinin ve kentsel dönüşüm uygulamalarının sonuçları alınmaya başladıkça kent yoksulları, dar gelirliler, emeği ile geçinenler yeniden inşa edilecek kentin bu yeni, göz alıcı, alabildiğine "ticari" ve “steril” yaşam alanlarından sürgün politikalarının kurbanları olacaklar…
Egemenlik alanlarının korunması, genişletilmesi ve her daim kendisini yeniden üretmesinin yolu olarak yaslanmak istenen toplumsal taban, bugünlerdeki Türk/İslam söylemlerinin dar gelirli, emeği ile geçinenleri de bütün bu sürgün politikaların öznesi olmaktan kurtulamayacaklar…
Çünkü bu istila harekatının hedefi, düşüncesi, ilişkileri ve bütün işleri güçleri kentlinin bulunduğu yerde yeniden yerleşimleri için kentsel dönüşüm değildir. Bütün uğraşları, mekanın, kentin soylulaştırılmasına hizmet etmektir. Her şeyin en lüksü, en kalitelisi, en pahalısı, en gösterişlisi gibi “en” leri satın alabileceklerin kentlerini oluşturmaktır bütün niyetleri…
BÜTÜN YERLEŞİMLER ÖNCELİKLE KAMUYA AİTTİR...
Neo liberal politikalar her yerde aynı… “Kendi kendine gelin güvey olmak” deyişi tam da bu anlayışa uygun düşmekte… bütün bir toplumun ihtiyaçları, çıkarları gözetilerek, kamusal fayda esasına göre hayata geçirilmesi ve düzenlenmesi gereken yaşam alanlarımız, sadece sermaye hareketinin kendisi için, onun ihtiyaçları ve niyetleri için tasarlanıp uygulamaya konulmak isteniyor...
KAMUSAL HAKLARIMIZDAN VAZGEÇMEYELİM
Bu uğurda teslim alınmak ile oportünizm arasında gidip gelen, bağımlılık ilişkilerinden kopamayan çevreler ve uzmanlık alanları ne yazık ki hoyratça kullanılmaya, değersizleştirilmeye ve aşağılanmaya devam ediliyor.
Nasıl ki iş güvencelerimiz yok, bütün insani değerlerimiz, haklarımız tehdit altındaysa…
Toplumun büyük bir kısmı ya sürgün ya da sürgün edilmeyi bekliyorsa…
Yaşam alanlarımız da aynı şekilde yandaşların zenginleştirilmesi, sermaye aktarımı uğruna hukuksal düzenlemelere, kamu yararına ve bilimselliğe aykırı olarak sınır tanımaz bir keyfiyete dayalı saldırganlıkla, afet riski bahanesiyle yeniden düzenlenmek istenmektedir...
AYRIŞMANIN, KORKUNUN ECELE FAYDASI YOK...
Ellerimizde kalan yalnızca kendi aramızdaki anlamsız ve gereksiz çekişmelerimiz ve daha da beterinden korunma güdülerimizle tetiklenen korkularımızdır.
Kimliğine, diline, inancına, cinsiyetine göre ayrıştırıldıkça,yoksullukla, işsizlikle, keyfiliklerle, sopayla, biat söylemleriyle terbiye edilmeyi kabullendikçe, sürgünlerden sürgün, ölümlerden ölüm beğenelim…
Çünkü bütün bu kabul edilemez yol ve yöntemlerle dönüştürülmek istenen kentler, artık yalnızca parası olanların, vicdanlarını teslim edenlerin, iktidar sözüyle hareket etmeyi kabullenenlerin, egemenlik alanlarından beslenenlerin, kazançları uğruna ve insan kıyımlarına, yağmalara, talanlara sessiz kalanların kentleri olacak…
Çaresi yok, kendini iyi hissetmeyen, horlanan, dışlanan, mağdur edilen herkes, bir diğerini ötekileştirmeden bir araya gelmelidir…
Yaşam alanlarına geleceğine sahip çıkmalıdır.
Yaşanan kötülükler bekleyerek son bulmuyor…03.07.2017
Dipnotlar;
Hiç yorum yok:
Yaz yorum