54. Uluslararası Antalya Film Festivali’nde “ulusal film” kategorisi kaldırıldı…
1980 yılında ise 13-20 Eylül tarihleri arasında yapılması planlanan festival başlamadan bir gün önce 12 Eylül askeri darbesinin sıkıyönetim ilanı sonucu iptal edilmiş ve o sene de film festivali yapılamamıştı. .
1979 yılında sansüre karşı tepki, 1980’de 12 Eylül askeri darbesi nedeniyle yapılamayan film yarışmaları 48. Festival kapsamında kısmen de olsa telafi edilmek istendi ve 32 yıl sonra 2011 yılının festival programında oluşturulan jüri ile “geç gelen Altın Portakal ödülleri” verilmişti…
Türel yönetiminin Uluslararası Antalya Film Festivali’nde “ulusal film” kategorisini kaldırma kararının da, yasaklamaların, sansürün ve darbeden farksız OHAL koşullarının yaşandığı bir dönemde hayata geçirilmiş olması tesadüf olmasa gerek…
Bu kesintinin ömrü ne kadar sürer ve ne zaman telafisi mümkün olur bilinmez ama bir bütün olarak sinema dünyasının bu karara destek vermediğini hep birlikte tanık olduk.
Hiç kuşku yok ki Türel yönetimi, 54 yıllık tarihi olan, Türkiye sinema dünyasına mal olmuş bu film festivalinin esas sahiplerinin, sanatçıların, yapımcıların, imalatçıların, eleştirmenlerin, seyircilerin beklentilerini, görüşlerini hiçe sayan, onları değersizleştirmek isteyen bir karar vermiştir.
Menderes Türel’in “hayal dünyası” olarak yansıtılmak istenen bu sürecin de tıpkı yıllarca kullandığı Kanal İstanbul kadar önemli saydığı Boğaçayı projesi yaklaşımından farklı bir yanı bulunmamaktadır…
Boğaçayı projesinde doğa koşullarına ve neden olacağa maddi zararlara karşın, sanki mucize gerçekleştiriliyormuş gibi takınılan edalar ve göz boyayan görseller 3 yerel seçimde kullanılmıştı. Şimdi de aynı şekilde ulusal film kategorisini iptal edilerek devam edilmek istenen uluslararası Antalya film festivali ile ilgili sarf edilen süslü sözler, markalaşma ve cazibe merkezi yaratma söylemlerinin kendince puan toplama, daha büyük bütçelerle oynama, içi boş bir kendini kanıtlama hevesi olarak görülmesi abartılı bir yaklaşım olmayacaktır.
Ancak bu kez, Antalya’nın kendisi ile gurur duymasına vesile olan, 54 yıl boyunca sıradan insanlarını da içine alarak geliştirdiği, kentin ve ülkemizin parçası olmuş bir ulusal film festivalinden söz ediyoruz… Ve bu ulusal film festivalinin ruhuna, işlevine ve sinema dünyamıza vurulmak istenen bir darbe gerçekliği ile karşı karşıyayız…
Türel yönetimi tıpkı 2. Dönem yönetime geçer geçmez sanatçıların toplanma, paylaşma, eserlerini sergileme yeri olan ANSAN’ı polis zoruyla tahliye etmesi gibi, Antalya’lı sanatçılara reva gördüklerini bu kez Yeşilçam dünyasına uygulamaktadır.
Hiç kuşku yok ki bu karar eğitim sisteminin imam hatipleştirilmesi, müftülere nikah kıydırma, öğrencilere matematikten önce cihat kavramının belletilmesi operasyonlarından farklı bir boyut taşımamaktadır…
Kontrol edemediği, kendine benzetemediği, dönüştüremediği alanları etkisizleştirmek, gözden düşürmek ve giderek kendisinden olanlarla yeniden kurumsallaşma sürecinde sıranın Antalya film festivaline geldiği açıkça görülmektedir.
Kent sakinleri olan bitenin farkındadır… Türel yönetiminin devrim olarak nitelendirdiği hamlelerinin her birinin aslında karşı devrimin adımları olduğunu bizzat yaşamaktadırlar…
Kentte yaşayanlar, yaşam alanları için kendilerini ifade etmek istediklerinde onları kimin “zavallı” yerine koymak istediğini, kimler tarafından dışlandıklarını, hangi çevrelerin kayıtsız ve şartsız söz sahibi olduklarını gayet iyi bilmektedirler.
Zira, yeşil alanları, çevik kuvvetler, TOMALAR eşliğinde, neredeyse yerlerde
sürükledikleri kentlilerle birlikte betonlaştırmak isteyen bir kent yönetiminden bahsediyoruz…
Sahil şeritleri peşkeş çekilen, kamu arazileri, otogarı satılığa çıkarılan… Dağları, ormanları delik deşik… Menfaat çetelerinin kol gezdiği…Yaşam alanı savunucularının acımasızca katledildiği…
İşsizlikleriyle, hayat pahalılığıyla, emlak vergileriyle, kentsel dönüşüm master planıyla bütün dar ve sabit gelirli yurttaşlarını kent dışına sürgün etme hazırlığı içinde olan bir kentin sakinleriyiz…
Ve “Kadınlar plajı” açmakla övünen ama cinsiyetçiliğini ve sahil işgalini dinsel referanslarla bertaraf etmek isteyen, denetimsizliğin kol gezdiği, keyfiyet şampiyonu, turistik olsun diye ölümüne koşturulan atların cansız bedenlerinin caddelerinde terk edildiği, gelişmiş ülkelerin gelmekten imtina etmeye başladığı “dünya kenti” Antalya’dan bahsediyoruz…
Onun için bir kez daha söyleyelim ki iktidar olmanın dayanılmaz hafifliği ile alınan bu tür kararlarla zamana hükmetmek mümkün değildir. Savurganlık ve mirasyedilik örneği olarak tarihe geçilebilir ama her alanda olduğu gibi konunun taraflarıyla birlikte yapılacak değerlendirmelere, toplumsal gerçekliklerimize dayalı olmayan karar ve uygulamalar ne sinema dünyamıza ne de kentimize bir katkı sağlamayacaktır… 04.08.2017
Hiç yorum yok:
Yaz yorum