Neredeyse yarım asırlık faaliyetleri kollanan, kolaylık sağlanan, ittifak çevresi olarak görülen
ve nihayet AKP hükümetleriyle birlikte devlet katına nüfuz etmelerinden sonra darbe girişiminde bulunan “FETÖ sorunu” “bir meczup ve müritlerinin tefrikası” halinde tartışılmaya devam ediliyor...
Kuşkusuz ki dinin siyasallaştırılarak, toplumun dini duyguları istismar edilerek güçlenen ama esas itibariyle her türlü maddi ve manevi sömürü araçlarını kullanan, eşitsiz yaşam koşullarının var ettiği, otorite ve resmiyetin kendisini kullanmasına imkan tanıdığı ölçüde palazlanan bu oluşum, varlığından medet umulan muhafazakar toplumsal yapının ve siyaset tarzımızın bir eseri olduğunu kabul etmemiz gerekiyor....
Ayrıntılar ortaya çıktıkça, siyasi iradenin, aldatıldığı ama bundan başka kusurunun olmadığı söylemi, taksiratlarının affı ikrarı ile demokrasiye sahip çıktığı için millete yönelik minnet duygularının vurgusu iç içe geçmiş durumda.
Bunun yanında “Devlet, millete değil, kendisine karşı OHAL ilan etti…” açıklamalarıyla çıkarılan KHK li gözaltılar, işten çıkarmalar, el koymalarla millete verilen ayar kadar, devlet de yeniden yapılandırılıyor.
Halkın "demokrasi nöbeti" ise yaratılan fiili durumun aksesuarı olmaktan öte işlev üstlenmedi. Bu geniş kitlenin biatçılığı ve kendinden olmayana yönelik ortaya koyduğu söz ve davranışları ile çok bariz bir şekilde manipüle edildiğini ortaya koydu.
ABD, AB, Rusya, Ortadoğu bağlantılarıyla, hesaba katmadan hareket edilemeyen bağımlılık ilişkileriyle resmedilen, beklentileriyle şüphe ve güvensizlik girdabına itilen Türkiye şimdi bütün kartlarını gözden geçiyor…
Bu toz duman arasında sorgusuz, sualsiz, tartışmasız zoraki kabullenişleri sağlayacak uygulamalar ve düzenlemelerden anlıyoruz ki bu durumdan da vazife çıkarılarak; sadakatları bizzat siyasi irade eliyle kontrol edilmek istenen askeri, yargısal ve sivil bürokratik yapı tam anlamıyla parti-devlet bütünleşmesine hizmet etsin, bu süreç de başkanlık rejiminin inşa edilmesinin bir vesilesi olsun isteniyor. Oysa devleti koruma adı altında kendi siyasetine göre seçicilik, devlet katında her türlü riyakarlığı, gizliliği, kirli ilişkileri, kumpasları, entrikaları olağanlaştırmaktan başka bir işe yaramayacağı üzerinde durulmayacak kadar açık bir konu…
Diğer taraftan da başarısızlığa uğrayan bu darbe girişiminin verdiği mesajlar ve devlet içindeki derinliği ve yaygınlığı ile dış dinamiklerin, küresel çetelerin, emperyalist oluşumların oyuncağı haline getirildiğimizi, yetkili veya yetkisiz kişilerin veya kurumların hiç bir güvenliğinin olmadığının ortaya çıkması siyaset aktörlerini daha temkinli davranmalarını, daha kucaklayıcı açıklamalar yapmalarını sağladı.
Saray buluşmasındaki davetliler ile CB nın ve Başbakanın vazgeçtiği davalarda ayrımcılığın sürdürülmek istenmesi ise yaşanan musibetin bu alana ilişkin herhangi bir tavsiye içermediğini gösteriyor.
Meydanlardaki “demokrasi nöbetinin” final mitinginin esnaf kafasıyla sonlandırılmak istenmesi, istismar edilmeyelim, payımıza düşen takdirden mahrum kalmayalım sığlığı ile ele alınması, ayrımcı ve dışlayıcı söz ve davranışlardan fayda umulması yeni devlet yapılanmasının ve ittifaklarının da Türk/Kürt ayrışmasını derinleştirmeye devam edeceğini ortaya koydu…
İstisnasız her yurttaşın yaşamı her türlü sahiplikten, maldan, mülkten, iktidardan önce gelmelidir.
Ama kabul edelim ki siyasete ve insanlık hallerine esas karakterini veren toplumsal gelişmişliğimiz kadar, yurttaşların en aşağıdan yukarıya doğru toplumun yönetim kademelerindeki söz hakkının, yetki düzeyinin ve kararlara katılım kanallarının ne durumda olduğu ile yakından ilgilidir.
O nedenle ülkemizin zenginlik kaynaklarına gözünü dikmiş, dilediği gibi at koşturmak isteyen adalet ve kardeşlik duygularından yoksun yerli, yabancı, millici, işbirlikçi, küresel, bölgesel menfaat çevrelerinin yukarıdan aşağıya, kanlı, kansız senaryolarının parçası haline getirdikleri tedavüldeki siyaset tarzı ve siyasetçilerle toplumsal olandan yana politikalar üretilmesi asla mümkün olmayacaktır.
Bu sermaye dünyasının paylaşım ve pazar kavgasının, bu piyasaya hakim olma saldırganlığının ve dayatmacılığının bir sonucu olarak, iliklerimize kadar sömürünün, adaletsizliklerin, eşitsizliklerin, yoksunlukların, dışlanmışlıkların her gün kendini yeniden ürettiği bu sistem korunduğu sürece ne darbelerin, ne dikta heveslilerin, ne kardeş kavgalarının, ne linç kültürünün ne de söz cambazlıklarının sonu gelmeyecektir....
Ta ki bu dezenformasyon, manipülasyon, ajitasyon, operasyon diktatörlüğüne karşı, emeği ile geçinenlerin, yoksunluğu, dışlanmışlığı dert edinenlerin toplumsal olandan yana dayanışması ve mücadelesi kendisini bir güç olarak ortaya koyuncaya kadar...
Hiç yorum yok:
Yaz yorum