27 Ağustos 2016 Cumartesi

Yarının Dersleri

15 temmuz başarısız darbe girişimi ile ortaya çıktı ki siyasetçiler, hukukçular, bürokratlar
hemen hepsi şikeye bulaşmış. Dolayısıyla bütün kurumlarda şike soruşturmaları devam ediyor.

Şike yapanları soruşturanlar da şikeye bulaştığı konusunda kuşku yok. Formül ve anahtar sözcük olarak kullanılan “aldatılmak”, en tepedeki yetkililer için geçerli bir mazeret kabul edilmekte ancak aşağıya doğru etkisini yitirmektedir. Belli ki tepedekiler, duruma göre tepe tepe kullanılacaklar.
 
Hiç kimse başına ne gelebileceğinden emin değil… mal, mülk, statü, para, pul, iş, güç, hak, hukuk, özgürlükler… kayda değer ne varsa her şey risk altında… Onun için her yer suç mahalli, herkes şüpheli…
 
Oysa ayakların baş olduğu bir devrim de yaşamadık… Ama derin bir endişe içinde gerçekleştirilen tasfiyede gösteriyor ki esas olarak yurttaşlar aldatılmış ve aldatılmaya da devam ediliyor. Onun için şeytanlaştırma seansları aralıksız devam ediyor. Belli ki bütün bu olup bitenlerin asli faillerinin önemli bir kısmı halen devlet katının en kilit mevkilerinde görevlerine devam ediyorlar. Gelin görün ki ne hesap veren, ne de hesap soran bir ortam, mecal ve niyet yok...
 
O nedenle çözülen devletin sıfırdan ele alınmasının formülü olarak "Yenikapı sahnesi" kurulması boşuna olmasa gerek… Davul boyunda tokmak başkalarının elinde sahnede olmak nasıl bir siyaset anlayışı bilinmez ama eski hamam eski tas ile, üstelik aynı suda iki kez yıkanılamayacağı biline biline, filmi başa sarmanın, bu milleti bu kadar hor kullanma siyasetini parlatmanın, kimseye bir faydası olmayacağı da çok açık…
 
Zira bugünlerde yaşadıklarımız yarının dersleri olarak kayda geçmektedir.
 
Millet iradesi denilen seçimlerin, öğrencisinden devlet memuruna düzenlenen sınavların kılıfına uydurma merasimleri olduğunun,
 
Devlet kurumları paylaşılarak yönetilmekle kalmayıp her güç odağının kendi hukukuna göre mevzilendiği ve güç topladığının,
 
Birbirlerinin gücüne muhtaç iken birbirlerini yere göğe sığdıramayanların, aynı zamanda birbirlerinin kuyularını kazmanın hesabını yapmaktan çekinmediklerinin,
 
Bunların ortak malzemesinin siyasal İslam olduğunun, alnı secdeye değme kriterine göre tercihte bulunduklarının, cemaat, tarikatlar aracılığı ile dinin siyasallaştırılması yoluyla iktidarın nimetlerinden yararlanmak istediklerinin, darbeye kalkışanlar da, darbenin muhatabı olanlar da aynı emperyal güçlerden beslendiğinin,
 
İcazetsiz, desteksiz, pazarlıksız ve ülkemizin tüm zenginlik kaynaklarını peşkeş çektirmeksizin ayakta duramadıklarının,
 
Ülkemizi bir iç savaşın eşiğine getirenlerin, Suriye batağına saplanmamıza neden olanların, ekonomik krizin, hayat pahalılığının, işsizliğin ve eşitsiz yaşam koşullarından yararlanmakla kalmayıp daha da derinleştirenlerin ders notları elden ele, dilden dile, omuz omuza çoğalacaktır.
 
Devleti Anonim şirket gibi yönetenler,
 
mega projeler adı altında çevre, tarih, kültür düşmanlığı yapanlar,
 
3. Köprü, 3. Havalimanı gibi yap-işlet-devret modelleriyle, halkın cebinden çıkacak hazine garantisiyle yerli-yabancı sermaye şirketlerini ihya etmeye endeksli yatırım yapanlar,
 
imam hatip eğitimini kurumsallaştırırken
 
nükleer santralleri, piyasacı sağlık kampüsleri, otoyolları, arsa teminleri, inşaat sektörü odaklı yandaş sermaye destekçiliği yapanlar, doğal kaynakların, kamusal alanların talanıyla övünenler,
 
“Türkiye Varlık Yönetim Şirketi A.Ş.” kurarak kamu kaynaklarının hesapsız denetimsiz harcamalarının önünü açanlar, proje bazında desteklenen yatırımlar için sermayeye sınırsız teşvik ve sınırsız muafiyet getirirken, emeği ile geçinenleri güvencesiz ve örgütsüz bir hayata mahkum edenler, unutmamalıdır ki; Tarih kötülüklerden, haksızlıklardan, adaletsizliklerden, iktidar uğruna uygulanan keyfiyetlerden sorulan hesapların tarihidir.
 
Kendilerini özgürce ifade etmek hakkıyla hukukuyla şerefiyle yaşamak isteyenler, bu yalan,sömürü ve talan siyasetine mutlaka son verecektir.

19 Ağustos 2016 Cuma

Türkiye sıfırdan yeniden yapılandırılıyor

Devlet yeniden yapılandırılıyor…


Siyasi irade; güvenlik, yargı, yönetim yapısını bir bütün olarak elden geçiriyor, tasfiye ve görevlendirme kriterlerini dahi tartışmaya imkan tanımadan kendi başına belirleyip uyguluyor.
 
Türkiye sıfırdan yeniden yapılandırılıyor
 
C Başkanı RTE nın yeni başdanışmanının İslam Ordu projesi olduğu, zaten bu konuyu askeri yetkililerle görüşme halinde olduğu belirtiliyor…
 
İmam hatip eğitimi bütün bir sistemin referansı haline getiriliyor.
 
Sermaye dünyası 2023 hedefini destekleme çağrısında bulunuyor.
 
Temsili Yenikapı koalisyonu dışındaki tüm çevreler hedef tahtasına konulmuş durumda…
 
Bir yandan OHAL ile ilgili veya ilgisiz yoğun bir şekilde devam eden gözaltılar, tutuklamalar, işten çıkarmalar, el koymalar...
 
diğer yandan birbirlerinden yararlandıkları ve birbirlerine güç verdikleri besbelli olanların isnatları ve itirafçı söylemleri ile kendilerini aklama ve karşıtını şeytanlaştırma seansları bütün hızıyla devam ediyor…
 
Yenilerine yer açmak adına hapishaneleri boşaltacak düzenlemeler yapmak durumunda kalan siyasi irade vatan, millet, demokrasi kavramlarına kendinden menkul anlamlar yükleyerek toplumu kendi kalıbında hizaya sokmak istiyor.
 
Şurası son derece açık ki devlet katından gelen her türlü işlem ve uygulamaya hukuk adı verilirken, buna ters düşen yurttaş davranışlarının ise suç olarak kabul edildiği zamanları yaşıyoruz…
 
Bu atmosferin sıradan tetikçilerinin ortalamaya aykırı görülen Hande Kader’i yakarak öldürmesi, sanatçıların, yazarların içeri alınması, gazetelerin kapatılması kimseyi şaşırtmıyor.
 
"Öyle bir badire atlattık ki… " ile başlayan ve sürdürülen sahne düzeni ile toplumun zapt u rap altında tutulmak istendiğini görmemek mümkün değil… Ne ekonomik sıkıntılar, ne antidemokratik uygulamalar, ne de siyasal pazarlıklar dert edilmiyor.
 
Öyle anlaşılıyor ki askeri darbe başarıya ulaşmadı ama darbe etkisini aratmayacak derecede etkisiz ve güdümlü hale getirilen muhalefet partileri, bu markajdan kurtulamamaları durumunda belki başka bir hale dönüştürüldüklerini dahi fark edemeyecekler…
 
Dini siyasallaştırarak devletin her katına nüfuz etmesine, darbe girişiminde bulunabilecek kadar palazlanmasına neden olanların sorgulanmasını, hesap vermesini ötelemek, olsa olsa başka cemaatların devlet içinde palazlanmasının önünü açacaktır.
 
Evrensel hukuk değerlerinin takipçisi olması gereken Barolar Birliğinin Başkanının feyz alması gereken yaşama hakkı, işkence yasağı, masumiyet karinesi, adil yargılanma hakkı, savunma hakkı, düşünce özgürlüğü gibi demokratik, laik, hukuk devletinin ilkeleri için mücadele vermesi beklenirken kendine göre ferahlama ve angajman arayışı içinde olması da gösteriyor ki ne yöneticilik ne de temsiliyet halleri kimsenin keyfiyetine bırakılmamalıdır...

8 Ağustos 2016 Pazartesi

İşte o zaman bu halk

Siyasi iktidarın çağrısıyla milyonlar meydanları doldurdu…


Biz milletiz Türkiye’yi darbeye teröre yedirmeyiz, denildi.
 
Dekorasyonlar, yitirilenler için edilen dualar, diyanetin temennileri, askeri erkanın sadakati, meclisin, hükümetin, muhalefetin kısmi temsilcilerinin millet, ümmet, vatan, iktidar ve al gülüm ver gülüm demokrasi güzellemeleri ve nihayet RTE nın sahne alması ile Yenikapı gösterileri sona erdi.
 
Hiç kuşku yok ki bu bir iktidar organizasyonu idi. Bütün imkanlar seferber edilmişti. İç ve dış dinamiklere verilecek mesajlar olabildiğince etkileyici ve coşkulu olması gerekiyordu.
 
Türk/İslam senteziyle; mevzubahis olan vatan/iktidar ise geri kalanın teferruat olmasıyla; bu amaç için kendini ortaya koyan halkın gücünü arkasına almasıyla; ganimet sunar gibi idam vaatleriyle; sıfırdan inşa edilecek Türkiye mesajıyla; partiler arasındaki seçiciliğiyle; daha açık, daha net, devam edilmek istenen yolun ne olduğu nasıl söylenebilirdi acaba?
 
Pratik gerçekliğimizdir…
 
Teferruatın ne olduğuna kim karar verirse versin, Türk’lüğün şanından ve İslamın rehberliğinden kim bahsediyorsa bahsetsin hepimiz çok iyi biliyor ve bizzat yaşıyoruz ki her fırsatta insafsızca ve her türlü düzenbazlıkla malı götürenler, işbirlikçilikte sınır tanımayanlar, kıyımda, soygunda, talanda başrol oynayanlar, emeği ile geçinenleri iliklerine kadar sömürenler hep bu değerleri kendilerine birer kalkan ve bölüp yönetmenin araçları olarak kullanmıyorlar mı ?
 
Onun için kim kime koltuk değneği olmak istiyorsa olsun, hangi insani değerlerimizi kim kirletiyorsa kirletsin, sahne dekorları arasında kim yer almak istiyorsa istesin, bu Yenikapı denilen kapı, hepimizin bildiği aynı hüsran kapısı…
 
Sorun o ki, meydanları dolduran milyonlar,
 
kapı kapı dolaşmadan, kimseye muhtaç olmadan, bileğinin hakkıyla işine gücüne sahip olmak için,
 
kökenine, inancına bakmaksızın kendileri gibi sömürülen, horlanan, dışlanan toplumun her kesimi ile dayanışma ve güç birliği için,
 
mahallesinde, kentinde, ülkesinde alınan kararlara demokratik yollarla katılımı ve denetim hakkı için,
ayrımsız tüm yurttaşlarının hak ve özgürlükleri için,
 
ülkesinin zenginlik kaynaklarının toplumsal olandan yana değerlendirilmesi için örgütlendiği ve meydanları doldurduğu zaman,
 
işte o zaman bu halk ne darbecilere ne teröre, ne de din ve köken tüccarlarına ülkesini yedirmeyecektir.

6 Ağustos 2016 Cumartesi

Devlet, millete değil, kendisine karşı OHAL ilan etti

Neredeyse yarım asırlık faaliyetleri kollanan, kolaylık sağlanan, ittifak çevresi olarak görülen
ve nihayet AKP hükümetleriyle birlikte devlet katına nüfuz etmelerinden sonra darbe girişiminde bulunan “FETÖ sorunu” “bir meczup ve müritlerinin tefrikası” halinde tartışılmaya devam ediliyor...
Kuşkusuz ki dinin siyasallaştırılarak, toplumun dini duyguları istismar edilerek güçlenen ama esas itibariyle her türlü maddi ve manevi sömürü araçlarını kullanan, eşitsiz yaşam koşullarının var ettiği, otorite ve resmiyetin kendisini kullanmasına imkan tanıdığı ölçüde palazlanan bu oluşum, varlığından medet umulan muhafazakar toplumsal yapının ve siyaset tarzımızın bir eseri olduğunu kabul etmemiz gerekiyor....

Ayrıntılar ortaya çıktıkça, siyasi iradenin, aldatıldığı ama bundan başka kusurunun olmadığı söylemi, taksiratlarının affı ikrarı ile demokrasiye sahip çıktığı için millete yönelik minnet duygularının vurgusu iç içe geçmiş durumda.
 
Bunun yanında “Devlet, millete değil, kendisine karşı OHAL ilan etti…” açıklamalarıyla çıkarılan KHK li gözaltılar, işten çıkarmalar, el koymalarla millete verilen ayar kadar, devlet de yeniden yapılandırılıyor.
 
Halkın "demokrasi nöbeti" ise yaratılan fiili durumun aksesuarı olmaktan öte işlev üstlenmedi. Bu geniş kitlenin biatçılığı ve kendinden olmayana yönelik ortaya koyduğu söz ve davranışları ile çok bariz bir şekilde manipüle edildiğini ortaya koydu.
 
ABD, AB, Rusya, Ortadoğu bağlantılarıyla, hesaba katmadan hareket edilemeyen bağımlılık ilişkileriyle resmedilen, beklentileriyle şüphe ve güvensizlik girdabına itilen Türkiye şimdi bütün kartlarını gözden geçiyor…
 
Bu toz duman arasında sorgusuz, sualsiz, tartışmasız zoraki kabullenişleri sağlayacak uygulamalar ve düzenlemelerden anlıyoruz ki bu durumdan da vazife çıkarılarak; sadakatları bizzat siyasi irade eliyle kontrol edilmek istenen askeri, yargısal ve sivil bürokratik yapı tam anlamıyla parti-devlet bütünleşmesine hizmet etsin, bu süreç de başkanlık rejiminin inşa edilmesinin bir vesilesi olsun isteniyor. Oysa devleti koruma adı altında kendi siyasetine göre seçicilik, devlet katında her türlü riyakarlığı, gizliliği, kirli ilişkileri, kumpasları, entrikaları olağanlaştırmaktan başka bir işe yaramayacağı üzerinde durulmayacak kadar açık bir konu…
 
Diğer taraftan da başarısızlığa uğrayan bu darbe girişiminin verdiği mesajlar ve devlet içindeki derinliği ve yaygınlığı ile dış dinamiklerin, küresel çetelerin, emperyalist oluşumların oyuncağı haline getirildiğimizi, yetkili veya yetkisiz kişilerin veya kurumların hiç bir güvenliğinin olmadığının ortaya çıkması siyaset aktörlerini daha temkinli davranmalarını, daha kucaklayıcı açıklamalar yapmalarını sağladı.
 
Saray buluşmasındaki davetliler ile CB nın ve Başbakanın vazgeçtiği davalarda ayrımcılığın sürdürülmek istenmesi ise yaşanan musibetin bu alana ilişkin herhangi bir tavsiye içermediğini gösteriyor.
 
Meydanlardaki “demokrasi nöbetinin” final mitinginin esnaf kafasıyla sonlandırılmak istenmesi, istismar edilmeyelim, payımıza düşen takdirden mahrum kalmayalım sığlığı ile ele alınması, ayrımcı ve dışlayıcı söz ve davranışlardan fayda umulması yeni devlet yapılanmasının ve ittifaklarının da Türk/Kürt ayrışmasını derinleştirmeye devam edeceğini ortaya koydu…
 
İstisnasız her yurttaşın yaşamı her türlü sahiplikten, maldan, mülkten, iktidardan önce gelmelidir.
 
Ama kabul edelim ki siyasete ve insanlık hallerine esas karakterini veren toplumsal gelişmişliğimiz kadar, yurttaşların en aşağıdan yukarıya doğru toplumun yönetim kademelerindeki söz hakkının, yetki düzeyinin ve kararlara katılım kanallarının ne durumda olduğu ile yakından ilgilidir.
 
O nedenle ülkemizin zenginlik kaynaklarına gözünü dikmiş, dilediği gibi at koşturmak isteyen adalet ve kardeşlik duygularından yoksun yerli, yabancı, millici, işbirlikçi, küresel, bölgesel menfaat çevrelerinin yukarıdan aşağıya, kanlı, kansız senaryolarının parçası haline getirdikleri tedavüldeki siyaset tarzı ve siyasetçilerle toplumsal olandan yana politikalar üretilmesi asla mümkün olmayacaktır.
 
Bu sermaye dünyasının paylaşım ve pazar kavgasının, bu piyasaya hakim olma saldırganlığının ve dayatmacılığının bir sonucu olarak, iliklerimize kadar sömürünün, adaletsizliklerin, eşitsizliklerin, yoksunlukların, dışlanmışlıkların her gün kendini yeniden ürettiği bu sistem korunduğu sürece ne darbelerin, ne dikta heveslilerin, ne kardeş kavgalarının, ne linç kültürünün ne de söz cambazlıklarının sonu gelmeyecektir....
 
Ta ki bu dezenformasyon, manipülasyon, ajitasyon, operasyon diktatörlüğüne karşı, emeği ile geçinenlerin, yoksunluğu, dışlanmışlığı dert edinenlerin toplumsal olandan yana dayanışması ve mücadelesi kendisini bir güç olarak ortaya koyuncaya kadar...

2 Ağustos 2016 Salı

Boğaçayı Rant Kollayan Bir Projedir

Bu röportaj 2 Ağustos 2016  tarihli Akdeniz Son Nokta Dergisi'nde yayınlanmıştır


Röportaj, Pelin İktueren

Boğaçayı Rant Kollayan Bir Projedir
“ Konu ile ilgili kıyı mühendislerinin, öğretim üyelerinin zamanında yaptığı açıklamalarda böyle bir proje için hiçbir çalışma yapılmadığı biliniyor. Sadece Menderes Türel'in hayal dünyası olarak başlayıp devam etmiş, bilimdışı, yapay ve tamamen rant kollamaya yönelik bir projeden ve bu nedenle de değişikliğe gidilmek zorunda kalınan bir projeden bahsediyoruz. ” diyen Antalya Kent İzleme Platformu üyelerinden Avukat Mustafa Şahin ile pek çok tartışmaya konu olan  Boğaçayı projesi hakkında görüştük…
Boğaçayı projesi aslında antalya’da çok uzun bir süreden beri konuşuluyor, bu proje nasıl başladı, şimdi ne aşamada bulunuyor ?

Son yerel seçimlerden sonra Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel bir basın toplantısında bol bol fotoğraf çekilmesini, Antalya’nın birkaç sene sonra tanınmayacak hale geleceğini, gerçekleştirecekleri pek çok projeyle kentin çehresinin değiştireceklerini söylemişti.
 
Kent merkezinin beton surlarla bölünmesine neden olan kavşak projeleri yanında Konyaaltı sahili ve Boğaçayı projesi de sayılanlar arasındaydı…

90 lı yılların sonlarından itibaren yoğun bir şekilde gündeme alınan, üzerinde araştırma, tartışma ve inceleme yapılan Boğaçayı hemen her partinin de seçim malzemesi olarak kullanıldı.
 
Başlangıçta Boğaçayının ıslahı ile birlikte kıyısı boyunca gerçekleştirilecek rekreasyon alanları yapılması yaklaşımları bir süre sonra Boğaçayında marina, liman yapılabilir mi tartışmalarıyla devam etmişti. Belli ki bu dönemde Menderes Türel’in hayal dünyasının derinliklerine yerleşen “neden olmasın” takıntısı uzun bir süre kendisinin, partisinin ve Antalya’lıların gündeminde yer almasını sağladı. Öyle ki bu konu Menderes Türel tarafından adeta bir iddialaşma düzeyine taşındı ve giderek megolamanik bir tarzda yürütülmeye başlanmıştı.
 
Kabul etmek gerekiyor ki bugüne kadar en göz alıcı resimleri çizdiren Menderes Türel oldu. Her biri birbirinden farklı resimler de olsa hepsi tam anlamıyla hayal ürünleriydi… Hiçbir maddi temeli olmayan, hayal ötesi resimlerle birkaç seçim Boğaçayında liman hayali satıldı. İtiraz edenler, “istemezükçü” ilan edilip haklarında demedik laf bırakılmadı. Bu Antalya sevdalısı çılgın projeciler, itiraz edenleri kapasitesizlikle, sığlıkla, her olumlu girişimi engellemekle suçladı.

Neyse ki geçtiğimiz günlerde rüya sona erdi. Çılgın projede değişiklik yapıldığını, Boğaçayının içinde liman yapmaktan vageçtiklerini yalnızca büyük limana bitişik liman yapacaklarını ve proje kapsamında açıklama yapıldı.
 
Bu aşama itibariyle, Boğaçayı yatağında liman yapılması çılgınlığından vazgeçilmesi önemli bir gelişmedir. Zira bu çılgın projeye esas karakterini veren konu Boğaçayında denizden içeriye doğru 1 km uzunluğunda liman yapma girişimiydi.
 
Daha önceki itirazlarda Menderes Türel’in tüm çay yatağını kapsar şekilde liman yapma girişimi engellenmişti. Şimdi de 1 km si Konyaaltı sahilinde yapılacak limanla birleşik ve devamı niteliğinde , Boğaçay yatağının 50-60 metre daraltılarak denizden itibaren çay yatağı boyunca 1 km uzunluğunda oluşturulacak kanal boyunca düşünülen limandan vazgeçilmesi sağlanmış oldu.
 
Diğer bir deyişle Boğaçayında Liman rüyaları sona erdi. Menderes Türel nihayet rüyasından uyandı.

Ancak öyle anlaşılmaktadır ki halen stabil durumda değildir. Zira özü, esas karakteri tamamen ortadan kalkan, hatta iptal edildiği bile ifade edilebilecek bu proje sanki ilk haliyle devam ediyormuş edalarıyla hareket etmesi üstelik yine bilim dışı ve planlama ilkelerine aykırı yapılaşmaları öne çıkarması hiç kuşku yok ki ne kendisine ne de kente herhangi bir fayda sağlamayacaktır.
 
Boğaçayı ile ilgisi kalmayan bir uzaklıkta ama yine Konyaaltı plajlarının işgaline neden olacak şekilde bu kez Büyük Liman’a bitişik yeni bir liman fikrini ortaya atan Menderes Türel, belli ki geçmişteki takındığı tutumlarının ayıbını hafifletecek, kendini savunacak bir çıkış arayışı içinde…
 
Oysa öncekilerde olduğu gibi hiçbir bilimsel dayanağı olmaksızın ortaya attığı bu büyük limana bitişik yeni bir liman fikri yanında dere boyunca öngörülen yapılaşmalara ilişkin muğlak yaklaşımlar ve ıslah çalışmalarının geldiği durum ve sonrası hakkında ne düşünüldüğü, bu aşamada ne, nasıl olacak sorularının askıda kalması Menderes Türel’in tıpkı Konyaaltı Projesinde olduğu gibi Boğaçayı projesinde de tribünlere oynayan tarzını gözler önüne serdi.

Kuşkusuz ki bundan sonraki gelişmelerin de takipçisi olacağız ama gelinen noktada Boğaçayı projesi, hayal dünyasıyla kent yönetilemeyeceğinin önemli örneklerinden biri olarak şimdiden tarihe geçti.
 
Bu projeye ilişkin sıkıntılar nelerdi ?
 
Doğal yapısı itibariyle, taşkın, kıyı erezyonu, deprem ve yer altı suyu değişimleri ve zemin gibi doğal olayları etkisi altında olan bir bölgede yer alıyor Boğaçayı. Bu bakımdan çok çeşitli disiplinleri ilgilendiriyor. Boğaçayı’nın bulunduğu bölge, yılın dört ayında en fazla yağış alan bir bölge ve çok kuvvetli bir şekilde denize akıyor. Önüne geleni sürükleyip götürdüğü için de Boğaçayı denilmiş zaten. Bu nedenle DSİ’nin akım gözlem istasyonları var Boğaçayı üzerinde; Taşkın önlemeye yönelik tedbirler alınmış ve alınmaya devam ediyor.

Boğaçayı ile ilgili ilk planlama raporu 1998 tarihli. Daha o dönemde yoğun yerleşim kriteri esas alınmadığı için 350 metre yerine 300 metre olarak belirlenen yatak genişliği kısa bir süre sonra etraftaki mülk sahiplerinin tazyiki sonucunda 260 metreye düşürülmüş. Planlama raporu müellifi İnş. Müh. Ahmet Necati Ateş bu değişikliğe onay vermediği için Elmalı’ya sürülmüş.
 
İlk Boğaçayı projesinde dere yatağının tamamının denizle buluşturulacağı ileri sürülmekteydi. 40 km yeni sahil kazanılacağı gibi akıl ve bilim dışı yaklaşımların ömrü uzun sürmedi.
 
2. Proje de bu kez yatak genişliği 200 metrelere kadar daraltılmasına neden olacak bir liman öngörülüyordu ki bu da taşkın riski başta olmak üzere, kıyı erozyonu ve yer altı sularının kirlenmesi tehlikesini ortadan kaldırmıyordu. Ayrıca öngördüğü yapılaşmaların tamamı planlama ilklerine aykırıydı. Getireceği yükler hesap edilmemişti.

Geçmişte DSİ nin gerçekleştirdiği planlama raporu için yapılan etütler de dahil olmak üzere Antalya Deniz Ticaret Odasının, Bayındırlık İskan Bakanlığının, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nın ASAT ın incelemelerinde Boğaçayı’nda liman- Marina yapılmasının mümkün olamayacağı ortaya konulmuştur. Aynı şekilde Kent Konseyi Çalışma Grupları, Meslek Odaları da bu konuda görüş bildirmişlerdi. Hepsinin ortak görüşü Boğaçayı’nda balıkçı barınağı veya liman yapılması uygun değildir şeklindeydi.

Proje hangi riskleri barındırıyordu?
 
Menderes Türel’in en gösterişli, en üst perdeden konuştuğu, içinde bilim adamları, global sermaye şirket temsilcileri olan sunumunda ‘Boğa Çayı Islah ediliyor; taşkından ; su kaynakları tuzlanmadan ; Konyaaltı Sahili kıyı erozyonundan korunuyor denilmişti.
 
Bunlar zaten bütün resmi kurumların, hem belediyelerin hem DSİ’nin olağan görevleri. Taşkınları önlemek; mevcut yeraltı suyu kaynaklarının korunması gerektiren önlemleri almak ve Konyaaltı sahilinin zarar görmemesini sağlamakla yükümlü olan resmi kurumlar sanki bu projeyle koruyucu önlemleri geliştirecekleri izlenimi vermek istediler. Bu yolla esas niyetleri olan Liman ve rezidans yapılaşması için alan yaratma faaliyetlerini gizlemek istediler. Liman ve yapılaşma girişimleri nedeniyle neden olacakları zararlar ve riskler sanki bu proje sayesinde ortadan kaldırılacakmış algısı yaratmaya çalıştılar. Oysa Esas risk boğaçayı yatağında düşündükleri liman ve yapılaşma nedeniyle taşkına, kıyı erozyonuna ve su kaynaklarının kirlenmesine neden olacaklardı.

Son değişiklikten sonra proje kabul edilebilir sınırlara çekilmiş midir ?
 
Arı deresi de dahil Boğaçayı boyunca öngördükleri altı bölgedeki yapılaşmalardan vazgeçtiklerini açıklamadılar.
 
2016 Nisan ayında Büyükşehir Belediyesi bu projenin de ayrıntılarını yerleştirecekleri, daha detaylı planlama çalışmalı yapacakları 1/25.000'lik plan değişikliği yaptılar. Temmuz ayında ise projede değişikliklere gidildi.

Boğaçayında liman yapmaktan vazgeçtiler ama projenin detayı hakkında bilgi vermekten kaçınıyorlar…
 
Bu projede jeoloji, inşaat, mimarlık, şehir plancılığı, çevre, doğal peyzaj ve hukuk disiplinlerini doğrudan ilgilendiriyor ama Projeye ilişkin hiçbir bilimsel çalışma olmadığını itiraf etmiş oldular. 

Önceki yıllarda yapılan çalışmaları derleyen ve onlar üzerinden yapılan yorumlarla hazırlanan Boğaçayı projesinden tamamen vazgeçilmesi ve ilgili meslek odaları, kurumlar ve uzman kişiler ile tartışmaya açılmasında sayısız fayda var. Zira,

1- Gelinen noktada Liman ısrarından vazgeçmeleri sayesinde Boğaçayı yatağı daraltılması ve buna bağlı risklerden kurtulmuş olduk.

2- Ama Boğaçayı ile ilgisi kalmasa da Konyaaltı Sahili'nde liman ısrarları sürüyor. Halkın plaj olarak kullandığı alan bu nedenle işgal edilmiş olacak. İnsanların denizden yararlandığı alanı ortadan kaldıran bir işgal söz konusu. Kaldı ki bu alanda limana elverişlilik etüdü bulunmamaktadır.

3- Yapılaşma ısrarı ile bu bölgeye alt yapı, ulaşım gibi yeni yükler getirecekler. Kamusal alanları piyasalaştırmanın ve ticarileştirmenin kamusal yarar sağlamayacağı ortada. Kaldı ki zemini itibariyle de özelleştirilmek istenen dere yatağına bitişik alanlarda öngörülen yapılaşmalar maliyet/ risk faktörleriyle toplumsal bir fayda sağlamayacaktır.

4- Mevcut haliyle 2300 debiye göre önlemlerin alındığı ama Boğaçayı projesi ile 4300 debiye göre önlemlerin artırılacağı ifadeleri son değişiklikten sonraki durumu ile ne hal alacağı açıklanmamıştır. 

Daha önce hangi ihtiyaçtan 4300'e çıkarıldığı hakkında bir açıklama yoktu. Şimdi yatağı daraltmaktan vazgeçtiklerine, aşağıya doğru kazı yapmayacaklarına göre 4300 debiye göre önlem almakta ısrara devam edecekler midir ?
 
Başka konularda da Belirsizlikler bulunmaktadır.

Son söz olarak neler söyleyebilirsiniz ?
 
Hayal tacirliği sona ermiştir.
 
Yatlar, katlar, marinalar, İzmir Kordon Boyu öykünmeleri, Kanal İstabul karşılaştırmaları, on bin kişiye iş, matahmış gibi artmasından övünülen emlak fiyatları, kanatlanan inşaat, turizm, sadece Konyaaltı değil bütün Antalya kazanacak söylemlerinin hiç bir maddi temeli yokmuş…

Meğer Fransa emlak fuarında yapılan projenin tanıtımı, Kuveyt emiriyle yatırım görüşmeleri, yurt içi ve yurt dışı sürdürülen kampanyalar birer Sülün Osman misali girişimlermiş…
 
Global şirketler, bilim insanları, DSİ gibi resmi kurumlar sahneye çıkıp neye dayanarak Boğaçayı’nda liman mümkündür gösterisi yapmış ?

Recep Tayyip Erdoğan Boğaçayı Projesini destekleyip, neden olur bile vermiş ?

Kim kimi kandırmış, kimin eli kimin cebindeymiş ? Resimleri kim çizmiş, kaça çizmiş, şimdiye kadar ne kadar masraf yapılmış ?
 
Miş’li geçmiş zamanda olsa unutulmamasında fayda var… Özür dileyip dilememek de artık ayıp sahiplerinin kendilerine kalmış…
 
Ama şurası son derece açık ki Boğaçayı, masallarla, ninnilerle, resimlerle, manipülasyonlarla, söz cambazlığı ile yürütülen siyaseti de siyasetçiyi de önüne katıp denize sürmüştür.



-
Bültenimize Katılın