11 Ocak 2022 Salı

KENT HAKKI İHLALLERİ VE ÇEVRE

Posted by   on

Antalya Kent İzleme Platformu, geçen hafta içinde                          2021 yılında Antalya’da yaşanan kent hakkı ihlallerini kamuoyuna duyurdu.

Kent hakkı, bilindiği gibi kısaca, kentte yaşayan insanların hem insan haklarını, hem de içinde bulunduğu kentin, doğal, kültürel ve tarihsel değerleri üzerindeki kentsel haklarının tümünü kapsamaktadır.

 
Bu doğrultuda ortaya konulan kent hakkı ihlalleri, 5 ana başlıkta toplanarak,


1-Halk Katılımı, Kent Yönetimi ve İşleyişi  

2-Çevre, Sağlık ve Kültürel Miras hakları 

3-Kentsel Doku ve Barınma hakkı    

4-Ulaşım ve Dolaşım hakkı      

5-Eşitsizliğe Maruz Kalanlar ve Sosyoekonomik Dezavantajlılar                                                            ile ilgili Antalya’da yaşanan gelişmeler, ihlaller saptanmıştı.

Bu başlıklar altında, ortaya konulan hak ihlalleri yerel ve ulusal basında “çevreye karşı işlenen suçlar” “çevreyi koruyamadık”, “kent ihlallerinde çevre ilk sırada”, “en tahripkar sorun çevre”, “çevre ağır yaralı“, “çevreye karşı ihmalkarız”, “2021’in gündemi çevre sorunları”, “Antalya’yı 2021’de piyasacılık ve kar hırsı vurdu”  başlıklarını öne çıkararak manşetten verildi.   


Hiç kuşkusuz ki yaşamımız için gerekli olan doğal ortam, sağlıklı çevrede yaşama hakkımız, hepimiz için gerekli ve hepimize ait olan ortak alanlar, kamusal zenginlik kaynaklarımız, ilk  kez 2021 yılında bu denli yaygın ve belirgin bir şekilde gözlerimizin önünde heba edilirken, fazlasıyla can yaktı ve maddi ve manevi zararların konusu oldu.


Antalya Kent İzleme Platformunun söz konusu 19 sayfalık raporunda kent hakkı ihlali olarak hemen her alanı kapsayan 210 gelişme ortaya konulmuştu. Eğitim, sağlık, ulaşım, barınma, gıda güvenliği, kültürel miras, imar uygulamaları, yönetim anlayışı, halkın yönetime katılımı, sosyal, ekonomik, siyasi çarpıklıklar, eşitsizlikler ve adaletsizlikler ile ilgili yaşanan bütün bu geniş yelpaze içinde yer alan hak ihlalleri neredeyse çevre başlığının gölgesinde kaldılar. Bunda, kente karşı işlenen suçların yarıdan fazlasının doğrudan veya dolaylı olarak çevresel sorunlar ve iklim krizi ile yakından ilgili olmasının payı vardı elbette. 


Nitekim, kent tarihinin en büyük yangını olan Manavgat’da başlayan, içinde yer alan canlı cansız varlıklarıyla birlikte yanan ormanlarımız;                                                                                                     Avlan, Kartal, İkiz göller, Çayboğazı, Uçarsu, Kırkgöz gibi kuruyan veya kurumaya yüz tutan su kaynaklarımız, göllerimiz, akarsularımız, derelerimiz;                                                                               ya  betona ya da zararlı kimyasallara terk edilen verimli tarım arazilerimiz;                                           soluduğumuz havada, içtiğimiz suda ve gıdalarımızda eksik olmayan çevresel kirlilikler;                       ekosisteme zarar veren yatırımlardaki ısrarlar....                                                                                     yaşamsal değerlerimizi koruyamadığımızı, iklim değişiklikleri ile birlikte ciddi tehditler altında yaşamaya zorlandığımızı ortaya koydular.  


Gelinen aşama olarak yerkürenin bütün varlıklarının hedefte olduğunu, doğanın da adeta “artık yeter” diye feryat ettiğini görmemek mümkün değil.                                                     


İklim bilimciler, aşırı sıcaklar, kuraklıklar, fırtınalar, orman yangınları ve su baskınları/seller olarak kendini gösteren iklim değişikliğinin temel nedeni olarak; atmosferdeki insan faaliyetleri kaynaklı sera gazı emisyonlarının (özellikle de karbondioksit gazının /CO₂)  artık sürdürülemez boyutlara ulaştığını ifade ediyorlar.


Ancak bunun yanında doğal enerji akımlarına müdahale eden aşırı üretim ve tüketim biçimleri, daha fazla kar elde etme amacıyla doğal kaynakları alabildiğine tüketen kapital egemenliğinin gezegenin bir iklim kriziyle sonuçlanacak biçimde daha da fazla ısınmasına neden olduğu bilimsel araştırmalarla ortaya konulmuş durumda. 


O nedenle 2021 yılının, ekonomik krizlerin, adaletsizliklerin, eşitsizliklerin, güvencesizliklerin toplumsal yaşantımızda neden olduğu zararlara ve kayıplara ek olarak ve aynı zamanda bütün bu olumsuzlukların bir sonucu olarak, çevre bilimcilerin ısrarla dile getirdiği gibi iklim krizinin/iklim değişikliklerinin ekosistemde neden olduğu tahribatların ciddiyetini yakından fark etmemizi sağladığını söyleyebiliriz.

“ÇEVRE, BEN OLMAYAN HER ŞEY” *

Toplumsal ve doğal ortamda karşılaştığımız tahribat, yönetim ve ekonomik krizlerle birlikte sürüklenmekte olduğumuz çaresizlik dayatmaları, çevresel/yaşamsal değerlerimize sahip çıkmamızı zorunlu kılıyor.


Bütün canlı ve cansız varlıkları, yenilenebilen ve yenilenemeyen kaynakları, iklimleri, atmosferi ve biyolojik yaşamı içeren çevre kavramı, ekonomik,  toplumsal, kültürel değerlerin, siyasi koşulların ve bunların karşılıklı etkileşiminin bir bütünü olarak, insanların ve diğer canlıların hayatlarını sürdürdükleri yaşam alanı olarak tarif ediliyor.


Ekosistem ise bu doğal ortamın parçalarından teşekkül ediyor.
Belirli bir ortamda yaşayan canlıların tümüne biyosenoz, bunların barındıkları ortama da biyotop denilirken her ikisi birlikte ekosistemi oluşturuyor. (Arthur G. Tansley)

Ekosistemde, kendi dengesini oluşturan ilişki ve etkileşim içinde bulunan her şey çevre kavramı içinde yer alıyor. * Albert Einstein’ın yaklaşımıyla “ben olmayan her şey, çevredir”.
Veya bizi biz yapan her şey çevredir.

 
ÇEVRE SORUNU/SORUNSALI


 
Bu nedenle çevre sorunu/sorunsalı, ekonomik, sosyal, kültürel değerleri, siyasal koşulları içeren toplumsal sorunlar ile çevresel/doğal, organik/inorganik  varlıkların birbirleriyle etkileşimi içinde bütünsel bir yaklaşımla ele alınması gerekiyor.  

 
Yaşam alanlarını oluşturan üç ana çevresel değer olan hava, su ve toprak kirlilikleri birbirleriyle bağlantılı olduğuna kuşku yok. Türlerin yok olması da çevrenin uğradığı tahribattan veya doğal dengenin bozulmasından bağımsız olmadığı tartışmadan uzak konular. 

Bu doğrultuda çevre kirliliği denilince, çevresel değerler üzerinde olumsuz etkileri olan, yaşamsal ve yapısal zararlara neden olan, bu değerlerin özelliklerini ve niteliklerini bozan müdahalelerin varlığı söz konusu olmaktadır.

 
Ekolojik dengenin seyrini/döngüsünü değiştiren, bilinçsizce kullanılan kimyasallar, neden olunan toz, gürültü, radyasyon, katı, sıvı, gaz haliyle her türlü kirlilik/uyumsuzluk, hava, su veya toprak ortamlarına, canlılara, doğal ortama etki ettiğine, onlara zarar verdiğine kuşku bulunmamaktadır.

 
O nedenle doğal ortamın kendini yenileme koşullarını ortadan kaldıran, zararlı sonuçlarını öngörmeden atılan adımlar, çevre sorunlarının ortaya çıkmasının ve yaşam alanlarımızın yaşanmaz hale gelmesinin başlıca nedenidir.

 
ÇEVRE SORUNU POLİTİKTİR
 

Bütün bu öngörüsüz ve hesapsız adımların esas kaynağının insan faaliyetleri olduğu konusunda hemen bütün bilim çevreleri hemfikirler. Ve bu durumu toplumun sosyo-kültürel,  ekonomik ve siyasi yönetim yapısından bağımsız ele almak da mümkün değildir.

 
Eşitsiz yaşam koşullarının ve egemenlik ilişkilerinin bir sonucu olarak, paraya dönüştürülmek istenen bütün çevresel değerlerin, küçük bir azınlığı temsil eden çıkar çevrelerinin beklentilerine göre ele alındığı bir sır değil. Ama adaletsiz gelir ve servet dağılımı ile zora dayalı hesapsız bir üretim ve tüketim süreci hepimize ait olan bu çevresel değerleri tüketmek üzere.

 
Endüstri devriminden beri, artarak devam eden bu öngörüsüzlükler ve daha fazla güç ve para kazanma hedefleri; atmosferdeki sera gazlarının miktarını artırdığı, sera etkisi ile dünya yüzeyinin ısınmasına ve iklim değişikliklerine neden olduğu;                                                                                                         bir yandan fosil yakıtların enerji amaçlı (termik santralarda, araçlarda, ısıtma sistemlerinde vb) yakılmaya devam edilmesi, bir yandan da orman varlığı ve yeşil örtünün azalması gibi nedenlere bağlı olarak, sera gazı yoğunlaşmasının arttığı oranda tüm canlılar için yerkürede varlık/yokluk sorunu tartışılır hale geldi.

 
Bu nedenlerle çevre sorunu/sorunsalının ortaya çıkmasının, artarak devam etmesinin esas nedeni olan, birbirleriyle bağlantılı ve domino etkisiyle birbirini tetikleyen söz konusu insan faaliyetlerinin, egemenlik ilişkilerinin, neo-liberal üretim ve tüketim alışkanlıklarının sona erdirilmesi hayati bir öneme sahiptir.

Toplumcu, ekolojist ve bilimsel önlemlerin geliştirilmesinde yaşanacak gecikmeler, hepimizi, kuraklık/orman yangınları/deniz yükselmesi/şiddetli yağış/taşkınlar/seller/hortumlar…gibi canlı cansız her şeyi içine çeken çok daha yaygın ve hazin çevresel felaketlerin ve yoksunlukların öykülerine konu yapacaktır.

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:
Yaz yorum

-
Bültenimize Katılın