“Su”, yaşamdır denir. Temiz hava gibi “su hakkı”da vazgeçilemez, devredilemez ertelenemez haklarımızdandır.
Ne yazık ki dünyada ve ülkemizde diğer tüm temel haklarımız gibi içilebilir su kaynakları da hızla kirletilmekte, sorumsuzca tüketilmektedir.
İklim değişikliği, sera gazlarındaki artış, kuraklık, aşırı nüfus artışı, çarpık kentleşme, tarımda bilinçsiz su ve kimyasal kullanımı, kontrolsüz/kuralsız sanayileşme, su havzalarında işletilen madenler, mermer ocakları, hes’ler ve nihayet suyun ticari bir meta olarak kullanılmak istenmesi, dünyayı giderek daha “susuz”, sağlıklı suya daha “muhtaç” ve erişimini daha “maliyetli” hale getirmiştir.
Günümüzde su kaynaklarının korunması, doğru yönetilmesi ve bu doğrultuda duyarlılığın geliştirilmesi artık daha da yaşamsal önem kazanmıştır.
Gelin görün ki, 80’li yıllarda başlayan sermaye dünyasının küresel kuşatması, yerel yönetimleri de içine alarak yürütülen kamusal hizmetlerin özelleştirmesi ve ticarileştirmesi politikaları, kamu kuruluşlarını özel sektörsüz hareket edemez hale getirmişti.
Antalya örneğinde ise, Dünya Bankası, Avrupa Yatırım Bankası gibi kuruluşların, küresel şirketlerin rol almadığı hiçbir yatırımda kredi kullanımına imkan tanımaması, 1990 lı yılların Büyükşehir Yönetiminin de bu seçeneğe boyun eğmesi sonucunda, Lyonnaise des Eaux isimli Fransız kökenli küresel şirket, Antalya’nın su işletmeciliğinde patron olmuştu.
ASAT ile sahnelenen ve kamu imtiyazı şemsiyesi altına alınan ANTSU, ALDAŞ, GİBB-SU vb gibi kamusal denetime kapalı şirketler, piyasa koşullarına göre alt yapı, su işletme, sayaç okuma ve her türlü hizmet alımı ve yatırım faaliyetlerinin adresleri haline getirilmişti.
Büyük iddialarla gerçekleştirilen bu yapısal değişiklikten birkaç yıl sonra, Lyonnaise des Eaux ile başlayan izdivaç, yolsuzluk, suiistimal iddiaları yanında, tahkimde görülen yüklü tazminat öyküleriyle son buldu. Ama aynı yönetim anlayışı, uygulama yöntemleri ile ALDAŞ ve her dönemin yerel yönetimine yandaş irili ufaklı şirketlerle bugünlere gelindi.
Hiç kuşku yok ki sermaye çevrelerinin, çıkar gruplarının beklentileri kar etmek üzerine kuruludur. O nedenle kamusal hizmetleri de, kamusal kaynaklarımızı da daha fazla para kazanma ve zenginleşme aracı olarak değerlendirirler. Doğal olarak böylesi bir sürecin sonucu, su yönetiminin bir kamu hizmeti olarak ele alınma koşullarının ortadan kaldırılmış olmasıdır.
Güya bu özelleştirmeci uygulamalar sayesinde daha iyi hizmet verilecek, daha çok tasarruf edilecek, su kaynaklarımız korunacak, şebekelerdeki kaçaklar önlenecek, kaçak su kullanımlarına son verilecekti. Ama iddialar sözde kaldı. Su kaynaklarımızın işgali, kirlenmesi ve su kaçakları her geçen yıl ödenen yüksek bedellere rağmen önlenemiyor.
Doğallıkla bu çark herhangi bir tartışmaya mahal vermeyecek ölçüde su abonelerini yolunacak kaz haline getirdi. Üretim, işletme, her türlü hizmet ve yatırımın maliyet unsuru ile şirketlerin ticari karları su abonelerinden tahsil edilirken, su bedelleri de aylık ilan edilen tefe tüfe oranlarına göre artırılarak otomatiğe bağlandı.
Bu çiftlik, 1990’lı yıllardan beri kamu hizmeti adı altında cebimizden para çekmeye devam ediyor.
Oysa kamusal yarar doğrultusunda kamucu bir anlayışla yürütülmesi gereken ve o nedenle kamu imtiyazına sahip olan yerel yönetimlerin, su hakkı denilince öncelikle her insanın temel su ihtiyacını karşılayacak kadar temiz suyu, kesintisiz ve ücretsiz olarak hanelerimize ulaştırması sorumluluğu bulunmaktadır.
Ne var ki bu sorumluluğun yerine getirilmesi bir yana, ASAT üzerinden kamu otoritesi kullanılarak Kamu bütçesinden piyasaya ve yandaşa sermaye aktarımları artarak devam ediyor.
Şu sıralarda da yine Dünya Bankası, IPA Fonları ve Asya Katılım Bankası finansmanıyla 6 Milyar TL lik kredi ile ASAT’ın kurumsal gelişimini artıracaklarını açıklayan ALDAŞ, ayrıca 700 milyon proje bedeli ile Karacaören İçmesuyu Temin ve Arıtma Tesisi projesinin inşaat kontrollüğü hizmetlerini DSİ ile müştereken yürüteceklerini, böylece Antalya Kenti İçme suyu temininin yeraltı sondajlarına bağımlılığının ortadan kalkacağını, enerji maliyetlerinin düşürüleceği müjdesi ! verdi.
Hiç kuşku duyulmamalıdır ki bu müjdelerin esas muhatapları, velinimetleri su aboneleri olan sermaye dünyasına yöneliktir. Hiç tereddüt edilmemelidir ki fatura yine kent sakinlerine çıkarılacaktır.
Üstelik, mesafesi, niteliği, rengi bile karaya çalan kirliliği ve neden olacağı maliyeti ile yıllardır itiraz konusu olan Karacaören Barajı ile ilgili yapılan son proje etütlerin açıklanmaması, ASAT’ın rutin olarak gerçekleştirdiği ölçüm sonuçlarının kamuoyu ile paylaşılmaması da tüm kent sakinlerinin haklarının ihlalinden başka bir anlam taşımamaktadır.
Aynı şekilde Kırkgözler, Düden başta olmak üzere kent merkezindeki su kaynaklarının uzun yıllar ihtiyacı karşılayacak potansiyele sahip olduğu uzmanlarca açıklanmasına ve bu konuda hem DSİ hem de ASAT’ın elinde etütler olmasına karşın, hala atıl bırakılmaları, su kaynaklarının koruma yönetmeliğine aykırı davranarak işgale ve kirlenmeye terk edilmeleri açıkça bu kente karşı suç işlemektir.
Antalya Büyükşehir Belediyesi; DSİ ve ALDAŞ işbirliği ile yürütülmek istenen bu kirli akıntıya kapılmamalıdır. Doğru yönetim tercihan kamu yararını esas alan, planlı, açık ve katılımcı olmayı gerektirir.
Hepimize ait olanı, hep birlikte değerlendirmek, bilimsel verilere ve etütlere dayanmak, kenti birlikte yöneteceğiz” sloganına uygun tutum alarak kent dinamikleri ve uzmanlık kuruluşları ile birlikte hareket etmek, toplumsal olandan yana yaşam kaynaklarımızın sürekliliğini sağlamak kaçınılamaz bir sorumluluktur.
Hiç yorum yok:
Yaz yorum