Yamansaz Sulak Alanı,
doğal sit alanları içinde
en fazla zarar görmesine göz yumulan yerlerdendir.
Antalya Kent Konseyinin kamuoyunun
dikkatini üzerine çekmeye çalıştığı bu bölge, hiç kuşku yok ki kentin
sembolleri arasında yer alması gereken niteliklere sahip. Kente özelliğini
veren doğal güzellikleri bünyesinde taşıyan bu bölgenin özgün haline geri
getirilmesi ve korunması, bütün bir kenti ve kentlileri yakından
ilgilendiriyor.
Zira, Yamansaz,
Kırkgözden başlayıp doğu yakasında ortaya çıkan yeraltı sularının oluşturduğu
sulak bir alandır. Kuş üreme ve uğrak yeridir. Nilüfer, su teresi, kamışlık,
sazlık, levrek, kefal, sazan gibi flora,
fauna çeşitliliği, biyolojik zenginliği
ile yer altı su kaynakları üzerinde konumlanmıştır. Travertenden süzülen
yeraltı suyu ile beslenen, kireç oranı düşük bu suyun depolanma alanı özelliğine
sahip olan Yamansaz Gölü, Kopak Çayı üzerinden Akdeniz’e döküldüğü o el
değmemiş zamanlarından geriye kalan manzarasi, ne yazık ki utanç tablomuz haline dönüşmüş
durumdadır.
Güzeloba ve Kemerağzı
arasında, kent
merkezine 14 km ve denize 2 km uzaklıktadır. Güneyinde Akdeniz'in
kumulları ve Lara Çam Ormanlığı, kuzeyinde ise 40-50 m'ye kadar yükselen
falezler bulunmaktadır. 15 km2 lik bu sulak alanın belirli bir kısmı sazlık ve
bataklıktır. 161 türe sahip bir kuş cenneti olan Yamansaz Gölü, henüz doğal
ve arkeoljik sit alanı kararları verilmediği 1980 yılında, Güzelyalı’dan
Antalya Belediyesinin sınırları içine alınmış ve bu tarihte hazırlanıp İmar
İskan Bakanlığınca onanan nazım imar planında turizm ve konut gelişim alanı içinde
gösterilmiştir.
Kuşkusuz bu süreci kolektif
bir aymazlık olarak görmek mümkündür. Yukarıdan aşağıya, merkezi yönetimden
yerel yönetime kadar kent için öngörülen yegâne açılımın turizm ve konutlaşma
olarak ele alınmasının acı sonuçları halen yaşanmaya devam edilmektedir. O
nedenle ne tarım arazileri, ormanlar, sahiller ve su kaynakları, ne de herhangi
bir kamusal ortak yaşam alanımız bu açılımın yapılaşma baskıları karşısında
korunması gereken değerlerimiz olarak görülmüştür.
1970’li yıllardan
sonra DSİ bu alanda tarımsal faaliyetlere destek amaçlı sulama suyu altyapısı
oluşturmuştur. Bunun için kanaletler yapmıştır. Fazla gelen suyu uzaklaştırmak
üzere drenaj kanallarıyla denize boşaltmak üzere pompa istasyonu kurmuştur.
2000 li yıllara gelindiğinde bu sistem artık çalıştırılmamıştır ama bu sulak
alanın suyunun belirli bir seviyede tutulması, taşkın önlenmesi, ekim alanları
açılması gibi tarıma hizmet amacıyla hayata geçirilen bu faaliyetlerin bölgenin
özgünlüğünün kaybolmasında ve arazinin kurutulması üzerindeki etkileri sorgulanmaya
muhtaçtır.
Zira kooperatiflere tahsis edilecek kadar gözden çıkarılan, villaları,
apartmanları, işyerleri ve belediye hizmetleriyle göl yatağı üzerine mahalle
oluşturulmasını sağlayan imar uygulamalarının nedeni olan yapılaşma baskıları 1990
lı yıllardan sonra hız kazanmıştır.
Nitekim bu kötü
gidişe dur demenin yolu olarak çok daha önce yapılması gereken ancak 1994 yılında
gerçekleştirilen Yamansaz
Gölünden elde kalan alanın I. Derece Doğal Sit alanı ; kuzey ve kuzey
batısındaki gölü
çevreleyen doğal traverten alanlarının I. Derece Arkeolojik Sit alanı ve etkileme
geçiş alanları olarak karar altına alınabilmiştir.
Yine aynı şekilde
kadastro kayıtlarına göre gölün tabanının dahi özel mülkiyete açılması, parsel
parsel satılması, dahası zilyetlik ilişkileri içinde tasarruf edilmesine imkan
tanınması, Milli Emlak Müdürlüğünün bu paha biçilmez kamusal alanının rant
merkezi haline getirilmesinde esaslı bir rol üstlendiğini ortaya koymaktadır.
Resmi çevrelerin ve rant
düşkünlerinin el ele yürüttükleri operasyonlarla, işgal edilen alanlar
olabildiğince genişletilirken; doğal sit alanlarına ilişkin kararların kaldırılması
için sıra mahkeme başvurularına ve imar düzenlemelerine geldiğinde, koruma
kurullarının dönemine göre takındığı tutumlar ve karşılaştıkları fiili durumlar
nedeniyle çıkar çevreleri hedeflerine ulaşmakta zorlanmamaktadırlar.
Yazık ki bu gevşek ve
kaygan zeminde inşa edilip yan yatan apartmanların varlığı da, korunması
gereken doğal değerler kadar insan hayatlarının da hiçe sayıldığını
göstermektedir. Bu alanın çöplük haline getirilmiş olmasına seyirci kalınması,
maksatlı bir şekilde ve katliam derecesinde sazlıklarda çıkarılan yangınlarla
irili ufaklı canlıların yakılmasına önlem alınmaması, sivil resmi, yetkili
yetkisiz, çıkar çevrelerinin ortak hareket ettiğinin açık kanıtlarıdır.
Oysa, bugün dahi bu
alanın göl kimliğine, sulak alan ve kuş cenneti özelliklerine kavuşturmanın
imkansız olmadığı bilim insanları tarafından dile getirilmektedir.
Tarımsal
faaliyetlerden kaynaklanan kirliliklerin, yapılaşmalardan kaynaklanan baskıların
ve yeni konut alanı açmak için sulak alanın ve bataklığın kurutulmasının, sazlıkların
kaçak olarak kesilmesinin, yakılmasının, çöplük haline getirilmesinin önlenmesi
imkansız değildir. 1994/2120 sayılı Antalya Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulunun kararında belirtildiği gibi buradaki ender türde
kuş ve hayvanların, yöreye özgü bitkilerin korunmasının, ekolojik ve biyolojik
dengenin bozulmamasının ve devamlılığının sağlanmasının başka yolu
bulunmamaktadır.
Bunun için kamusal çıkarlardan yana tutum alan yerel
yönetim anlayışlarının bu alana sahip çıkması, edilgen ve teslimiyetçi bir
yaklaşım sergilememesi, göl havzasının imara açılmasının aracısı haline gelmemek
üzere tutum alması öncelikli sorumluluğu olmalıdır.
O nedenle Antalya
Belediyesinin bu alanda botanik bahçesi düzenlemesi kararı bir an önce
hayata geçirilmelidir. Bu amaçla hazineden yerin
tahsisi talep edilmeli ve buna göre düzenleme yapılmalıdır.
Ulusal ve
uluslararası yasal düzenlemeler ve sözleşmeler, korunması gereken değerlerimiz,
sağlıklı çevrede yaşama hakkımız ve can güvenliğimiz için göl havzası üzerine
kurulmakta olan mahalleye değil, gölün kendisine sahip çıkmamız gerektirmektedir.
Hiç yorum yok:
Yaz yorum