Yaklaşan yerel seçimlerle birlikte “kent
hakkı” konusunu ele alma gerekçemiz,*
yaşamsal değerlerimize sahip çıkılması
ve bu
uğurda mücadele edilmesinin
kaçınılmaz ve ertelenemez
hale gelmiş olmasıdır. **
Bilindiği gibi kent hakkı, “kentte
var olana ulaşabilme, onu kullanabilme ve edinebilmektir. Ve aynı zamanda var
olanı değiştirebilme, mekanı biçimlendiren ilişkileri yeniden yapılandırabilme,
kentsel süreçler üzerinde demokratik denetim kurabilmeyi içeren haklar
bütünüdür.”
Kent hakkı kolektif bir haktır. Yani, toplumsal ihtiyaçların, ayrıcalıksız karşılanmasını gerektirir.
Bu nedenle yaşam alanlarımızın biçimlendirilmesinde söz sahibi olması
gerekenler öncelikle kentte yaşayan bütün insanlar olmalıdır…
Ne var ki toplum hayatını düzenleyen “hukuk ve mekan kavramları yansız değildir.” Kapitalist bir toplumda her ikisi
de sermaye ve devlet tarafından biçimlendirilmektedir. O nedenle, sahip olduğumuz
haklarımız ve kamusal çıkarlarımız sermaye ve büyük mülk sahiplerinin beklentilerine
göre devlet otoritesi kullanılarak hayata geçirilmek istenmektedir.
Bu iktidar ilişkileri, varlığımızı değersizleştirmektedir.
Sonucuna razı olmaya zorlandığımız göstermelik seçimler, işlevsiz danışma
veya görüş alış veriş toplantıları, gönül alma veya terslenme seanslarına dönüşen
şikayet mekanizmaları, toplumun çok büyük bir kesimini, boşlukta yaşayan, köksüz,
güvencesiz, geleceksiz varlıklara dönüştürmektedir.
Antalya bu süreçlerden muaf değildir. Ülkemizin misafir odası, dünyaya
açılan vitrinimiz denilen bu kentin sakinleri olarak,her geçen gün daha fazla
daralıyor, bunalıyor ve çok daha fazla oldu/bittiler altında yaşamaya
zorlanıyoruz.
Zira bu kentin fiziki koşulları, ekolojik sistemi ve toplumsal
ihtiyaçları artık tamamıyla piyasada belirlenen değişim değerlerine göre ele alınmaktadır.
Kentin cazip kılınması adına hesapsız, plansız, öngörüsüz, kabul edilemez tahsisler
ve yatırım planlamaları yapılmaktadır.
Sermayenin küreselleşmesi, neo-liberalizm, emperyalist kuşatma, adına
ne denilirse denilsin, bütün bu gelişmeler, özellikle emeği ile geçinenlerin,
dar ve sabit gelirlilerin, kentsel yaşamdan daha da dışlanmalarına, kent
merkezlerinden sürgün edilmelerine neden olmaktadır. Yine bu gelişmelerle tarım
arazilerimiz, sahillerimiz, ormanlarımız, su kaynaklarımız, dere yataklarımız
bile kamu yararına aykırı kullanımlar sonucunda heba edilmektedir.
İşsizlik, hayat pahalılığı, gelir adaletsizliği ile sonsuz yasaklamalar
ve hak ihlalleri artarak devam ederken; zorla gözümüze sokulan, kulağımıza
dayatılan tek taraflı ve bire bin katılarak açıklanan icraatlar; insanı iktidara
bağımlı kılmayı hedefleyen sosyal yardım politikaları; övünme ile kötüleme,
kayırma ile dışlama arasında seçenek
üretemeyen egemen siyaset anlayışları ile bütün bir toplum teslim alınmak
istenmektedir.
Nihayet her alana sirayet eden istismarcı, cinsiyetçi, tekçi ve hegomonik
yaklaşımlarla, çoğulculuğumuza, özgürlükçü ve eşitlikçi koşullarda barış içinde
bir arada yaşama irademize şans verilmek istenmemektedir.
Elbette ki ülkesini, toplumunu ve geleceğini düşünen hiç kimse, küçük
bir azınlığın çıkarları, rant düşkünlüğü ve çağın gerisinde kalmış yaşam
anlayışları uğruna kendi öz değerlerinin feda edilmesini kabullenemezler.
Hiç kuşku yok ki yaşanan bütün mağduriyetlerimizin ve hak ihlallerinin
çözümünde iş başa düşmektedir. Artık kentin pazarlanmasını değil, kent hakkının
yani kamusal çıkarların korunarak kentlerin toplumsal olandan yana düzenlenmesi
gerektiğini yüksek sesle ifade etmeliyiz.
Ulaşım, su, elektrik, gıda, barınma, eğitim, sağlık, çalışma, yani insani
yaşam koşulları içeren hayati konularda kamu yararına sosyo/ekonomik
politikalar geliştirilebilmesi için demokratik/katılım kanallarının göstermelik
seçimlerden seçimlere değil her daim açık olmasını ve kent yönetimine müdahil olmayı
mutlaka talep etmeliyiz.
Ancak bu yolla siyaset tacirlerinin elinde oyuncak
olmaktan kurtulabilir, yine ancak bu yolla kamusal hizmetlerde ve kamusal
alanlarda birer müşteri olarak görülmemize engel olabiliriz.
**daha bu yıla kadar özgürce yararlanabildiğimiz Konyaaltı kıyı
şeridinin resmen parsel parsel kiralanması ve paralı hale getirilmesi,
** ticari kaygılarla, kıyı kenar çizgisine aykırı olarak
gerçekleştirilen, orta büyüklükteki dalga boylarının dahi altında kalarak zarar
görmesine neden olunan “çakma ödüllü”
Konyaaltı sahil düzenlemesi,
**Akdeniz Kent parkında, doğal ve kültürel değerler yıkılarak dikilmek
istenen AVM ve diğer ticari üniteler,
**Akıl ve iz’andan yoksun yollarla yıllarca savunulan, doğa ve bilim
izin vermediği için dere yatağında gerçekleştirilmek istenen yat limanı
hayallerinden vazgeçip, taşkın önleme bahanesiyle, görsellik ve rant uğruna,
her yıl kamu kaynaklarının fütursuzca harcanması pahasına, kum çakıl
kaçakçılığı yaparak, Konyaaltı sahil şeridinde kıyı erozyonu riski yaratılarak,
doğal yapıya aykırı gerçekleştirilen BOĞAÇAYI kazıları ve
** Kaş’tan Gazipaşa’ya kadar yaşanan benzeri pek çok örneğin ortaya
koyduğu gibi
** korunması gereken bütün tarihi, doğal, kültürel ve insani değerlerimiz
piyasalaştırılarak, özelleştirilerek ve ticarileştirilerek tüketilmektedir.
Hepimiz farkındayız ki iktidar odaklarınca verilen sözler, hangi
alanlarda olursa olsun, esas olarak onun kullanım değerini, kamu yararını
değil, kendi çevrelerine ve özel beklentisi olanlara yaramaktadır. İfade
ettikleri hizmetkarlık ise kamuya ait kaynakların sermaye dünyasına
aktarılmasına ve bu çevrelerin zenginleşme aracı olarak kullanılmasına
ayarlıdır.
Düşününüz ki bu yolda yapılan yatırımlardan Konyaaltı sahil düzenlemesi
de, Boğaçayı düzenlemesi de hem yasal düzenlemelere, hem da doğal yapıya aykırı
olduğu için yaklaşan yerel seçimlere olumsuz etkisi olmasın diye, aman çok
yoğun yağmur yağmasın, aman dalgalar kabarmasın duaları yaptıracak kadar
korkulu rüyaları haline gelebilmektedir. Ama ne yazık ki sonuçta bütün
yaptıkları kendilerine kar; zarar ziyanı da bu kentte yaşayanlara fatura
edilmektedir.
İktidar
çevrelerince paraya tahvil edileceği düşünülen hemen her girişimlerinin
sonucunda, “suç mahalli” haline getirilen yaşam alanlarımızda, sürdürülmek istenen
hak gasplarının en kısa zamanda geride kalması, bütün bu sömürü öykülerinin sona ermesi için kentte yaşayanların
farklılıklarını bir kenara bırakarak hep birlikte haklarına sahip çıkmaları, Bu
amaçla birlikte mücadele vermeleri hayati öneme sahiptir. Kendimiz, toplum, doğa
ve geleceğimiz için bu adımı atmak zorundayız.
Bu
forumun sonuç bildirgesi olarak, burada ifade edilen Antalya’da son dönemde
yaşanan “kent hakkına karşı işlenen suçlar” listesini hazırlayıp kamuoyu ile
paylaşacağız. Bu amaçla hazırlanan panomuza, kentte gerçekleştirilmesini
istediğiniz veya derhal son verilmesini talep ettiğiniz uygulamaları ve
düşüncelerinizi yazmanızı rica ediyoruz.***
Son
olarak, Antalya Kent İzleme Platformu olarak bu etkinlikte emeği geçen
arkadaşlarıma, katılımcılara, konuklarımıza ve sağladığı katkıdan dolayı başta
Antalya Barosu olmak üzere diğer kurum ve kuruluşlara bir kez daha teşekkür
ediyor ve forumun başarılı geçmesi dileklerimle hepinize yeniden hoş geldiniz
diyorum.
*Antalya
Kent İzleme Platformu tarafından düzenlenen “Kent Hakkı Forumunda” açılış
konuşmasıdır.
**
Kent hakkı forumunda 18 konu başlığında sunum yapılmıştır.
Ayrıca,
“Serbest Kürsü” bölümünde19 konuşmacı (Ev İşçileri, Suça Sürüklenen Çocuklar ve Kadınlar, Evsizler, LGBTİ+, Hayvan Hakları, Turizm İşçileri, Engelliler,
Mülteciler, Bisikletçiler, Antalya da Görme Engelli Kadın Olmak, Kent Yaşamı,
Anıtsal Diş Taşları, Antalya'da Eğitim Hakkı, Tekçilik Alternatifi Çoğulculuk, Antalya Sokaklarında Yaya Olmak, İçme Suyu Havzaları, Antalya’da Üniversite Öğrencisi Olmak… konularında görüşlerini açıklamıştır.
***
“Kent hakkına karşı işlenen suçlar” ve sonuç bildirgesinin yayımlanmasından sonra
forum ile ilgili gelişmeler, sunum ve görüşler bir kitap halinde
yayımlanacaktır.
Hiç yorum yok:
Yaz yorum