Pek çok Baro, dolaylı veya dolaysız, savunma dokunulmazlığına sahip çıktı…
Av.Selçuk Kozağaçlı’ nın gözaltı ile sorgulama sürecine ve tutuklama gerekçelerine itiraz etti…
Gerçi çağdaş hukukçuların meseleyi hissedilir ve anlaşılır kılma çabaları, savunma hakkının korunması hassasiyetine sağladığı önemli katkı da takdire şayandı…
Ama yine de bazı taşlar yerinden oynamadı… Ağırlığını korudu… Uluslararası hukuk örgütleri dahi ses verdi, Türkiye Barolar Birliği ses vermedi….
Oysa sorun şu veya bu avukat, onun siyasi görüşü olmadığı besbelliydi. Suçlamaları destekleyen delillerin göstermelik olduğu da ayan beyan ortadaydı.
Savunma hakkının esamesi bile dikkate alınmazken böyle bir temsiliyetin neyin peşinde olunduğu tartışılması bu nedenlerle kaçınılmaz görünüyor...
Zira bu durum ister istemez, yerinden oynamayan taşların siyasi otorite ile buluşma noktalarını da akla getiriyor. O nedenle de tartışma bütün bir toplumu doğrudan ilgilendirdiği için her alanda ele alınmayı hak ediyor.
Yaz boz kurallar… kollamalar kayırmalar… fetvalar… ahkamlar…delilsiz, ispatsız işinden gücünden etmeler, süründürme operasyonları ve bir kısır döngü haline getirilen gözaltılar, tutuklamalar ile bütün bir toplumun onuru ve geleceği üzerine kurulmak istenen bir tezgah ile karşı karşıya bırakıldığımızı görmemek insanın doğasına aykırı bir durum olsa gerek…
Siyasi iradenin arkasında hizaya girenler de dahil olmak üzere yasama ve yürütme ile birlikte yargısal faaliyetlerin de kötüye kullanıldığı konusunda kimsenin tereddüdü bulunmadığı zamanları yaşamaktayız…
Sahip çıkılması gereken savunma dokunulmazlıklarının, hukuksal güvencelerin kendi mahallesinden olmayanlar için kolaylıkla bir kenara bırakılabilme kapasitesini aşamamış olmak, temsiliyet makamında olanlar için elbette önemli bir sorundur.
Ancak bununla yetinmeyip, meslektaşı için hazırlanan mizansende yer alan alakasız delilleri destekler nitelikte açıklamalar yaparak, yargısız infaza imkan sağlamak, savunulabilir bir meslek etiği, kabul edilebilir bir temsiliyet olamaz…
Hepimizin hayatına hükmederek sürdürülmek istenen iktidar oyunları, kapısı açık bırakılan hemen hemen bütün resmi veya gayri resmi kurumların meşruiyetini, bağımsızlığını, güvenilirliğini alıp götürdü. Kamu otoritesinden bağımsız olmak zorunluluğu bulunan meslek örgütü temsilcilerinin mesleki ilkelerine aykırı yakışıksız ve teslimiyetçi söz ve davranışları ise bu gelişmeleri olağanlaştırmaktan başka bir işe yaramadı.
Etrafımız bu denli mağduriyetlerle, hak ve özgürlük gaspları ile çevrilmişken, önü alınamaz keyfiyetler sonucunda her an herkesin başına ne gelebileceği tedirginlikleri bütün bir toplumu sarmışken, bu dalgaların nimetlerinden yararlanmaya, elindekinden olmadan, daha da fazlasına sahip olmaya kendilerini kaptıranlar toplum vicdanlarında çoktan mahkum oldular…
Şurası açık ki bu ülkenin okumuşlarının büyük çoğunluğu ile köşe başlarını tutmuşları her kriz döneminde daha da köşeleşiyorlar. Kraldan çok kralcı olmayı vazife ediniyorlar… Derinden gelen dalgaların üstünde kalmak adına mesleki ilkelerini çiğnemekten çekinmiyorlar… Masumiyet kuralını hiç duymamış gibi davranabiliyorlar.
Hiç merak etmesinler. Herkes birbirini tanıyor. Barış, adalet ve özgürlük denilince “… mütareke döneminin işgal altındaki İstanbul’unun sözde aydınlarının kalıntıları” yakıştırmasında bulunabilecek kadar kendini kaybeden temsiliyet zavallılığı er ya da geç ama mutlaka tedavülden kalkacaktır…
Akademisyen, gazeteci, mühendis, avukat, öğretmen, işçi… meslek odası veya sendika… hangi meslekten olursa olsun, bütün bu olumsuz pratiklerden sonra, siyasi iradeden bağımsız, ayrım yapmaksızın meslek etiğine ve haklarına sahip çıkacak örgütlülük ve mücadele ile dayanışma içinde toplumsal olandan yana, keyfiyetten uzak siyaseti mümkün kılacaktır.
Bütün umut emeğinin değerine, hakkına sahip çıkabilende…
Hiç yorum yok:
Yaz yorum