anayasasından kurtulacağımız” Binali hükümeti tarafından ilan edildi.
Diğer bir deyişle siyasi iktidar kadim düşmanlıklarına, sorgulayana, itiraz edene, kendi içinden ürettiği “paralel yapıya” sürdürdüğü saldırılarına, korku, tehdit ve nefret söylemlerine, her alanda ve her konuda nalıncı keseri gibi kendine yontan kararlarına ve uygulamalarına anayasal bir çerçeve oluşturmak istiyor.
Oysa artık herkesçe görünür hale gelen bu “kutlu yürüyüş”, yoksunlukların, yolsuzlukların, sömürünün, menfaat ve biat yöntemlerinin kutsanan bir yolu oldu.
YERE GÖĞE SIĞAMAMAK …
“Kendileri gibi olmayanların” da hakları ve özgürlükleri olduğunu; herkesin kendilerini özgürce ifade edebilmeleri gerektiğini; ayrımsız hiç kimsenin “egemenin” tarifine göre yaşamaya zorlanamayacağını; insanlık hallerinin her türlüsünün toplumsal hayatın, farklı kültürlerin ve doğanın bir tezahürü olduğunu; dünyanın merkezi olarak kendilerini görmemeleri gerektiğini çoktan unutmuş görünüyorlar.
Artık gelinen aşamada kendilerini dev aynasında görenler “dava” ve “kutlu yürüyüşü” aynı zamanda “istismarlarının” aracı olarak kullanmaktan başka seçenekleri kalmadığını ortaya koyuyorlar.
İstismara uğramayayım diye minnet duygularıyla görevini bırakan başbakandan;
İstismar edilmeyelim diye dokunulmazlık operasyonlarına destek veren ana muhalefet başkanına; İstismar cephesinde yer almayı kendi kurtuluşu olarak gören “milliyetçi çevreden”; genç yaşlı kadınlardan başka çoluk çocuğa kadar herkes bu erkek egemen toplumun istismar öznesi haline getirildiler.
KENDİ ÇÖPLÜĞÜNDE HOROZ OLMAK…
Ayyuka çıkan ama ülkemizde fütursuzca üzeri örtülen, denizaşırı rüşvet, yolsuzluk, çalıp çırpma dava dosyaları siyasi iktidarın yüzünü bile kızartmıyor.
EGEMENİN OYUNUNA GELMEK…
Zira temel problemimiz kimi referansların örtüsü ile gerçekliklerimizle yüzleşmekten alıkonulmak istenmemizdir. Toplumsal hayatta yer alan farklı düşüncelerin ve farklı davranışların bir arada yaşama kültürünü, kendilerini özgürce ifade edebilmesini ve toplumsal “nimetlerden” yararlanmasını, ancak ve ancak egemene biat koşuluna bağlı kılan yönetim anlayışına ve yaşam koşullarına karşı duruşu engellemenin yolu olarak dini inançlarımız, kökenlerimizi kullanıyorlar.
Bu nedenle ekonomi ve siyaset alanında rollerini icra edenler “elindekini kaybetmemek”, “yerinden olmamak” kaygısı ile hareket ediyorlar. Toplumsal olandan yana değerleri önemsemedikleri gibi “hep bana, hep bana” politikalarının icracısı oldular. O nedenle fatura da, ”haciz işlemleri de” hep dar gelirli emeği ile geçinen insanlara uygulandı.
DÜNDEN BUGÜNE…
BUGÜNÜN YARINI DA VAR…
Oysa, egemene itaati de öngörse, lidere biat, haksızlığa ve adaletsizliğe rıza dini öğretilerle sağlanmaz. Eşyanın tabiatına aykırı bir çabadır bu. “Kölene iyi davran” “kader” “fıtrat” açıklamaları ile eşitsizlik ve sömürü düzeni son bulmaz. Saraylara sığmayan zenginlikler, sonsuz keyfiyet, insan ve doğa kıyımları hesapsız kalmaz…
Kuşkusuz ki bu gidişin bir sonu olacaktır. Ama bütün bu olan bitene muhalif siyasi oluşumlar ve yurttaşlar, dışlandığını, sömürüldüğünü, düşman ilan edildiğini yaşayan herkes, kendilerini özgürce ifade edebilecekleri ve dayanışma içinde olabilecekleri demokratik bir platformunun oluşumu iradesini ortaya koyamadıkları ve bu oluşum için çaba sarf etmedikleri sürece ezayı ve cefayı belirsiz bir geleceğe kadar yaşamaya devam edeceğiz.
Ülkemizi geleceğe tektipleştirilemeyenler taşıyacaktır. Yeter ki dayanışma ve birliktelik içinde despotizme, her türlü dayatmaya, eşitsizliğe, sömürüye karşı mücadele ederek kendimizi ifade edebileceğimizi, özgünlüğümüzü geliştirebileceğimizi ve güvende olabileceğimizi görelim… 31.05.2016
Hiç yorum yok:
Yaz yorum