Köylerden kente göçe neden olan üç temel güç bulunuyor; Kentlerin çekim gücü, köy
ve kırsal kesimin itici özelliği ve bu ikisi arasındaki iletici güç. Bunlara bağlı olarak Türkiye, 2000’li yılları nüfusunun yarıdan fazlası kentlerde yaşayan bir ülke olarak karşılarken şimdilerde bu oran % 90 dan fazlasının kentlerde yaşadığını ortaya koymakta…
Daha yüksek hayat standardı, daha çok iş alternatifi ve iş bulma umudu, daha fazla kazanç olasılığı, ulaşım olanakları, daha iyi eğitim ve sağlık hizmetleri kentlerin, ‘’çekim gücünü’’ oluştururken; tarımsal verimin düşük, gelirinin yetersiz oluşu, toprak mülkiyetinin dengesiz dağılımı ve çok parçalanmışlığı, makinalaşmanın yarattığı işsizlik, mevsim dışında gelir getirici faaliyetlerin olmayışı, güvensizlik, doğal afetler ve kan davaları gibi ekonomik ve sosyal gerçeklikler de köylerin ve kırsal kesimin itici güçlerini oluşturuyor. Çekim ve itici güçleri tetikleyen iletici güçlerin yani iletişim ve ulaşım olanaklarının gelişmişliği ölçüsünde de köyden kente göç olgusu kentleşmenin niteliklerini ortaya koyuyor.
Hukuksal düzenlemelere, ekonomik gelişmelere ve siyasal nedenlere bağlı olarak da kentlere doğru akış hızındaki değişkenler; göçlerin nasıl bir kentleşmeye neden olduğunu ortaya koymaktadır. Kalkınma ve sanayileşme hızını aşmayan büyümeye ‘’ Hızlı Kentleşme’’ deniliyor. Ancak bu hızı aşan oranda bir büyüme söz konusu ise beraberinde ‘’ Çarpık Kentleşmeyi’’ getiriyor. Doğal olarak bu durum ‘’Dengesiz Kentleşmeye’’ de neden oluyor. Büyük kentler büyürken, orta ve küçük kentler aynı oranda büyümüyor. Büyük kentlerin yalnızca belirli bölgelerde olması nedeniyle ‘’ Bölge Kentleri arasında dengesizlikler’’ meydana geliyor. Giderek ‘’kent içi dengesizlikler’’ daha da derinleşiyor.
Demografik, ekonomik, sosyal değişmenin yaşandığı kentleşme süreci plansız ve denetimsiz ise; kentlere göç eden insanlar genel olarak kentsel olanaklardan yararlanamadıklarından, bu tür gelişmeleri yalnızca demografik büyüme, nüfus büyümesi olarak da görmek mümkün. Bu durumun çarpık ve dengesiz bir kentleşmeyi de beraberinde getireceğini tahmin etmek zor olmayacaktır.
Son yıllarda Doğu ve Güneydoğuda yaşanan, köyden kente ve doğudan batıya göç hızlandıran’’ zorunlu veya can güvenliği göçü’’ ise kentlerde yığılmanın bir başka nedeni oldu.
Çarpık ve dengesiz bir kentleşme süreci devam ederken aynı zamanda kentlerden metropollere ve yabancı ülkelere doğru başlayan göç eğilimi, tercihlerin, beklentilerin ve yaşam biçimlerinin değişkenliklerini de ortaya koyuyor. Kuşkusuz ki bu durum da yabancı ülke standartlarının çekiciliği, kendi ülkemizin dinamiklerinin iticiliği ile açıklamak mümkün. Doğal olarak ülkeler arası dolaşım serbestisi de geliştikçe bu süreç giderek hızlanacaktır.
Köyden kente göçü sağlayan kentleşme olgusu; ekonomik yapıdaki değişimlere paralel olarak, iş bölümü, uzmanlaşma ve bunlara uygun yönetsel örgütlenme modelleri içeren; ve yine bunlara uygun olarak insan davranışlarında değişikliklere yol açan, kendi iç ve dış dinamikleri ile büyüme potansiyeli ve yoğunlukla nüfus ve sermaye birikimini sağlayan bir süreç olarak değerlendiriliyor.
Kentlileşme ise; kentleşmenin sağladığı ekonomik ve toplumsal gelişmenin insan davranışlarında ve ilişkilerinde, manevi değer yargılarında ve yaşam biçimlerinde değişiklikler yaratma sürecidir. O nedenle kentlerde yaşayanlardan kentin kendine özgü davranış kalıplarını benimsemesi istenir. Kendini yeniden şekillendirmesi, taleplerini ve beklentilerini farklılaştırarak kentsel hayata uyum sağlaması beklenir.
Oysa, kentsel yaşam biçimleri hangi dinamiklere bağımlı ise kentlileşme olgusu da bundan bağımsız olamayacaktır. Eşitsiz gelişmenin egemen olduğu bugünkü süreçte kentlerin sunduğu olanaklardan yararlanılmasının ve bir birey olarak sahip olunan hakların kullanılmasının hakkaniyete uygun olmadığını tahmin etmek zor değil. O nedenle kentlileşme, toplumsal düzeyde kentleşme sürecinin birey üzerindeki etkisiyle yakından ilgili. Kentlileşme birey ölçeğinde bir değişim sürecidir. Ama, her bireyin gelişim, algılama, davranış ve sahiplenme karakterleri farklı olmakla beraber, var olan kentsel imkanlardan yalnızca küçük bir azınlığın yararlanmasını dayatan bir yapılanma ve işleyiş ancak kendine denk düşen bir kentlileşmeyi geliştirmektedir.
Kayırma, ayrıcalık, usulsüzlük ve yalnızca parası olanların daha rahat koşullarda yaşadığı kentsel bir yaşamda egemen duygu güvensizlik ve sevgisizlik olacaktır. Kuralların göstermelik kaldığı, ekonomik veya siyasi gücü elinde tutanın son sözü söylediği böylesi çarpık bir kentleşme de olsa olsa çarpık bir kentlileşmeyi geliştirecektir.
Hiç yorum yok:
Yaz yorum