4 Aralık 2000 Pazartesi

Ortak Alanlarımız

Posted by   on

Kent sözcüğünün latince kökeni olarak belirtilen ‘’civitas’’ insan topluluklarının
buluştuğu bir mekanı tanımlıyor. Günümüzde ise ‘’belediye’’ olarak ortak (veya birbirlerine bağlı) çıkarları bulunan insan topluluklarının bir araya geldiği, kısmen özerk idari birimler olarak yapılaşmış, kamu hizmetleri sunan, kendi kendini yöneten yaşam merkezleri anlamını içeriyor.

Bu tanımın ne kadar sahici olduğu, hayatta ifadesini bulup bulamadığı ayrı bir tartışma konusudur. Sosyal, ekonomik ve toplumsal hayatımızı sürdürdüğümüz yerleşimlerin tarih boyunca değişerek ve gelişerek bugünlere ulaştığını da göz önüne alınarak, hemen bütün kentlerin benzer özelliklerinin, ortak çıkarları olan insanları bir araya getirdiğini, ticaret, kültür ve teknoloji alış verişlerine sahne olduğunu söylemek mümkündür.
 
O nedenle, yaşantımıza anlam veren bir ortamda, birlikte kullanılan, hepimize ait ortak alanlarımız var. Paylaşmayı sağlayan ve birlikteliği çoğaltan bu mekanların varlığı sayesinde kendimizi geliştirir, birikim ve deneyimlerimizden karşılıklı yararlanır, dinlenir, eğlenir, yüz yüze gelip, temas halinde bulunuruz. Kendimizi yeniden üretmemiz, bilgi ve deneyimlerimizi nesilden nesile aktarmamız da bu sayede gerçekleşir. Bu amaçla kentlerin ortak alanlarına kamusal alanlar denilmiş özel ve kişisel beklentilere kapalı tutulmak istenmiştir.
 
Çünkü ait olma duygusu vermeyen mekanlar ancak sahipleri için anlamlıdır.
 
Ne var ki bugün, hemen bütün yerleşimler eşitsiz gelişmenin acı reçetelerini fazlasıyla yaşıyorlar. Gelir adaletsizliği sonucunu doğuran acımasız, vahşi bir dünya düzeni bütün yerleşimleri etkisi altına almış durumda. Paranın egemen olduğu toplumsal ilişkiler her alanda belirleyici, bu nedenle doğal ve insani değerle kolaylıkla gözden çıkarılabiliyor. Yaşam standardı bakımından insanlar ve ülkeler arasındaki mesafe giderek büyüyor. Bir tarafta artan oranlarda yoksulluk ve yoksunluk çeken nüfus, diğer tarafta sınırsız bir tüketim ortamı; bir tarafta gelecek güvencesi olmayan işsiz veya her an işinden olabilecek çok geniş bir kesim, diğer tarafta sermaye sahiplerinin kar beklentisine güdümlü yatırımlar ve işletmecilik anlayışı. Ve kentsel hayata anlamını veren kamusal alanların ve kamusal hizmetlerin işlevlerinden hızlı bir uzaklaşma, mümkün olan her alanda liberalleşme politikaları egemen hale geliyor.
 
Toplumlar ve ülkeler arasında yaşanan bu haksız ve insafsız rekabet ilişkilerinin kentsel yaşamımızı çekilmez hale getirdiğine kuşku yok. Doğal olarak liberalleşmenin nimetlerinden yararlananlar için sorun görünmüyor. Ama ya o önemsenmeyen, dışlanan ve sürekli kentlerin dışına itilen dar ve sabit gelirliler, emeği ile geçinenler, işsizler, yoksullar için ne düşünülüyor?
 
İstisnasız bütün yöneticiler mevcut kötü koşulları ortadan kaldırma vaadi ile iş başına geliyorlar. Ama var olanı korumaya yönelik inşa edilmiş hiyerarşik bir yapılanma, verilen bütün sözleri eritip, yok etmeye ayarlı. Ayrıca iktidarda olmanın avantajları ve olanaklarıyla oluşturulan tahkimat ve cezbedici kanallar yukarıdan aşağıya toplum içinde parçalanmalara ve kamplaşmalara neden olduğu kadar, güçten düşürülen, örgütlenmesi engellenen karşı duruşlar her türlü yolla toplumdan dışlanmak isteniyor.
 
Mevcut statükodan yararlananlar, ondan kendi lehlerine durum yaratmak isteyenler arasında sürüp giden bu amansız mücadele, beraberinde gizliliği, kayırmayı, rüşveti, yolsuzluğu, suç ve şiddeti kent yaşamlarının olağan görüntüleri haline getirmiştir. Hemen her gün kendini tekrarlayan bu ilişkiler, cansız, beton, cam ve çelik yığınları içindeki o sevgisiz, güvensiz, sahte ilişkiler kendimizi daha çok çaresiz, yalnız ve yetersiz hissetmemize neden olmaktadır. İşsizlik, gelecek güvencesinden yoksunluk ise karamsarlığı, umutsuzluğu ve mutsuzluğu büyütmekle kalmamakta, yaşadığımız kente yabancılaştıran iktidara ve güce tapınmanın, giderek kendisi dışındaki her şeye boş vermişliğin çare olabileceği duygusunu geliştirmektedir.
 
Bunun için yerellerden başlayarak bir yönetim anlayışı ve yaşam biçimi olarak ortak alanlarımızı korumak, geliştirmek ve çoğaltmak, doğrudan bugünümüz ve kendi geleceğimiz üzerine tutum almakla eş anlamlıdır.
 
Kamusal alanların kamunun yararına kullanılması ve fırsat eşitliğinin sağlanması, bireylerin ayrıcalıksız gelişmelerinin de yolunu açacaktır. O nedenle, herkesin ortak kullanımına tahsis edilen, hepimizin yararlanmasına açık, en temel, en asgari ihtiyaçlarımız olan okul, hastane, park, bahçe, spor, kültür gibi sosyal donatı alanlarının, orman, sahil gibi kamu arazilerinin ve kamusal hizmetlerin kamusal menfaatlere aykırı olarak birer zenginleşme aracı olarak kullanılmak istenmesi ve bu hizmetlerden yalnızca parası olanların yararlanabileceği koşulların dayatılması karşısında, olup biteni kabullenmek yerine, bu aşamada meşru savunma hattı oluşturmak ve kendi mekanlarımızı kendimizin yöneteceği, denetleyeceği yeni bir yönetim anlayışı geliştirmekten başka seçenek görülmemektedir.
 
Yaşamlarımızı anlamlı kılmanın yolu, kendi dışımızdakilerle ortak paydalarımızı genişletmek ve hepimize ait olan ortak alanlarımızı sahiplenebilmekten geçiyor… 

Hiç yorum yok:
Yaz yorum

-
Bültenimize Katılın