fotoğrafından başka bir görüntü vermiyor. Çok geniş bir halk kesiminin, küçük bir azınlığın çıkarları için yaşamaya şartlandırılmak istendiği, bunun için hukuk düzeni oluşturulduğu, karşı gelenlere zor kullanma yetkisinin de kullanıldığı ortamlardır kentler. Bu koşullarda birbirine zıt iki ayrı yaşam ve kültür olması kaçılmaz. Bir tarafta steril ve korunaklı alanlar; diğer tarafta her an her türlü tehdide açık, güvensiz, korku ve yoksulluğun egemen olduğu bir yaşam…
İnsanın maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirmesi, birlikte yaşadığı çeşitli toplumsal ve siyasal çevreleri etkileyip dönüştürmesine bağlı. Bunun bilinen iki yöntemi var. Birisi şiddet ve güç kullanarak, zora dayalı bir toplumsal yapı oluşturmak, ikincisi gözlem, deneyim, birikim ve bilgileri aracılığı ile çevresini ikna ederek düşüncesine gönüllü katılımı sağlayacak demokratik, özgürlükçü bir toplumsal yapı oluşturmak.
Kuşkusuz her iki yolda da yasalar ve kurallar olacaktır. Birinci seçenekte mevcut yapının sürdürülmesi baskı ve yasaklamalara dayalı olacak. İkinci seçenekte ise demokratik ortamın sağlanmasına yönelik maddi ve hukuksal araçlara ihtiyaç duyulacaktır. Hukuksal araçlar, yasalar ile güvence altına alınmış hak ve özgürlüklerdir. Maddi araçlar ise zenginlik kaynaklarının az sayıda özel kişinin elinde toplanmadığı, toplum içinde dengeli bir şekilde dağıtıldığı, bilgiye ulaşmanın ve bilginin topluma ulaşmasının engellenmediği demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplumsal yapıyı gerektirecektir.
Yaşama hakkı, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı öncelikle güvenli ve korkusuz bir ortamda yaşama imkanlarına sahip olmayı, kendimiz ile ilgili konuları ‘’bilmeyi’’ , bilgi ve düşünceyi ‘’açıklayabilmeyi’’ ve katılımı sağlamak için de ‘’ yaygınlaştırmayı’’ zorunlu kılar. Ancak hepimiz biliyoruz ki iktidar sahipleri ve yönetenler kendi istek ve hedeflerine yönelik faaliyetlerinin bilinmesinde yol açıcı ve bonkör davranırken; kendilerine ters düşen girişimlerde ise engelleyici, giderek kısıtlayıcı ve yasaklayıcı bir tutum içinde olmaktan çekinmemektedirler. Buna bağlı olarak da alınan kararlarda ve uygulamalarda geniş halk kesiminin tercihlerini kolaylıkla görmezden gelebilmektedirler.
Bu nedenle yaşadığı mekanlarda kendi sözünün de dinlenmesini isteyen, kamusal çıkarları zedelemeden, kentlerin; o kentlerde yaşayanlarca birlikte yönetilmesi gerektiğini savunanlar, siyasi anlayışı, cinsiyeti, kökeni, inancı, dili ne olursa olsun bir araya gelerek kentsel sorunlara birlikte çözüm bulma yollarını geliştirmenin zorunlu bir ihtiyaç olduğunu hissedebiliyorlar. Çünkü kentte yaşanan sorunlar herkesin ortak sorunları. Tıpkı içme suyu, alt yapı, ulaşım, katı atık sorununu herkes için aynı derecede önemli olması gibi; ortak alanlarımızın, kıyıların, ormanların, yolların kullanımı, kamusal hizmetlerin ticarileştirilmesi gibi tercihler ve bu tercihlere uygun modeller de, hepimizi yakından ilgilendiriyor. Özellikle küreselleşme adı altında ulusal ve uluslar-üstü sermayenin yeni Pazar arayışlarının hız kazandığı bu dönemde hemen her yerleşimde kamusal alanların ve kamusal hizmetlerin nasıl değerlendirileceği ve temel hedeflerinin neler olması gerektiği konusunda; kamusal çıkarlara öncelik verenlerin birlikteliklerine ve dayanışma içinde olmalarına şiddetle ihtiyaç var.
Antalya’da da meslek odalarının, demokrasi platformu, Kent Gönüllüleri Dayanışması gibi gönüllü oluşumların, yönetenlerin fütursuz ve hukuka aykırı işlemlerinin bir ölçüde dizginleme işlevini üstlendiklerini biliyoruz. Ancak bu tür oluşumların siyasal seçenek geliştirmekteki imkansızlıkları ve kapsayıcı olmamaları, yönetilenlerin kent yönetiminde sözlerinin dinlenmemesinin başlıca nedeni.
Kamusal yararı gözetmeyen uygulamalara muhalif olduğu kadar kamunun çıkarlarını gözeten seçenekleri kendi hayatlarında geliştiremeyen oluşumlar kolaylıkla etkisizleştirebildiği gibi inandırıcılıklarını da kaybedebiliyorlar.
O nedenle bulunduğumuz alanlarda kentte yaşanan gelişmeleri tartışmak, her türlü bilgiyi kamuoyu ile paylaşmak, dayanışma içinde olmak ve giderek ülke yönetiminin bir parçası olan yerel yönetimleri kentlerde yaşayanların birlikte yöneteceği katılımcı, paylaşımcı, açık ve denetlenebilir bir yönetim yapısına katkıda bulunmak ve buna uygun örgütlenebilmek son derece önemli. Bu çaba ne kadar çoğulcu, akılcı, bilimsel, çağdaş, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü olursa o kadar toplumu her rengine seslenmiş, bir o kadar da bu düzenden canı yananlara kucak açmış olacaktır. Ancak bu sayede ‘’zorunluluklar ve dayatmalar’’ dünyasına karşı kendi kendimizin sesi olabiliriz. (15.6.2000)
Hiç yorum yok:
Yaz yorum