1 Mayıs 2000 Pazartesi

1 Mayıs

Posted by   on

Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinden itibaren kutlanan, 12 Eylül öncesinde olduğu
gibi tekrar yasallaşması istenen 1 Mayıs’lar toplumsal hayatımıza damgasını vurmuş durumda.

Daha çok politik tutum alışlarımıza göre değişen algılanışıyla değerlendirilen 1 Mayıs, kimilerimize göre terörün ve anarşinin kol gezeceği, kökü dışarıda kışkırtıcıların kötü emellerine alet edilen bir gün, kimilerimize göre ise yasaklamalara, engellemelere, zorluk çıkarmalara inat, işçi ve emekçilerin kendilerini sömürenlere karşı, birlik ve dayanışma içinde mücadele kararlılıklarını ortaya koydukları bir gün…
 
Tartışma sürüyor. Çünkü ilk çağlardan beri üzerinde kafa yorulan ‘’adalet’’ duygusunun tatmini ve tüm insanlığın mutluluk ve refahına uygun toplumsal üretim, dağıtım ve tüketim sistemi, hala insanların büyük bir çoğunluğunun özlemi olmaya devam ediyor. Geçmişte olduğu gibi bugünde farklı söylem ve yaklaşımlarla da olsa eşitsiz gelişmenin bir sonucu olarak toplumlar arası ve insanlar arası egemen olma mücadelesi sona ermiş değil.
 
O nedenle 1 Mayıs ’larda işçi ve emekçiler, birlik ve dayanışma içinde birbirlerine
 
‘’ben üretiyorum/ sen üretiyorsun/ o üretiyor/ siz üretiyorsunuz/ biz üretiyoruz/ ama onlar kar ediyorlar(yararlanıyorlar)’’ derler.
 
‘’Patronun bize ihtiyacı var ama bizim ona yok, neden bizler yönetimlerde yokuz?’’ sorusuna yanıt ararlar…
 
Toplumlar da tıpkı doğa gibi, insanların onu nasıl kavradıklarına bağımlı olmayan bir hareketlilik sürecine sahip. Mevcut statüko dışında olan her şeyin kötü ve yararsız ilan edildiği zorunluluklar dünyasında yaşamamız isteniyor. Ama yine de her türlü yasaklamaya ve zorlamaya karşın gözle görülür, elle tutulur bir gerçeklik var ki; dünden bugüne, var olan statüko biçimlerine karşı çıkan; kendisiyle ilgili kararlara katılmak isteyen; toplumsal çıkarlar ile bireysel çıkarların birbirleriyle çelişmediğini gören ve giderek daha da özgürleşen bir insan kimliği daha çok istenir, daha çok ihtiyaç duyulur bir yaşam biçimi haline geliyor.
 
Ya Antalya, işçisi, memuru, köylüsü, çalışanı, çalışmayanı ile her bir insanın farklı kaygı ve beklentilerle bir arada yaşam mücadelesi verdiği bir turizm merkezi olan bu kentte neler oluyor?
Çalışanlarının sayısı sezon boyunca 500.000 sayısını geçtiği söyleniyor. Mevsimlik de olsa yüz binlerce insan, can pazarı haline gelmiş bu emek pazarında kendisine yer bulmaya çalışıyor. Sigortasız, sendikasız, 10-12 saat karın tokluğuna çalışmaya razı olurken, emeklerinin karşılığını alamayan bu insanlar acaba ne zaman örgütlenip, kendi önemlerinin farkına varacaklar?
 
Antalya’nın Yerel yönetimleri işçilerini kapı önüne bırakmakla övünür hale gelmişken, sendikalaşmayı önlemek adına taşeron firmalara iş yaptırmayı başarı olarak ilan ederlerken, küreselleşme dayatmalarını meşrulaştıran parlamentoya gönderdiğimiz milletvekillerimiz düşük taban fiyatı, düşük maaş, özelleştirme ve işsizlik dışında seçenek geliştiremezken, acaba bu kentin emekçileri daha ne zamana kadar kendi cellatlarına oy vermeye devam edecekler? Ve daha ne kadar zaman işçi simsarlarının, siyaset tacirlerinin uğrattıkları hayal kırıklıklarını bahane ederek, kendi adlarına başkalarının siyaset yapmalarına izleyici kalacaklar?
 
Sanıyorum bunun  yanıtı daha çok 1 Mayıs ’lara katılanların siyaset tarzı ile emeği ile geçinenlerin arasındaki mesafede saklı.
 
Bugün 1 Mayıs; örgütlenmeyen, örgütlenmesi engellenen, her an zapt-u rapt altında tutulmak istenen işçinin, memurun, işsizin, emekçinin günü.
 
Çalışan, üreten, emeği ile geçinen; daha iyi bir yaşam özlemine yaşatan herkese kutlu olsun.(1.5.2000)

Hiç yorum yok:
Yaz yorum

-
Bültenimize Katılın