Ukrayna topraklarında, ABD/Avrupa/NATO ile Rusya arasındaki savaş bütün zalimliği ile devam ediyor. Dramlar naklen yayınlanıyor, savaşın sonuna, dünyanın yeniden nasıl şekilleneceğine ilişkin yorumların ardı arkası kesilmiyor.
Ülkemiz topraklarında da siyaset, en saldırgan hallerini yansıtmaya, toplumun yaşam koşullarını daha da zorlaştırmaya devam ediyor.
Hayat pahalılığı, dar ve sabit gelirlileri yoksullaştırma, derinleşen eşitsizlikler, korunması gereken yaşam alanlarımızı çoraklaştırma politikaları savaşın olumsuz etkileri kadar vahim haller aldı.
Maden Yönetmeliğinde, Zeytinlik alanlarda faaliyet imkanı veren düzenlemeden sonra, eski adlarıyla sit alanları olan “kesin korunacak hashas alanları”, “nitelikli koruma alanları” ve “sürdürülebilir koruma ve kullanma alanları” yatırımlara, yapılaşmalara açan yeni bir yönetmelik yayımlandı.
Sermaye ve çıkar çevrelerinin kendilerini yeniden üretme ve zenginleşme aracı olarak, anti demokratik yöntemleri dayatarak ülkeleri talan etmekte, sömürmekte ve teslim almakta kararlı siyaset anlayışları ile açık saldırı, şiddet, imha ve kıyımın adı olan savaş politikalarının birbirlerini ikame ederek hayatlarımızı da, ekolojik sistemi de hiçe saydıkları gün gibi ortada.
Putin, Ukrayna ve Rus halkları tek halktır diyerek işgal ve kıyımlarına bahane üretmişti.
NATO dünyası ise sahibi Rus olan kedilere varıncaya kadar denetimleri altında olan her alandaki etkinliklerinden ve vitrinlerinden Rusları tecrit ederek ve sıcak savaşa yönelik her türlü lojistik desteği sağlayarak üstünlük kurmak isterken, savaş siyasetinin aktif tarafları olduklarını gösteriyor.
Bu kapitalist/emperyalist politikalarla, sınırsız kar elde etmek uğruna insan ve doğa kıyımlarıyla doğrudan alakalı olduğu bilinen küresel iklim krizleri, açlık, geleceksizlik, göç dalgaları, sığınmacı ve mülteci akımları her geçen gün artarak devam ediyor.
Bu oligarşik yapıların, halkların kardeşliğini, barış içinde birlikte yaşama iradesini sabote etmekten, stratejik gerekçeleriyle kendilerine güdümlü ülke yönetimleri oluşturmadığı sürece savaş siyasetlerinden vazgeçmeyecekleri de yadsınamaz bir gerçeklik.
Yaşamlarımıza musallat olan, topraklarımızı, cebren ve hileyle işgal edilmesine neden olan bütün bu savaş siyasetlerinin sahiplerinin ve işbirlikçilerinin iktidarlarının kendiliğinden sona ermesini beklemek ise yalnızca birer hayal.
Savaş ile teslim alınmak istenen bütün ülkelerin emek, demokrasi, bağımsızlık ve özgürlük güçleri bir araya gelmeden savaşların kurbanları olmaya devam edeceğiz.
O nedenle dolaylı veya dolaysız bütün işgalci güçlerin, mazlum ülke topraklarından kayıtsız ve şartsız terk etmesi ve savaşı körükleyen siyaset anlayışlarının son bulması bütün halkların ortak karşı çıkışları ile kalıcı hale gelebilecektir.
Siyaseti barış içinde birlikte yaşamanın aracı, barışı da, siyasetin toplumsal olandan yana, insani koşulları hayata geçirmenin hedefi olmasını sağlayabildiğimiz ölçüde, savaş siyasetinden ve sonuçlarından uzaklaşmamız mümkün olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yaz yorum