30 Aralık 2021 Perşembe

2020 ve 2021 den 2022 ye

Kendilerini bir matahmış gibi pazarlamaya ayarlı iktidar düşkünlükleri toplumu iyice hırpaladı ve bunalttı.
 

Şimdiki zamanlar 24 Ocak kararlarına, ve bu kararların neden olduğu 12 Eylül koşullarına ihtiyaç duymuyor. Yekpareleştirilmiş bir devlet ve iki dudak arasına sıkıştırılmış bir rejim var artık. 

 
Rejimin tek sözcüsünün “nas ortada, sana bana ne oluyor…” açıklaması ise  yaşanan gelişmelere tüy diken bir yaklaşım olmuştu.  

Siyasi iradenin bilim, akıl ve  toplumsal ihtiyaçlar üzerinden hareket etme niyeti olmadığı böylece resmileşti.


Bakara Suresi,   'Muhakkak ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle deneriz. ' yollaması ise toplumu yönetme konusunda acz içine düşüldüğünü ortaya koydu.


Uydurma bahanelerle muhalifleri ekarte etme işleri  Bakanı Soylu’nun  “ Biz kendimiz yapmıyoruz. Biz inanıyoruz ki bize yaptıran Allah’tır” sözleri siyasi iktidarın siyasetle, dünya hayatıyla, demokratik teamüllerle alakalarının da kalmadığının ilanı değil mi ?


İnanca dayalı, kutsallık atfedilen konuları siyasi çekişmelerin parçası haline getirmek, neden oldukları mağduriyetlere, hukuksuzluklara, bağlamından kopararak dinsel değerlerle ele alarak siyasi malzeme haline getirmenin kamusal bir yarar sağlamayacağı son derece açık. 


 
Dini söylemlere dayanmanın, iktidarda kalmanın şartı olarak görmek, aslında artık hiç bir şeyin eskisinden daha iyi yapamayacaklarının itirafı olarak görmek mümkün.

Bu durum, siyaseti, iktidar ve muhalefet ilişkilerini, eşitler arasında bir mücadele olmaktan çıkarmak isteyen tek adam yönetiminin, toplumun maddi gerçekliklerinden uzaklaştığı, köpürttüğü köpüklerle onları oyalama, anayasal düzenlemelere aykırı olarak  dini referanslarla destek toplama hesapları, toplumsal dinamikleri fazlasıyla hafife almaktan başka bir anlam taşımıyor.

 

Varsa yoksa bütün planlarını kapital hegemonyasını sürdürmek ve ne pahasına olursa olsun kamusal imkanlardan alabildiğine nemalanmak üzerine hareket eden  bir siyasal oluşumun, din iman konularını bu denli öne çıkarması, inandırıcılık sorunundan öte  yavuz hırsız ev sahibine baskın çıkar raddesine gelmiş durumda.

 

Gözümüzün önünde olup biten bütün bu haksız kazanç hamlelerini, acımasızca yoksullaştırma, dışlama ve muhaliflerinin hak ve hukuklarını tanımama politikaları dini referanslarla, kayıkçı kavgalarından farksız hale sokulmak istenen söz cambazlıkları ile bertaraf etmek mümkün görünmüyor. 

 

2020 pratikleri,  Covid 19 virüsünün etkisiyle, hayatta kalabilmek için tek başınalığın olamayacağını, toplumsal dayanışma içinde emeğin, barışın, açıklığın ve hakça bölüşümün yollarını hep birlikte döşememiz gerektiğinin kaçınılmazlığını ortaya koymuştu.  

 

2021 pratikleri ise eşitsiz yaşam koşullarını pekiştirenlerin, insan ve doğa kıyımı demeden sermaye çevrelerinin, çıkar gruplarının beklentilerine göre siyasi ve ekonomik tercihlerini sürdürenlerin, kimden güç almak isterlerse istesinler hiç birimizi temsil etme yeteneğinin olamayacağını gösterdi.  

 

2022 yılı bütün mağdurların, memnuniyetsizlerin, emeği, vicdanı, kimliği, tercihleri gasp edilenlerin kendi sözlerini dolaysız söyledikleri, böl yönet oyunlarına aldırmadan bir araya gelerek örgütlenmeleri; önlenemeyen salgınların, sermaye açgözlülüğünün, kötüye kullanılan kamu otoritesinin, adaletsizliklerin, kaşıkla verip kepçeyle almaların, kılıfına uydurulmak istenen hak ihlallerinin hayatlarımıza daha fazla musallat olmalarına son vereceği bir yıl olsun…
 


10 Aralık 2021 Cuma

10 ARALIK 2021 ve DECCAL

Dünyaya açıldığımız pencere olarak tanıtılan Antalya, 10 Aralık dünya insan hakları gününe “deccal” kavramı ile girdi…


Antalya İlim ve Kültür Derneği (Alim Derneği) adıyla hareket eden bir cemaat yurdunda görevli personel,  Mehmet Sami Tuğrul isimli bir üniversite öğrencisini, "deccali vurdum" diyerek  hunharca katletti.


Hiç kuşku yok ki dünya hallerinden uzaklaştırılmak, dünyayı sınav yeri olarak gören bir inanç sahibi olmak ve türlü türlü referanslara dayalı ritüellerle yaşamak dinsel, kültürel, kişisel tercihlerin sonucudur.


Doğal olarak toplumun her bir bireyinin aynı duygu ve düşüncelere sahip olması beklenemez.                 O nedenle her hak sahibinden, kendi dışındaki hayatların da hak sahibi olduğu idrakinde olması ve onların tercihlerini yok sayacak, maddi veya manevi zarar verecek herhangi  bir müdahalede bulunmaması beklenir.  

 
Bireysel, toplumsal, ekonomik ve  sosyal hakların elbette bireyler ve toplum tarafından sahiplenilmesi ve uğruna mücadele verilmesi esastır ama hakkın kötüye kullanılması, hak ihlalleri söz konusu olduğunda da kayıtsız şartsız gerekli yaptırımların hayata geçirilmesi ve nihayet haksızlığın, hukuksuzluğun iklimine meydan verilmemesi siyasi otoritenin sorumluluğundadır.

 
Mesele Antalya Valiliğinin açıklamasında öne çıkarıldığı gibi sapkınlık meselesi olmadığı çok açık. Savcılık ve yargı organlarınca gizlilik kararı alınması, belli ki bu vahim sonuca neden olan çevreleri korumaya yarayacak. Muhatap cemaat derneğinin, Kepez Belediye Başkanının yaptığı açıklamalarla sorumluluklarını üzerlerinden atma gayretlerinin de toplum vicdanında beyhude olduğu ortada. Sus payı verir gibi mağdur öğrencilere KYK kapısını açarak tehlike altındaki öğrencilerin barınma hakkı sorunu çözülmüş olmamaktadır.


Bunun gibi rutin açıklamalar ve uygulamalar ardı sıra gelmekle zaten aynı hamam aynı tas ile oyalanmaya devam edileceğimiz son derece aşikar.  


Ne yazık ki kılıfına uydurulmuş, üzeri örtülmüş resmî işlemlerin, susturulmuş tanıklıkların toplamından ibaret suç mahallerinde yaşar gibiyiz. 

 
Denilebilir ki hep böyleydik. Elbette eşitsizliklerin, fırsatçılıkların ve iktidar keyfiliklerin kurumsallaştığı hangi ortam farklı olabilir ki ?

 
Ama Cumhur ittifakı ile farklı bir durağa getirildiğimiz de besbelli. Geçen zaman bizi daha ilkel, daha vahşi, daha acımasız ve yüzsüz, mütemadiyen kötülük üreten, ayrıştırıcı, yoksullaştırıcı, cinsiyetçi, kendi bekası dışında toplumu düşünmeyen keyfi bir siyasi otoritenin oyuncakları haline getirmiş  durumda.

 
İnsan hakkı, insanlık ailesine mahsus bir hak. O nedenle, birbirlerimizin yüzüne utanmadan bakabilecek kadar bu ailenin bireyleri olarak kalacaksak, toplumsal olandan yana dayanışma içinde bu oyuna son vermeliyiz.

 
 

-
Bültenimize Katılın