Kendilerini bir matahmış gibi pazarlamaya ayarlı iktidar düşkünlükleri toplumu iyice hırpaladı ve bunalttı.
Şimdiki zamanlar 24 Ocak kararlarına, ve bu kararların neden olduğu 12 Eylül koşullarına ihtiyaç duymuyor. Yekpareleştirilmiş bir devlet ve iki dudak arasına sıkıştırılmış bir rejim var artık.
Rejimin tek sözcüsünün “nas ortada, sana bana ne oluyor…” açıklaması ise yaşanan gelişmelere tüy diken bir yaklaşım olmuştu.
Siyasi iradenin bilim, akıl ve toplumsal ihtiyaçlar üzerinden hareket etme niyeti olmadığı böylece resmileşti.
Bakara Suresi, 'Muhakkak ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle deneriz. ' yollaması ise toplumu yönetme konusunda acz içine düşüldüğünü ortaya koydu.
Uydurma bahanelerle muhalifleri ekarte etme işleri Bakanı Soylu’nun “ Biz kendimiz yapmıyoruz. Biz inanıyoruz ki bize yaptıran Allah’tır” sözleri siyasi iktidarın siyasetle, dünya hayatıyla, demokratik teamüllerle alakalarının da kalmadığının ilanı değil mi ?
İnanca dayalı, kutsallık atfedilen konuları siyasi çekişmelerin parçası haline getirmek, neden oldukları mağduriyetlere, hukuksuzluklara, bağlamından kopararak dinsel değerlerle ele alarak siyasi malzeme haline getirmenin kamusal bir yarar sağlamayacağı son derece açık.
Dini söylemlere dayanmanın, iktidarda kalmanın şartı olarak görmek, aslında artık hiç bir şeyin eskisinden daha iyi yapamayacaklarının itirafı olarak görmek mümkün.
Bu durum, siyaseti, iktidar ve muhalefet ilişkilerini, eşitler arasında bir mücadele olmaktan çıkarmak isteyen tek adam yönetiminin, toplumun maddi gerçekliklerinden uzaklaştığı, köpürttüğü köpüklerle onları oyalama, anayasal düzenlemelere aykırı olarak dini referanslarla destek toplama hesapları, toplumsal dinamikleri fazlasıyla hafife almaktan başka bir anlam taşımıyor.
Varsa yoksa bütün planlarını kapital hegemonyasını sürdürmek ve ne pahasına olursa olsun kamusal imkanlardan alabildiğine nemalanmak üzerine hareket eden bir siyasal oluşumun, din iman konularını bu denli öne çıkarması, inandırıcılık sorunundan öte yavuz hırsız ev sahibine baskın çıkar raddesine gelmiş durumda.
Gözümüzün önünde olup biten bütün bu haksız kazanç hamlelerini, acımasızca yoksullaştırma, dışlama ve muhaliflerinin hak ve hukuklarını tanımama politikaları dini referanslarla, kayıkçı kavgalarından farksız hale sokulmak istenen söz cambazlıkları ile bertaraf etmek mümkün görünmüyor.
2020 pratikleri, Covid 19 virüsünün etkisiyle, hayatta kalabilmek için tek başınalığın olamayacağını, toplumsal dayanışma içinde emeğin, barışın, açıklığın ve hakça bölüşümün yollarını hep birlikte döşememiz gerektiğinin kaçınılmazlığını ortaya koymuştu.
2021 pratikleri ise eşitsiz yaşam koşullarını pekiştirenlerin, insan ve doğa kıyımı demeden sermaye çevrelerinin, çıkar gruplarının beklentilerine göre siyasi ve ekonomik tercihlerini sürdürenlerin, kimden güç almak isterlerse istesinler hiç birimizi temsil etme yeteneğinin olamayacağını gösterdi.
2022 yılı bütün mağdurların, memnuniyetsizlerin, emeği, vicdanı, kimliği, tercihleri gasp edilenlerin kendi sözlerini dolaysız söyledikleri, böl yönet oyunlarına aldırmadan bir araya gelerek örgütlenmeleri; önlenemeyen salgınların, sermaye açgözlülüğünün, kötüye kullanılan kamu otoritesinin, adaletsizliklerin, kaşıkla verip kepçeyle almaların, kılıfına uydurulmak istenen hak ihlallerinin hayatlarımıza daha fazla musallat olmalarına son vereceği bir yıl olsun…