İnsan Hakları Derneği Antalya Şubesi 2. Olağan Genel Kurul toplantısı yapıldı.
Genel Kurul Divan başkanı olarak yaptığım konuşmadır;
".... 1986 yılında Ankara’da kurulan İnsan Hakları Derneği’nden sonra Şair Metin Demirtaş, Avukat Ali İhsan Yalçın, Öğretmen Mehmet Şener, Eczacı Ayşe Aydın ile birlikte Derneğin Antalya Şubesinin Kurucu yönetim kurulu faaliyetlerine başlamıştık.
Öncelikle aramızdan ayrılan bu dostlarımızı sevgi ve saygıyla anmak isterim. Anılarının insan hakları mücadelesinde kalıcı olmasını diliyorum.
1980 askeri darbe sonrası siyasi partiler, dernekler, sendikalar kapatılmış, temel hak ve özgürlüklerle ilgili yasalar iptal edilmişti. Bu dönemde yaşanan tahribatların hızla giderilmesi, bu alanda duyarlılık oluşturulması amacıyla İnsan Hakları Derneği geniş bir katılım ile kurulmuştu. Dönemin mağdur ve muhalif çevreleri bu oluşum ile birlikte siyasi görüş ayrımı yapmaksızın aynı çatı altında bir araya gelmişti.
İtiraf etmeliyiz ki o dönemlerden geriye kalan ne yazık ki ilk kuşak haklarımızın kullanımında hala yeterli mesafe alamamış olmamızdır.
Devletin veya herhangi bir otoritenin karışamayacağı özgürlükler alanı, kendini ifade etme, düşüncesini açıklama, siyasi veya cinsel tercihleriyle örgütlenme ve yönetime katılma kanalları her bir birey ve çevre için sorunlu olmaya devam ediyor. Hatta daha da vahimi iktidarın keyfiyetine dayalı olarak özellikle inanç ve kökenine, cinsel tercihine, siyasi ve sosyal konumuna göre tamamen yasaklanıp kapatılabiliyor.
35 yıl önce gelişmiş ülkeler uzay hakkını tartışırken bizler hala düşünce özgürlüğünü sağlayamıyoruz demekteydik. Nitekim, birinci kuşlak haklarımızı sağlamlaştıramadığımız için İkinci kuşak insan haklarımız olan ekonomik ve sosyal haklarımız da hepten ellerimizden alındı.
Sağlık, eğitim, konut, ulaşım, çalışma haklarımız, kapital sahiplerinin, çıkar çevrelerinin daha fazla para kazanma hesaplarına ve piyasaya terk edilmiş durumda.
Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen evrensel insan hakları kavramının, iktidarda olanın kendini var eden statükoyu sürdürme hakkı olarak ele alındığına kuşku duyan kalmamış olmalı.
Hak kavramı, iktidar ve çevresi için ayrıcalık yaratması, rakiplerini etkisiz kılmak üzere kullanılması, ekosistemi talan etme aracı olarak kullanılmasının kuralı haline geldi.
Bu sayede güçsüzler istismar ediliyor, muhtaçlık ve bağımlılık halleri kurumsallaştırılırken dezavantajlı çevreler yalnızca biat etsin isteniyor.
Bu nedenlerle küçük bir azınlığı temsil eden iktidar odaklarına ters düşenlere karşı düşman hukuku uygulanmakta olduğu bir sır değil.
Bu gelişmeler de ortaya koyuyor ki ilk ve ikinci kuşak haklarına sahip olabilmek için hepimizin öncelikle ve süratle üçüncü kuşak insan haklarında buluşmamız gerekiyor.
Yani dayanışma hakları….
Bu kapitalist düzeninin tüm mağdurlarının, dışlananlarının ve yok sayılanlarının dayanışma içinde olmaları kaçınılamaz bir zorunluluk olarak hepimize sorumluluk yüklüyor.
Küresel sermayenin kuşatması altında olan çevre hakkı, barış hakkı, kamusal haklarımız ile yaşam alanlarımıza sahip çıkma iradelerimizi mutlaka birleştirebilmeliyiz. Yoksa bu gidişle artık yaşanacak bir dünya da kalmayacak
Kendinden başka kimsenin gününü ve geleceğini düşünmeyen bu oligarşik yapının tek kaygısının kendi iktidarının sürdürmek olduğuna kuşku kalmadı.
**İstanbul sözleşmesini yürürlükten kaldırmak isteyen anlayış da bu kaynaktan besleniyor.
Toplumun en ilkel en tutucu kesimlerinden alınmak istenen politik destek uğruna en temel hak mücadeleleri bastırılmak isteniyor.
Sivas’ta, Maraş’ta Roboski’de kendini gösteren boyun eğdirme ve zulüm politikaları bu alanda da kendini gösteriyor.
**Finike’de 7 ve 10 yaşlarındaki iki kardeş, yazarak, çizerek cinsel istismara uğradıklarını, satıldıklarını dile getirirlerken, yalnızca anne ve üvey babayı ve onları tahliye eden mahkemeyi değil, bu çocuklara reva görülen geleceksizliği,
aslında hepimizin mahkum edildiği bu ortamı sorgulamamızı zorunlu kılıyor.
**Çocuklarını, gençlerini, kadınlarını koruyamayan, onlara sahip çıkamayan, faillere gerekli yaptırım uygulamaktan kaçınan bir siyasi iradenin yurttaşlarına, üretici güçlerine, emeklilerine, çevresel değerlerine haklarını teslim etmesini, güvenli ve sağlıklı bir gelecek inşa etmesini beklemek gerçekçi olmayacaktır.
** Şu günlerde ortaya dökülen kirli ilişkilerden, kamu otoritesi kullanarak kara para aklama merkezi haline gelmelerinden zerre kadar yüzleri kızarmayan iktidar anlayışını hiç birimiz hak etmiyoruz.
Ama kabul etmeliyiz ki bu koşullar hepimizin utancıdır.
**Hukuk kanun etik hiçbir tanıma sığmayan keyfi KHK tebliğleri ile sivil ölümlere gönderilen yurttaşlarımız hala gözlerimizin önündeler. Bu kararnameler kamusal değerlerimizin ve doğanın ölüm fermanları haline geldiler.
**Parti kapatmalar, siyasi cinayetler, dokunulmazlık kaldırmalar, kayyumlar, sınırsız keyfi yasaklama ve gözaltılar, güdümlü yargılama süreci ile yaşanan bütün anti- demokratik uygulamalar, haklarımızı ayaklar altına almak isteyen ve ancak bu yolla varlığını sürüdürebileceğini düşünen siyasi iradenin tercihleridir.
**Mala, cana, statüye teklifsiz çökmeye hazır kıtalar, ganimet avcıları ile iç içe yaşarken aşağıdan yukarıda, yukarıdan aşağıya nereden bakarsak bakalım hiçbir hak ihlalinin istisnai gelişmeler, fevri davranışlar sonucu olmadığı çok açık.
Ama yine de ve her şeye rağmen insan hakkının, toplumsal yaşamın ayrılmaz bir parçası olarak talep edenlere mahsus bir hak olduğuna inanıyoruz.
İnsani, iyi doğru ve güzel uğruna verilen mücadelede bu hedefe ulaşma umutlarını yok edecek her türlü engellemeyi ve güç kullanımlarını gayri meşru kabul ediyoruz.
Sahiplik duygusundan olabildiğince arınabilen, olabildiğince yalansız, dolansız ama mutlaka savaşsız, sömürüsüz, toplumsal çıkarlara dayalı yaşama ihtiyacı olanların sahiplendikleri ölçüde insan hakları mücadelesinin hedefine ulaşmaması için herhangi bir engel tanımıyoruz.
Eşitsiz yaşam koşulları devam ettiği sürece İnsan hakları mücadelesinin asla sahipsiz kalmayacağını da biliyoruz.
Bu düşüncelerimle, Genel Kurul Divanı adına, İnsan Hakları Derneği Antalya şubesinin eşitlikçi özgürlükçü demokratik ve barış içinde kardeşçe bir arada yaşayabileceğimiz hayatın kurulması için verdiği mücadelede başarılar diliyorum."