Üstelik bu durum, yola çıktığı pek çok yol arkadaşının onu terk etmesine, kendi tabanının hızla erimesine, parçası olduğu toplumu yönetememe ve ekonomik kriz koşullarının daha da derinleşmesine karşın gerçekleştirilmek isteniyor.
Son günlerde yaşanan gelişmeler, siyasi iradenin ürünü olarak uygulamaya konulduğuna kuşku yok. Ama her birinin devlet katında desteklendiği, ortak bir tasarruf olarak hayata geçirildiğini görmemek mümkün değil.
Bu süreci destekleyeceği öngörülen kitle tabanı sağlamak üzere de bir tarafta mahkeme kararı ile “andımız” okuması yasaklansın, diğer tarafta siyasi parti kapatma davası açılsın, pandemi koşullarına karşın her türlü iktidar yanlısı gösterilerin/etkinliklerin önü açılırken, anti demokratik kararlara karşı yapılan açıklamalar/etkinlikler, öğrenci, kadın, işçi, memur kim olursa olsun engellensin…
Yerel yönetimlerle başlayan kayyum atamaları, tüm kurum ve kuruluşları işlevsizleştirme ve merkezle uyumlu kılma politikalarına dönüşmesi, medyayı, okulları hatta yurttaşların irade beyanlarını dahi tek tipleştirme arzuları, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması, muhalif siyasilere, gazetecilere sokak saldırıları, İstanbul sözleşmesi gibi uluslararası bir sözleşmeden tek adam imzası ile çekilmesi, gerekirse Montrö sözleşmesinin de tek imza ile fesih edilebileceği TBMM başkanı tarafından açıklanması, son olarak da işine geldiği gibi seçim yasası değişikliğine gidilmesi iktidar partisini kendi kendine darbe yapmaktan farksız bir konuma getirdi.
Belli ki şeklen yürütülen demokratik siyaset yöntemleri, kuvvetler ayrılığı yanılsamaları, hukukilik gibi kavramların içlerinin tamamen boşaltılması yolunda son hamleler hayata geçiriliyor.
İktidar ittifakları, zor kullanma, ikna aygıtları ile devletin bütün kurum ve kuruluşlarıyla birlikte bu sürecin görünen yüzlerini oluşturuyorlar. Ama tek adam, milli ve yerli, Türk ve İslam söylemlerini kazıdığınızda, altından toplumsal olandan yana, kamusal çıkarlarımızı koruyan bir devlet yapılanması ortaya çıkmayacaktır.
Bir zamanlar gazete ilanlarıyla hükümet düşüren, darbe çağrıları yapan oligarklar ve izdüşümleri artık kayıtsız ve şartsız devlet gücünü ve güvencesini arkalarına almanın rahatlığı içindeler. Olan biten pespayeliklerin, kıyımların ve dayatmaların asli failleri olarak nasıl daha çok kazanırım, nasıl daha fazla kollanırım hesabından başka bir kaygıları olmadığı her hallerinden belli.
Şurası çok açık ki siyaset kanallarının toplumun dar ve sabit gelirli çevrelerinin bugününü ve geleceğini tayin etmesi önüne konulan bariyerler daha da aşılamaz hale getirmek üzere tahkim edilmeye devam ediliyor. Muhalefet partileri olan biteni şaşkınlık ifadeleri ile eleştirirken, bu kadar da olmaz ki serzenişi ile hukuksuzlukların, adaletsizliklerin tespiti dışında topluma farklı bir seçenek sunamıyor.
Toplumun beklentisi ise son derece basit ve net; İşsizlik, yoksulluk, dışlanmışlık istemiyor. Özgürlüklerinden mahrum bırakılma tehdidine karşın, kendini özgürce ifade etmek hakkından, eşit ve sağlıklı koşullarda insanca yaşam için mücadele etmekten vazgeçmiyor.
Her türlü keyfiliği, diktatörlüğü engelleyebilecek esas güç, halkın bu ortak beklentileri için bir araya gelmesi ile mümkün olacaktır. Kendine dahi hayrı kalmayan bu düzeni ancak bu düzenden zarar görenler, bu düzenin mağdurları değiştirebilirler. Yönetenlerin ve zenginlik kaynaklarımıza fürursuzca el koyan sermaye çevrelerinin kaygı ve korkuları da bundandır.
Kurtarıcıya veya herhangi bir adama bel bağlamadan bir araya gelmek, bencilliklere, eşitsizliklere, adaletsizliklere, ayrımcılıklara karşı durmak, hakkını aramak, yalana, hırsızlığa, insan ve doğa kıyımına geçit vermemek, en şaşmaz yol gösterici olan emek ve demokrasi dayanışması ile mümkün olacaktır.