28 Mart 2021 Pazar

DAYANIŞMA YOL GÖSTERİR

Bir yüzük göstererek başlayan siyasi kariyer, şiir okuma mahkumiyeti ile ünlenmişti. Şimdi ise yerden yere vurduğu düzenin vazgeçilmezi haline getirildi.

Üstelik bu durum, yola çıktığı pek çok yol arkadaşının onu terk etmesine, kendi tabanının hızla erimesine,  parçası olduğu toplumu yönetememe ve ekonomik kriz koşullarının daha da derinleşmesine karşın gerçekleştirilmek isteniyor.

Son günlerde yaşanan gelişmeler, siyasi iradenin ürünü olarak uygulamaya konulduğuna kuşku yok. Ama her birinin devlet katında desteklendiği, ortak bir tasarruf olarak hayata geçirildiğini görmemek mümkün değil. 

Bu süreci destekleyeceği öngörülen kitle tabanı sağlamak üzere de bir tarafta mahkeme kararı ile “andımız” okuması yasaklansın, diğer tarafta siyasi parti kapatma davası açılsın, pandemi koşullarına karşın her türlü iktidar yanlısı gösterilerin/etkinliklerin önü açılırken, anti demokratik kararlara karşı yapılan açıklamalar/etkinlikler, öğrenci, kadın, işçi, memur kim olursa olsun engellensin…

Yerel yönetimlerle başlayan kayyum atamaları, tüm kurum ve kuruluşları işlevsizleştirme ve merkezle uyumlu kılma politikalarına dönüşmesi, medyayı, okulları hatta yurttaşların irade beyanlarını dahi tek tipleştirme arzuları, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması, muhalif siyasilere, gazetecilere sokak saldırıları, İstanbul sözleşmesi gibi uluslararası bir sözleşmeden tek adam imzası ile çekilmesi, gerekirse Montrö sözleşmesinin de tek imza ile fesih edilebileceği TBMM başkanı tarafından açıklanması, son olarak da  işine geldiği gibi seçim yasası değişikliğine gidilmesi iktidar partisini kendi kendine darbe yapmaktan farksız bir konuma getirdi.

Belli ki şeklen yürütülen demokratik siyaset yöntemleri, kuvvetler ayrılığı yanılsamaları, hukukilik gibi kavramların içlerinin tamamen boşaltılması yolunda son hamleler hayata geçiriliyor.

İktidar ittifakları, zor kullanma, ikna aygıtları ile devletin bütün kurum ve kuruluşlarıyla birlikte bu sürecin görünen yüzlerini oluşturuyorlar.  Ama tek adam, milli ve yerli, Türk ve İslam söylemlerini kazıdığınızda, altından toplumsal olandan yana, kamusal çıkarlarımızı koruyan bir devlet yapılanması ortaya çıkmayacaktır.

Bir zamanlar gazete ilanlarıyla hükümet düşüren, darbe çağrıları yapan oligarklar ve izdüşümleri artık kayıtsız ve şartsız devlet gücünü ve  güvencesini arkalarına almanın rahatlığı içindeler. Olan biten pespayeliklerin, kıyımların ve dayatmaların asli failleri olarak nasıl daha çok kazanırım, nasıl daha fazla kollanırım hesabından başka bir kaygıları olmadığı her hallerinden belli.

Şurası çok açık ki siyaset kanallarının toplumun dar ve sabit gelirli çevrelerinin bugününü ve geleceğini tayin etmesi önüne konulan bariyerler daha da aşılamaz hale getirmek üzere tahkim edilmeye devam ediliyor. Muhalefet partileri olan biteni şaşkınlık ifadeleri ile eleştirirken, bu kadar da olmaz ki serzenişi ile hukuksuzlukların, adaletsizliklerin tespiti dışında topluma farklı bir seçenek sunamıyor.

Toplumun beklentisi ise son derece basit ve net; İşsizlik, yoksulluk, dışlanmışlık istemiyor.  Özgürlüklerinden mahrum bırakılma tehdidine karşın, kendini özgürce ifade etmek hakkından, eşit ve sağlıklı koşullarda insanca yaşam için mücadele etmekten vazgeçmiyor.

Her türlü keyfiliği, diktatörlüğü engelleyebilecek esas güç, halkın bu ortak beklentileri için bir araya gelmesi ile mümkün olacaktır. Kendine dahi hayrı kalmayan bu düzeni ancak bu düzenden zarar görenler, bu düzenin mağdurları değiştirebilirler. Yönetenlerin ve zenginlik kaynaklarımıza fürursuzca el koyan sermaye çevrelerinin kaygı ve korkuları da bundandır.  

Kurtarıcıya veya herhangi bir adama bel bağlamadan bir araya gelmek, bencilliklere, eşitsizliklere, adaletsizliklere, ayrımcılıklara karşı durmak, hakkını aramak, yalana, hırsızlığa, insan ve doğa kıyımına geçit vermemek, en şaşmaz yol gösterici olan emek ve demokrasi dayanışması ile mümkün olacaktır.    
 

21 Mart 2021 Pazar

BUGÜNÜN ÖNCELİĞİ

“Geminin tek kaptanı olur,
gerisi mürettebattır.
Kalbin de tek sahibi olur,
gerisi teferruattır.”

Necip Fazıl Kısakürek’e atfedilen bu ifadeler AKP camiasının bir sloganı haline getirilirken belli ki “bütün kalbinle kaptana itaat et, teferruat olduğunu unutma” mesajı verilmek isteniyor.

İktidar partilerinde teferruat olmayı kabul etmeyenler gemiyi terk etmeye devam ediyorlar. Partiler kurdular, başka partilere geçtiler. Kalanların da iktidar nimetlerinden yararlanma ile vicdani muhasebeleri arasında kaldıkları günlerden geçiyoruz....

Şeyhler, şıhlar, tarikat hiyerarşilerine önem verenler olabilir. Ama mesele feyz alınan herhangi bir inanç dünyası, dar bir topluluğu ilgilendiren yönetişim veya sevda  meselesi olmaktan çıktı, ülkeyi yönetme anlayışına, hepimizi ilgilendiren bir saldırganlık haline dönüşmüş durumda.

Cumhur ittifakı çok açık bir şekilde birbirine yaslanarak ve kamu otoritesinden yararlanarak kendinden farklı düşünen toplumun her kesimini,  teferruat olarak gördüğünü ortaya koyuyor.

Korunmak istenen bir  statüko ve sürdürülmek istenen bir yönetim anlayışı var.
İktidar kendinden menkul milli ve yerli şifrelerine uymayan herkesi düşman ilan edip, cezalandırarak, dışlayarak sürekliliğini kurumsallaştırmak istiyor.  Çok fütursuzca, kendini hiç bir kurala bağlı hissetmeksizin, açıkça karşıtlarını ezmek, sindirmek ve seslerini kesmek için bütün resmî güçler seferber edilerek yapılıyor bütün bu operasyonlar…  

Bu statükoda korunan, kayıtsız şartsız kollanan, yalnızca kendi kazancını düşünen, insanın sefaleti, doğanın talanını umursamayan sermaye düzeni olduğuna artık kimsenin şüphesinin kalmamış olmalı.
Bu uğurda Türk/İslam değerleri ile Cumhuriyet/demokrasi değerlerinin karşı karşıya getirilmek istendiği, bu düzenin insani olmaktan çoktan çıktığı, toplumsal olanda yana hiç bir kritere bağlı hissedilmediği çok açık.

Toplumun en ilkel, en tutucu, en yasakçı ve en despot yanlarına hitap eden, idari, adli tüm kurumları kendi işine geldiği gibi kullanarak varlığını sürdürmek isteyen bu yönetim anlayışını hiç birimiz hak etmiyoruz.

Bu ülkenin yurttaşları olarak birbirimizle çatışmayı, kaotik bir ortama sürüklenmeyi, düşman hukukuna tabi kılınmayı bizler değil, siyasi irade istiyor. Elinde başka bir yönetim seçeneği kalmadığını düşünen iktidar odakları uyumlu olmadıklarını düşündükleri bütün çevreleri, yerel yönetimleri, siyasi partileri, emek ve meslek kuruluşlarını, kadın örgütlerini, akademi dünyasını, uzmanlık alanlarını ya vesayet altına alıyor, ya kapatmak istiyor, ya güvencesiz bırakıyor ya da yetkilerini kötüye kullanarak elini kolunu bağlamak istiyor…

Milletvekilinden, hak savunucularına, sıradan yurttaşlara kadar çocuk, genç, öğrenci, kadın, hakkını arayan emekçi, memur, serbest çalışan, dindar, Türk, Kürt toplumun hiç bir kesiminin sosyal, siyasal, ekonomik bakımından hukuk ve sağlıklı yaşam güvencesinin kalmadığı günümüz koşullarında;
elinde sopadan başka kendini ifade edecek kıymeti harbiyesi kalmayan bir yönetim anlayışına
karşı durmak, farklılıklarımızı bahane etmeden bir araya gelmek ve birlikte birlikte tutum almak hepimizin önceliği olmalıdır...

 


10 Mart 2021 Çarşamba

SU HAKKIMIZI HEBA ETMEYİN

“Su”, yaşamdır denir.                                                Temiz hava gibi “su hakkı”da vazgeçilemez,                devredilemez ertelenemez haklarımızdandır. 


Ne yazık ki dünyada ve ülkemizde diğer tüm temel haklarımız gibi içilebilir su kaynakları da hızla kirletilmekte, sorumsuzca tüketilmektedir.


İklim değişikliği, sera gazlarındaki artış, kuraklık, aşırı nüfus artışı, çarpık kentleşme, tarımda bilinçsiz su ve kimyasal kullanımı, kontrolsüz/kuralsız sanayileşme, su havzalarında işletilen madenler, mermer ocakları, hes’ler ve nihayet  suyun ticari bir meta olarak kullanılmak istenmesi, dünyayı giderek daha “susuz”, sağlıklı suya daha “muhtaç” ve erişimini daha “maliyetli” hale getirmiştir.
 

Günümüzde su kaynaklarının korunması, doğru yönetilmesi ve bu doğrultuda duyarlılığın geliştirilmesi artık daha da yaşamsal önem kazanmıştır. 


Gelin görün ki, 80’li yıllarda başlayan sermaye dünyasının küresel kuşatması, yerel yönetimleri de içine alarak yürütülen kamusal hizmetlerin özelleştirmesi ve ticarileştirmesi politikaları, kamu kuruluşlarını özel sektörsüz hareket edemez hale getirmişti.

 

 

Antalya örneğinde ise, Dünya Bankası, Avrupa Yatırım Bankası gibi kuruluşların, küresel şirketlerin rol almadığı hiçbir yatırımda kredi kullanımına imkan tanımaması, 1990 lı yılların Büyükşehir Yönetiminin de bu seçeneğe boyun eğmesi sonucunda, Lyonnaise des Eaux isimli Fransız kökenli küresel şirket, Antalya’nın su işletmeciliğinde patron olmuştu.
 


ASAT ile sahnelenen ve kamu imtiyazı şemsiyesi altına alınan ANTSU, ALDAŞ, GİBB-SU vb gibi kamusal denetime kapalı şirketler, piyasa koşullarına göre alt yapı, su işletme, sayaç okuma ve her türlü hizmet alımı ve yatırım faaliyetlerinin adresleri haline getirilmişti.  



Büyük iddialarla gerçekleştirilen bu yapısal değişiklikten birkaç yıl sonra, Lyonnaise des Eaux ile başlayan izdivaç, yolsuzluk, suiistimal iddiaları yanında, tahkimde görülen yüklü tazminat öyküleriyle son buldu.  Ama aynı yönetim anlayışı, uygulama yöntemleri ile ALDAŞ ve her dönemin yerel yönetimine yandaş irili ufaklı şirketlerle bugünlere gelindi. 


 

Hiç kuşku yok ki sermaye çevrelerinin, çıkar gruplarının beklentileri kar etmek üzerine kuruludur. O nedenle kamusal hizmetleri de, kamusal kaynaklarımızı da daha fazla para kazanma ve zenginleşme aracı olarak değerlendirirler. Doğal olarak böylesi bir sürecin sonucu, su yönetiminin bir kamu hizmeti olarak ele alınma koşullarının ortadan kaldırılmış olmasıdır. 



Güya bu özelleştirmeci uygulamalar sayesinde daha iyi hizmet verilecek, daha çok tasarruf edilecek, su kaynaklarımız korunacak, şebekelerdeki kaçaklar önlenecek, kaçak su kullanımlarına son verilecekti. Ama iddialar sözde kaldı. Su kaynaklarımızın işgali, kirlenmesi ve su kaçakları her geçen yıl ödenen yüksek bedellere rağmen önlenemiyor. 


 

Doğallıkla bu çark herhangi bir tartışmaya mahal vermeyecek ölçüde su abonelerini yolunacak kaz haline getirdi. Üretim, işletme, her türlü hizmet ve yatırımın maliyet unsuru ile şirketlerin ticari karları su abonelerinden tahsil edilirken, su bedelleri de aylık ilan edilen tefe tüfe oranlarına göre artırılarak otomatiğe bağlandı.

 

Bu çiftlik, 1990’lı yıllardan beri kamu hizmeti adı altında cebimizden para çekmeye devam ediyor.


Oysa kamusal yarar doğrultusunda kamucu bir anlayışla yürütülmesi gereken ve o nedenle kamu imtiyazına sahip olan yerel yönetimlerin, su hakkı denilince öncelikle her insanın temel su ihtiyacını karşılayacak kadar temiz suyu, kesintisiz ve ücretsiz olarak hanelerimize ulaştırması sorumluluğu bulunmaktadır. 


Ne var ki bu sorumluluğun yerine getirilmesi bir yana, ASAT üzerinden kamu otoritesi kullanılarak Kamu bütçesinden piyasaya ve yandaşa sermaye aktarımları artarak devam ediyor. 


Şu sıralarda da yine Dünya Bankası, IPA Fonları ve Asya Katılım Bankası finansmanıyla 6 Milyar TL lik kredi ile ASAT’ın kurumsal gelişimini artıracaklarını açıklayan ALDAŞ,  ayrıca 700 milyon proje bedeli ile Karacaören İçmesuyu Temin ve Arıtma Tesisi projesinin inşaat kontrollüğü hizmetlerini DSİ ile müştereken yürüteceklerini, böylece  Antalya Kenti İçme suyu temininin yeraltı sondajlarına bağımlılığının ortadan kalkacağını, enerji maliyetlerinin düşürüleceği müjdesi ! verdi.


Hiç kuşku duyulmamalıdır ki bu müjdelerin  esas muhatapları, velinimetleri su aboneleri olan sermaye dünyasına yöneliktir. Hiç tereddüt edilmemelidir ki fatura yine kent sakinlerine çıkarılacaktır. 

 

Üstelik, mesafesi, niteliği, rengi bile karaya çalan kirliliği  ve neden olacağı maliyeti  ile yıllardır itiraz konusu olan Karacaören Barajı ile ilgili yapılan son proje etütlerin açıklanmaması, ASAT’ın rutin olarak gerçekleştirdiği ölçüm sonuçlarının kamuoyu ile paylaşılmaması da tüm kent sakinlerinin haklarının ihlalinden başka bir anlam taşımamaktadır.

 

Aynı şekilde Kırkgözler, Düden başta olmak üzere kent merkezindeki su kaynaklarının uzun yıllar ihtiyacı karşılayacak potansiyele sahip olduğu uzmanlarca açıklanmasına ve bu konuda hem DSİ hem de ASAT’ın elinde etütler olmasına karşın, hala atıl bırakılmaları, su kaynaklarının koruma yönetmeliğine aykırı davranarak işgale ve kirlenmeye terk edilmeleri açıkça bu kente karşı suç işlemektir. 

 



Antalya Büyükşehir Belediyesi; DSİ ve ALDAŞ işbirliği ile yürütülmek istenen bu kirli akıntıya kapılmamalıdır. Doğru yönetim tercihan kamu yararını esas alan, planlı, açık ve katılımcı olmayı gerektirir.


Hepimize ait olanı, hep birlikte değerlendirmek, bilimsel verilere ve etütlere dayanmak, kenti birlikte yöneteceğiz” sloganına uygun tutum alarak kent dinamikleri ve uzmanlık kuruluşları ile birlikte hareket etmek, toplumsal olandan yana yaşam kaynaklarımızın sürekliliğini sağlamak kaçınılamaz bir sorumluluktur.

 






-
Bültenimize Katılın