Salda Gölü Davasında bilirkişi raporu verildi.
Son derece yüzeysel bir yaklaşımla mevzuatı, literatürü ve resmi açıklamaları tekrarlayan ve idare ile uyumlu bir ekip çalışması görünümünde olan bilirkişi raporuna itiraz edildi.
Davada, Millet Bahçesi adı altında gerçekleştirilmekte olan yapılaşmaların ve düzenlemelerin, son derece hashas ve kırılgan özelliklere sahip bu kapalı havzada, ne tür etkilere neden olacağı hakkında inceleme ve değerlendirme yapılması talep ediliyordu.
Ne yazık ki bilirkişi kurulu, davalı idarenin anlayışı ile paralellik göstererek, havzada bulunan yer altı ve yer üstü değerlerin zarar görüp görmeyeceği üzerine herhangi bir araştırma ve etüt yapmadan, havza ve ülke pratiklerinden kopuk bir rapor hazırlayarak, projenin uygulanmasında sakınca görmediğine ilişkin görüş bildirdi.
Keşif öncesi İdare Mahkemesince belirlenen 7 bilirkişinin 4’ü hakkında, bu olacaklar öngörülerek itirazda bulunulmuş; hazırlanacak raporun formalitenin yerine getirilmesi düzeyinde kalmaması için, konu ile ilgisiz bilirkişilerin çıkarılması, keşif yapılacak alanın sulak bir alan ve Tabiat Parkı ve SİT alanı olması nedeniyle bir biyolog/ekolog ile göller üzerinde çalışmış bir hidrobiyolog/limnologun mutlaka bilirkişi kurulu içinde yer alması talebi Mahkemece uygun bulunmamıştı.
Çevre
ve Şehircilik Bakanlığının, Cumhurbaşkanın siyasi ve ticari talimatına dayalı
olarak Millet Bahçesi projesini güya Salda Gölü’nü koruma amacı taşıdığını
savunması ve bu yolla bu alanın pazarlanarak, kılıfına uydurulmuş planlama
hiyerarşisi şablonu içinde sunmasının, bilimsel ve hukuki bir anlamı bulunmadığı çok açık. Zira plan
hazırlamanın gerekçesi, geçmişi bahane ederek, bugünden nemalanmak değil,
geleceğe yönelik olmasıdır.
Bu
alanda turizm amaçlı bir imar planı hazırlanmıştır. Rekreasyon ve rekreaktif alanları, duş, soyunma kabinleri
ve yürüyüş güzergahları ile yüzbinlerce ziyaretçi doğrudan doğruya gölün
kullanımına ve üzerine ayak dahi basılmaması gereken beyaz kumullara
yönlendirilmektedir. Konaklama söz konusu olmasa dahi, ziyaret, eğlence,
piknik, yeme içme sırasında oluşan duman, koku, atık ve fosseptiği ile binlerce
aracın getireceği egzoz gazı, çamur banyosu, göl içinde kalacak güneş yağı,
idrarı vs. si ile bu alanın “heba edilişinin” , “geleceğinin yok edilişinin” inşa
edildiği ortadadır.
Turizm endüstrisinin kucağına atılan Salda Gölü havzasının nasıl bir yapılaşma ve ziyaretçi baskısı altına terk edileceği belli olmuştur. O nedenle muhtemel olumsuzlukların değerlendirmesinin yapılmasından kaçınılmaktadır. Bu sayede yeni yatırımlar teşvik edilirken esas hedefin milyonlarca yılda oluşmuş bu doğal ortamı olabildiğince paraya tahvil etmek istediklerini gizlememektedirler. Bu at gözlüklü iktidar aymazlığı, Salda Gölü’nü kullanarak koruma safsatası ile hareket ettiğini ilan etmiştir ama kurumsallaştırdığı angajman ilişkileri ile meşruiyet sağlamaları mümkün olmayacaktır.
Çünkü bu alan olsa olsa bir laboratuvar olarak kullanılabilecek kadar dünyada ilk canlılarının oluşum sürecini, yerkürenin en yaşlı vatandaşları stromatolitlerin (tek hücreli mikroorganizmaların metabolik faaliyetleri sonucunda tortu tanelerinin bir araya gelip yapışması, birikmesi ve donması ile oluşan genişleme eğilimli katmanlı yapıların) varlığını sürdürmekte olduğu bir havzadır.
Stromatolitler yalnızca yerküre’nin en eski fossilleri değil, yaşamın başlangıcı ile gelişimi hakkında bilgi içeren atmosfere oksijen sağlayarak, biyosferin / yaşam koşullarının ortaya çıkması, evrilmesinin en önemli ipuçları ve kanıtlarıdır. (Prof.Dr. Nurgül Çelik BALCI - İTÜ MadenFakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü – TUBİTAK, NASA çalışma grubu üyesi).
Burada gelişen yaşam formlarının bir zamanlar diğer gezegenlerde de olabileceği fikrinin araştırılmakta olduğu jeolojik miras niteliğindeki Salda Gölü’nün, aynı zamanda fauna, flora çeşitliliği, biyolojik yapısı ve endemik türleri ile kendine has eşsiz bir havzaya, ekolojik yapıya sahip olduğu artık herkesçe biliniyor. Göl’ün turkuaz rengi de bu bütünlüğün bir parçası.
O nedenle bir müze kadar korunaklı, her türlü dış müdahaleyi engelleyici, kırılgan ve hashas alanlara geçiş izni verilmeyecek kadar da kontrol altında tutulması gerekiyor.
Yok etmek üzere oldukları bu paha biçilmez alanın değerini bilemeyecek kadar gözlerini para bürümüş, buyurganlığın emrine amade olmuş siyasi irade ve avenesinin küçük hesapları ise hiç kuşku yok ki insanlığa karşı suç işliyor.
Elbette Dostoyevski’nin dediği gibi “doğaya karşı işlenen bir suçun öcü, insan adaletinden daha zorlu olur.”
Ama iktidar zoruna ve dayatmasına karşı yılmamak, toplumsal dayanışma içinde olmak, yaşam alanlarımızın korunmasında ve adalete ulaşmada en kolay yol olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yaz yorum