stadyum ve 10 000 kişilik kapalı spor salonu sayesinde, kenti ve kentsel yaşamı kendi ellerimizle nasıl daraltabileceğimizin, kendi kendimizi nasıl daha da sıkıştırıp bunaltabileceğimizin hallerini, özellikle her maç günü yaşamaktaydık.
Artık Meltem mahallesinin önünde, spor tesislerinin yanında, Araştırma Hastanesinin tam karşısında yeni görkemli binalar yükselecek; 100. yıl bulvarında yer alan apartman yüksekliklerinin hemen hemen 2 misli daha fazla yükseklikte emsal değeri 1,5 olan projelerle 12 katlı apartmanlar yapılabilecek. İş merkezleri, AVM, konut, tatil köyü gibi konaklama, eğlence, ticaret üzerine arzu ettikleri her türlü fonksiyonel yapılaşma bu alanda boy gösterebilecek.
İlk haliyle dillendirilen 40 katlı rezidanstan vazgeçilmiş olması gibi bir yanılsama ile sorunu önemsizleştirmemekte yarar var...
Zira bu gelişme, önceki durumdan daha fazla yoğunluğa neden olacak. 1,5 emsal ile 60.000 m2 lik inşaata izin verildiği belirtilen bu alanda, imar uygulamalarıyla 70.000 m2 den fazla inşaat imkanı tanınmış olması, bu bölgede maç günlerinde yaşanan keşmekeşin sürekli hale gelmesinden ve bu durumun bütün bir kenti doğrudan etkilemesinden başka bir sonuç yaratmayacak.
Ama bu gerçekliğin ne çıkar çevrelerinin ne de TOKİ’ nin umurunda olmayacağı gün gibi ortada...
Trafik yükü, nüfus yoğunluğu, alt yapı yetersizliği, kentin en büyük 2 hastanesinin yakınında ve güzergahında, acil hastaların sevkiyatında neden olacağı risk itirazlarını mahkemeler dikkate alarak 10 yıl önce yürütmeyi durdurma kararı vermişti ama merkezi ve yerel yönetim bu uyarıyı dikkate almayarak, bu alanda TOKİ egemenliğini ilan etmişti.
Kent merkezinde alt alta, üst üste, tam bir curcuna içinde yaşanmasına neden olan bu yapılaşmalar ve beraberinde getirdiği trafik düzenlemeleri kuşku yok ki zamanlarımızı çalıyor… sağlığımızı bozuyor… ve nihayet kentli haklarımızı ihlal ediyor…
Şaka gibi ama böylesi yapılaşmalar sonucunda sayısını saymakta zorlandığımız alt ve üst geçitlerden dolayı köprü altı kenti haline getirildik.
Belli ki bu bölgedeki gerçekleştirilecek yapılaşmalarla birlikte çevresinde yeni köprü altı alanlarına kavuşacağımızı öngörmek falcılık olmasa gerek.
Yerleşim alanlarımızı kullanım değerleriyle değil, değişim değerleriyle ele alanlar için öngörüsüzlük, dayatmacılık, kamusal alan yağmacılığını kural haline getirmiş olmaları artık bir sır olmaktan çıktı.
Zaten bu nedenle değil mi ki, bu kent insan merkezli değil, motorlu araçların seyrinin kolaylaştırılması merkezli yönetiliyor.
Gerçi her geçen yıl daha çok beton ve çelik yığınları arasında kalarak gürültü, kirlilik arttıkça ve birbirimize yabancılaşmalarımız yaygınlaştıkça dünya kenti olduğumuz palavralarını daha sık duyuyoruz...
Ve ne yazık ki bu eşitsiz ve insafsız yaşam koşullarının devamıyla sorumlu bu yönetici aktörler hepimizi açıkça saf yerine koyuyorlar. Güç kullanma yetkilerine yaslanarak çıkar çevrelerinin beklentilerini karşılayan yalanlarla yaşam alanlarımıza hoyratça müdahale ediyorlar...
Bütün bu olup bitenler, bütün bu mekânsal düzenlemeler, mahalleler, yollar, iş ve alışveriş yerleri, kamu kuruluşları, özel veya ortak alanlar, öngörülen nüfus yoğunluğu ile beraber akla gelen bütün ihtiyaçlarımız, haklarımız ve bunların karşılanma koşulları kuşkusuz ki “planlama” denilen bir uzmanlığın süzgecinden geçmelidir.
Ama gelin görün ki tedavüldeki bu yönetim anlayışları, kentte yaşayanların görüşlerini ifade edebileceği göstermelik katılım kanallarını dahi işlevsizleştirmeleri yetmiyormuş gibi artık uzmanlık süzgeçlerine de itibar etmemenin yol ve yöntemlerini kurumsallaştırmakla meşguller…
Temas, diyalog, görüş alış verişi, tartışma, ortak karar gibi ihtiyaç/gereklilik/bilimsellik/maliyet kavramları da anlamını yitirdi, içleri tamamen boşaltıldı.
Bu anlayış ne yapmak istiyorsa kendi angajman önceliklerine göre, kendinden menkul kriterlerle, tamamen kendi inisiyatiflerinde olmak kaydıyla aldıkları kararları kılıfına uydurmak üzere planlama uzmanlarının önüne koyuyorlar…
Artık, kendilerine yakın olanlardan başka kimsenin söz hakkının olmamasını istiyorlar...
Meltem mahallesinden TOKİ aracılığı ile yürütülen böyle bir operasyonla kentsel yaşamımıza tokat üstüne tokat atılırken, bu kadar kör gözüm parmağa uygulamalarına rağmen, yaşanan kentsel sorunların esas olarak yanlış tercihlere bağlı olduğunun üstünde durulmaması ve tutum alınamaması nedeniyle de daha beter durumlarla karşılaşmaktan kurtulamıyoruz...
Çaresi yok, ya bu kamusal haklarımıza, kamusal alanlarımıza göz koyanlardan kurtulacağız ya da dışlanmanın, ötekileştirilmenin, yoksunlaştırılmanın yakınmalarıyla ömürlerimizi tüketeceğiz…
Hiç yorum yok:
Yaz yorum