Her toplumsal örgütlenme, kendi var oluş dinamiklerine göre kendini yeniden üretecek ekonomik,
siyasal ve yönetsel organlarıyla, merkezi ve yerel yönetimlerini şekillendirmek isteyecektir. Bu oluşum sürecinin belirleyici gücü merkezde toplandığına göre devlet yapılanması içinde yerel yönetimlere yüklenmek istenen sosyo–ekonomik işlevler nelerdir? Merkez ile yerel yönetimler arasındaki iş bölümünü belirleyen temel dinamikler kimlerdir? Yerel yönetimlerin devletin içindeki yeri belirlenirken hangi iç ve dış dinamitlerin etkisine bağlı olarak değişim yaşanmış ve yaşanmaktadır?
Bu sorular yanında toplumsal bölünmeler, mevcut zenginlik kaynaklarından çoğunlukla kimlerin yararlandığı, karar mekanizmaların nasıl oluştuğu ve işlediği, alınan kararların uygulama sonuçlarının neler olduğu gibi konular da göz önüne alındığında yerel yönetimlerin kendine özgü kurumlar olmadığı kolayca anlaşılmaktadır.
Yerel yönetimlerin gücü veya güçsüzlüğü ancak sosyo-ekonomik sistem içinde yüklendiği işlevler bakımından değerlendirilebilir. Başlangıçta tamamen merkezi yönetim kontrolü altında kapitalist yeniden üretimin koşullarını geliştirmek, feodal ve yarı-feodal unsurları dönüştürerek kendi bünyesi içinde eritmek, bu arada kırsal belediyelerin kaynaklarını büyük kentlere aktarmak yoluyla ayrıcalıklı büyük kentler yaratmak ve böylece saptanan bu merkezlerden kapitalist üretim ilişkilerini yaygınlaştırmak gibi işlevler yüklenmek istenen Türkiye deki yerel yönetimler, bugün çok daha farklı beklentilerin gerçekleştirileceği merkezler olarak tasarlanmak isteniyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan, yerleşimlerde asgari bir düzen kurmak, bunu sürdürmek, işgücünü kendini yeniden üretmesinin şartlarını sağlamak ve sermaye birikimine katkıda bulunmak üzere kurulmuş bulunan Belediyeler Bankası ile Belediye İmar Heyetini takip eden İller Bankasının bugünlerde içinin tamamen boşaltılmakta olması ve bunların işlevlerinin Dünya Bankası ve uluslararası mali kuruluşlar ile doldurulmak istenmesi, tamamen ekonomik ve politik tercihlere bağlı olarak gelinen bir aşamanın sonucudur.
Ekonomik gelişmelere bağlı olarak güncelleştirilmek istenen yerel yönetim yapılanması, bu kez uluslararası mali kuruluşların tartışmasız belirleyiciliğinin öne çıktığı ve ‘’çok aktörlü yönetim’’ gibi yeni kavramlarla yerel toplumcu güçlerin ve merkezin, hatta yerel bürokrasinin devre dışında tutulmasını öngörüyor. 1980 sonrası başlayan bu değişme sürecinde yerelleşmenin hız kazandığı ama bu dönemden sonra özelleştirme yoluyla sermaye birikimine katkı işlevi genişletilirken, iş gücüne katkı işlevine ise tamamen daralmaya gidildiği bilinen olgulardır.
Bu süreçte yerel yönetimlere yönelik öngörülen ve işlenen temel yaklaşımlar şunlardır:
1-Kamu kaynakları yetersizdir. O nedenle alternatif kaynaklar yaratılmalıdır. Öncelikli kaynak mali sermaye olmalıdır. Yerel finansmanda borçlanma, temel kaynaklardan biri olarak kullanılmalıdır.
2-Tüketiciler üretilecek hizmetin bedelini ödemelidir. Her hizmeti ayrı ayrı ödenmelidir ki belediyeler yürüttükleri hizmeti ayrı ayrı şirketlere devredebilir hale gelsin. Çünkü finansmanı vergilerle karşılanan işlerin özelleştirilmesi güçtür.
3-Karar mekanizmaları ‘’çok aktörlü’’ olmalıdır. Bu yolla yerli ve yabancı şirketler karar mekanizmalarında rol alabilmelidir. Yerel toplumcu dinamikler ve merkezi yönetim, özel sektörün yerel karar mekanizmalarını tekeline almasını engelleyici unsur olmaktan çıkarılmalıdır.
4- Bu politikaların yaşamam geçirilmesi için yani iç, ama daha çok dış borçlanmaya dayalı finansman modeli; hizmetlerin özelleştirilmesi; karar mekanizmalarında yerel halkın, o kentte iş yapan yerli-yabancı şirketlerin söz sahibi olması için yerel yönetimler özerk olmalıdır. Özerklik sağlanmadıkça, bu temel hedefler gerçekleştirilemez.
Tartışılan ‘’mahalli idareler reformu’’ nun özü de bundan ibarettir. Bu öz yerel yönetimlere aktarılacak kısmi gelir kaynakları yanında katılım, özerklik, demokrasi gibi hepimizin yüksek değerler biçtiği kavramları kılıf olarak kullanmaktadır.
Rahatlıkla söyleyebiliriz ki, yerel yönetimler artık yalnızca ulusal ve yerel dinamikler ile merkezi yönetim gerilimi üzerinden incelenemeyecek kadar uluslararası sermayenin yerele nüfuz etmesini de ifade eden küreselleşme politikalarının baskısı altındadır. Yerel yönetimleri güçlendirmek, vesayet ilişkisini ortadan kaldırmak, mali kaynakların sağlanmasında serbesti, yerel yönetsel yetkilerin artırılması gibi kendi kendini yönetmeye katkıda bulunduğunu savunduğumuz imkanların, aslında ve esas olarak kimlere imkan sağlayacağı ve kimlerin kontrolünde olacağı sorularının yanıtında saklı kalan bir başka yüzü daha var. Hemen herkesin yakındığı mevzuattan ve imkansızlıklardan bir an önce kurtulmanın zorunluluğu konusunda herkes hemfikir. Ama yenisine kimler karar verecek ve uygulamada ipler kimin elinde olacak? Önemli olan da bu.
Örnek bir gelişme olarak Ocak ayı başlarında kamuoyuna yansıyan ‘’Endüstri Bölgeleri Hakkında Yasa Tasarısı’’ küreselleşme politikalarında gelinen aşamayı açık bir şekilde ortaya koydu. Anlaşılmaktadır ki ‘’Tahkim, MAİ, Anayasa değişikliği’’ gibi düzenlemeler yeterli çekiciliğe sahip olamamış veya gelecek yabancı sermayenin hukuksal zemini olarak kalmıştır.
Yasa tasarısının gerekçesinde de belirtildiği gibi ‘’yabancı sermaye yatırımlarını teşvik etmek’’ sıra mevzuat ve bürokratik engellerin temizlemesine gelmiştir. Devlet yapılanmasında yer alan hemen bütün kurumlar ve yasalar bu temizlenme operasyonundan nasibini alacaktır.
Yasa tasarısına göre Hazine Müsteşarının başkanlığında, DPT, Dış Ticaret Müsteşarı ve ilgili bankacılık ile sermaye örgütlerinin temsilcilerinden oluşturulacak ‘’Yatırımları Teşvik, Koordinasyon ve Danışma Kurulu’’ , 10 milyon dolar üzerinde yatırım yapmak isteyen yatırımcıların gösterecekleri yerleri ‘’Endüstri Bölgesi’’ ilan edebilecek. İlan edilen bu bölgenin 15 gün içinde yerel mercilerce onaylanması ve yatırım için gerekli izin, ruhsat işlemlerinin tamamlanması zorunlu. Aksi takdirde sorumlular 5 aylık maaş kesintisi ile cezalandırılacaklar!
Bu yolla, İmar Yasası, Kıyı Yasası, Orman Yasası, Çevre Yasası, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası, Belediyeler Yasası, İl Özel İdareleri Yasası gibi düzenlemelerde yer alan karar organları yetkisizleştirilirken; mevcut planlamada yer alan koruma alanları, tarım arazileri, ortak alanlar kolaylıkla yabancı sermayeye tahsis edilebilecek. Böylece yerleşimlerde göz önünde bulundurulması gereken kamusal yarar, kamusal çıkar gibi kavramlardan söz edilemeyecek.
Toplumcu, demokratik güçlerin kendileri için mücadelesini verdiği ‘’masumane’’ taleplerine karşılık, uluslararası sermaye çevrelerinin merkezi yönetim ile işbirliğini bir hayli geliştirdiği görülüyor.
Demokratikleşme için kentlerde yaşayanların karar süreçlerine örgütlü katılım imkanlarının sağlanması, kente ait bilgilere dolaysız ulaşması, demokratik planlamanın gerçekleştirilmesi, uygulamaların doğrudan denetiminin sağlanması gibi temel taleplere karşı getirilen ‘’endüstri bölgelerinden’’ sonraki aşama; olsa olsa ucuz ekmek sağlamak adına bu alanlardaki faaliyetleri ‘’serbest bölge’’ kapsamına alarak, Sosyal Güvenlik, Sendika ve Toplu iş Sözleşmesi gibi yasaları da rafa kaldırmak olacaktır.
Şu haliyle bir yandan özel mülkiyete konu olmayan kamusal alanları birer rant konusu haline dönüştüren, diğer yandan kent topraklarında yerleştirme ve yapılaştırma kararları altında yakın çevrelerine rantın paylaşımından pay aktarmaya, kamusal hizmetleri ticarileştirmeye, ortak alanları sermaye çevrelerine tahsis etmeye devam eden yerel yönetimlerin işlevi; küresel yağmaya açılan ‘’Endüstri Bölgeleri’’ modelinde uluslar arası sermayenin birer iş takipçileri mercii konumuna indirgenmiş olacaklar.
Bakanlar Kurulu kararı olarak TBMM’ne sunulmak istenen bu yasa taslağı ile belli ki küreselleşen sermayenin dolaşım hızına eş değer bir çabukluk içinde davranılmak isteniyor. Burada, yokuş aşağı gidişin sürükleyeceği toplumsal değerleri anmaya gerek yok. Zaten yeterince ciddiye alınmayan çevresel, doğal, tarihsel, kültürel değerlerden ve sıradan insanlardan sonra, seçilmiş ve atanmışları da toplumsal hayatımızda birer figüratif desen olarak tescil etmek isteyen bu düzenleme, yönetimde katılım ve açıklık sorununu çözmek bir yana geleceğin kentlerini küresel sermayenin sınırsız özgürlüklerine hazırlanıyor.(20.1.2001)
Hiç yorum yok:
Yaz yorum