Ekonomik ve siyasi krizler bitmek bilmiyor. Tedavüldeki partilerin çözümsüzlüğü ve güven kaybı sürekli yeni aktörlere ihtiyaç doğuruyor.
Şimdilerde bu sürecin esaslı bir hizmetkarı olarak servis edilen ancak hem kendi ülkesinde, hem de dış dünyada gözden düşmekten kurtulamayan AKP iktidarının alternatifleri üzerinde tartışılıyor.
Şurası açık ki 2000 li yılların sonundan itibaren AKP iktidarının “tülü” kaldıran uygulamalarıyla birlikte, ülkemizde yaşanan askeri darbeler dışında da yasama, yargı ve yürütme organlarının kayıtsız şartsız siyasi iradeye güdümlü hale getirilebileceğini, devletin sınıfsal tercihlerinde önceliklerinin ve sınırlarının nerelere kadar dayanabileceğinin pratiklerini yaşamaya devam ediyoruz.
Hiç kuşku yok ki herkes için esas dava geçim davasıdır. Ele güne muhtaç olmadan, dayanışma içinde, emeğinin hakkıyla, yeryüzünün nimetlerinden kardeşçe yararlanabilecek bir hayatı paylaşabilmek davasıdır.
AKP iktidarı da kendisinden öncekiler gibi bu vaatlerle iktidara geldiler. “Yerli ve milli” dediler. Diyanet İşleriyle devlet işlerini, yargı işlerini ve bütün bir toplumsal ilişkileri dizayn etmek istediler. Dünyevi değerler yerine dinsel referanslar ile itaati sağlarken, biat kültürüne dayalı yönetim anlayışını savundular. Biraz ulufe, biraz sadaka biraz da tevekkül ile küçük bir azınlığın saray yaşantısına, toplumun rızasını sağlamaya çalıştılar.
Ama onların da angajman ilişkileri farklı değildi. Sömürü ve eşitsizlik üreten çarkın parçası olan herkesi içine alan kural onlar için de geçerliydi. “ eşitsizlikler ve adaletsizlikler düzeninden beslenenler o düzeni değiştiremezler”.
Şimdi çevresine sus payı dağıtamayacak kadar daralan piyasa, el yakan fiyatlar, değersizleşen alım gücü, işsizlik, güvencesizlik ve geleceksizlik girdabında duvara toslayan ekonomi,
Tek adam yönetimi ile tamamen lağvedilen asgari hukuk düzeni,
Kayırma, kollama, iltimasa dayalı keyfi iktidar uygulamaları,
Suiistimal ve görevi kötüye kullanma halleri,
Her türlü zenginlik kaynağı üzerine fütursuzca çöken bir açgözlülük,
Şer’i hedeflerin şemsiyesi altında pompalanan talan, ganimet ve rant düşkünlüğü ile tam bir ye kürküm ye düzeni kurdular.
20 yıl suskun kalan, karına kar katan TUSİAD’ın sahne alması boşuna değil.
Ateş bacayı sarmasın, yangın kontrolden çıkmasın derdinde oldukları besbelli.
Yine belli olan, artık her türlü musibette günah keçisi ilan edilmesi, pişkince bahaneler uydurulması kimsenin umurunda değil. Ama irtifa kaybı kirli ilişkileri fazlasıyla gözler önüne sermeye devam ediyor. Örtbas edilenler, kılıfına uydurulanlar ve hangi oluşumları ihya ettikleri, iktidarlarını tahkim etmek üzere kamu otoritesinin nasıl kötüye kullandıkları birer birer açığa çıkıyor. FETÖ örgütlenmesine öykünen TÜRGEV’in, gayri resmi militarist bir örgütlenme olarak SADAT’ın peşi sıra gelecek ifşaatlar artık ne kadar heyecan uyandıracağını kestirmek zor. Zira durum yeterince anlaşılmıştır.
Her ne kadar gemide kalan AKP tabanı halen muhalifleri için “dış güçler, işbirlikçiler, vatan hainleri, lobiler” söylemini devam ettirmek isteseler de ümitsizliklerini gizleyemiyorlar. Tek adamın mucizeler yaratmasını bekleyecek kadar çaresizler. Cemil Çiçek’in “ siyasetçilerin tövbeye ihtiyacı olduğu” açıklaması ise denizin bittiğini ilan ediyor.
Basitçe denilebilir ki, ırk ve din üzerinden toplum ayrıştırılmamalıdır. Ayrıcalıklı uygulamalarla eşitsizlik ve adaletsizliklere neden olunmamalıdır. O nedenle yaşamakta olduğumuz bütün bu mağduriyetlere, tahribatlara ve bunca eşitsizlik ve adaletsizliğe neden olan söz konusu mevcut model, işleyiş ve yönetim anlayışı süratle ortadan kaldırılmalıdır.
Kuşkusuz kamu gücünü arkasına alarak cüzdanlarını dolduranlar, saray hayatına geçiş yapanlar, ak para kara para birbirine karıştıranlar, kökenini, inanç dünyasını da kirli emelleri için kullanarak iktidar salıncağında sallananlar hep böyle devam etsin isteyecekler.
Ama yeter olsun deme zamanı geldiği de ortadadır. İçeriden de, dışarıdan da yansıyan bunca pespayeliği bu toplum hak etmiyor. Nitekim, bu bunaltıcı ve daraltıcı hayat pahalılığı, yasaklar, baskılar ile bezenmiş keyfiyet düzeni 6 partiyi bir araya getirmiş durumda.
Elbette, tek adam yönetimine karşı olmak, çoğulculuğu, daha demokratik bir işleyişi savunmak, son derece önemlidir. Karşı duruşun 6 partiden çok daha geniş bir alanı kapsadığı ise herkesin malumu.
Bunun yanında açıkça ortaya koymalı ve ısrar etmeliyiz ki bu düzeni ancak ve ancak “emek ve demokrasi ittifakı” değiştirebilir.
Sözü dinlenmeyen, karar süreçlerinde yer verilmeyen, bu ülkenin dışlanmakla kalmayıp horlanan, aşağılanan, hakkı ve hukuku tanınmayan bütün üreten çevreleri, inancı, kökeni, tercihleri baskılananları, emeği ile geçinenleri, toplumsal olandan yana düşünenleri, insanı ve tüm canlıları doğanın bir parçası olarak değerlendirenleri, dar gelirlileri, işsizleri, emeklileri, gençleri, kadınları, durun bakalım diyebilmeliler.
“Tek adam yönetimine son vermek yetmez, Kağıt üzerinde yapılacak düzenlemelerle de olmaz, Bireysel ve toplumsal haklarımızın güvencelerini nasıl hayata geçireceğimizi belirleyelim.”
“Cumhuriyet değerlerini, laikliği, aydınlanma kanallarını geliştiren, işlevsel hale getiren kendi kendimizin sesi olmamızı sağlayan düzenlemeleri ortaya koyalım.”
“Tercihlerimizi sermaye çevrelerinin beklentilerine göre değil, kamusal çıkarlarımızın gereklerine göre belirleme, katılım, açıklık, hesap verebilirlik, geri çağırma yöntemlerimizi açıklayalım” ,
“zenginlik kaynaklarımızı çarcur etmeden, bilimsel, kamusal ve çevresel değerlere sahip çıkarak, denetime, hesap vermeye, tartışmaya açık olacağımızı ve nihayet zengini daha zengin, yoksulu daha yoksullaştıran bu düzeni değiştirmek üzere tercihlerimizi deklare edelim” ittifaklarının kurulmasına öncülük edebilmeliler.
Zira rezaleti ayyuka çıkmış bir düzenin değişmesi ancak o düzenden canı yananların bir araya gelmesiyle mümkün.