Geçmişten bugüne terör eylemleri üzerine söylenmeyen söz, alınmayan önlem kalmadı ama
ardı arkası kesilmeksizin toplumun canı yanmaya devam ediyor…
Kuşku yok ki bu yolla, istisnasız hepimizin hayatlarına kast edilirken, angajmanlarından bağımsız düşünemeyenler yazık ki hala kendi lehlerine sonuçlar çıkarmanın hesaplarını yapıyorlar.
Nasıl ki bu hayatta çalıp çırpmadan, başkalarının haklarına el koymadan ve bunların teşviğini ve desteğini sağlayan siyasi-ekonomik otoriteye dayanmadan zengin olunamıyorsa, terör belasının da organizasyonunu, zeminini, fırsatını ve zamanlamasını iktidar ve pazar oyunlarına bağlamadan bunca yıldır hayatlarımıza kast edilemeyeceği son derece açık…
Ama gelin görün ki ne siyasi irade ve ne de herhangi bir yönetici bütün bu olup bitenlerden hiç bir sorumluluk duymuyor.
Temel sorunumuz o ki, bir yol, bir köprü çöktüğünde hukuki ve cezai sorumluluğunu resmi ilgilisinden talep etme imkanlarına sahip olan bu toplum, tonlarca bombanın kentin en işlek merkezlerinde patlatılmasının ve yüzlerce parçalanan ve yitip giden hayatların siyasi sorumluluğunu sorgulamaktan imtina etsin isteniyor.
Bu travmatik ve kaotik ortamın, izlenen iç ve dış politikalarla hiç ilgisi olmadığını veya tamamen dış güçlere atfedilmesi herhalde mümkün olmasa gerek. Hiç kuşku yok ki toplumsal dayanışma olmadan, içerde ve dışarda yurttaşlarıyla ve komşularıyla barışa odaklı politikaları hayata geçirmeden kendi kendimizi tüketmenin ötesinde emperyalizmin her türlü sorunumuzu kaşıyarak müdahalelerine açık bir ülke olmaya devam edeceğiz.
Suriye batağında emperyal rüyalara kapılmanın, demokratikleşme yerine şiddeti ve yasaklamaları öne çıkarmanın, toplumu dini referanslar ve cemaatler üzerinden yönetme girişimlerinin, bu oluşumda yer alan cemaatin darbe kalkışmasına karşı ilan edilen OHAL’in, OHAL bahanesiyle devleti yeniden yapılandırma ve muhalif temizliğine uzanan karar ve uygulamaların, giderek derinleşen ekonomik çöküntünün siyasi sorumluları;
şimdi de tek adam rejimi dayatmalarıyla, bütün bir toplumu adeta ya yok oluş ya da despotizm seçenekleri arasına sıkıştırmak istiyor.
Ancak şurası son derece açık ki bu toplum;
*ne siyasileştirilen İslamı, *ne kutsallık atfedilen herhangi bir kişiyi, *ne kimlik siyasetlerini, *ne başkanlık senaryolarını,
*ne İŞİD’i, ne TAK’ı, *ne de hunharca yöntemlerle kendini var etmek isteyen herhangi bir anlayışı;
ve bütün bu dayatmalarla üzeri örtülen ve giderek daha da çekilmez hale getirilen eşitsizlikleri, yoksunlukları, sömürü üzerine kurulu bu vahşi düzeni kabullenmeyen, her fırsatta itirazlarını ortaya koyan büyük bir çoğunluğa sahiptir.
ve bütün bu dayatmalarla üzeri örtülen ve giderek daha da çekilmez hale getirilen eşitsizlikleri, yoksunlukları, sömürü üzerine kurulu bu vahşi düzeni kabullenmeyen, her fırsatta itirazlarını ortaya koyan büyük bir çoğunluğa sahiptir.
O nedenle toplumsal yaşamın ve insanın doğasının, var oluşumuzun bir gereği olarak kendimizi ifade etme, savunma, denetleme mekanizmalarını bloke etmek isteyen, hamasetin elden bırakılmadığı söylemlerle ülkenin tek el, tek adam, tek zihniyet ile yönetilmesi gerektiği dayatması ile riyanın, oldu bittinin, kendi lehine durum yaratmanın her türlü senaryosu ancak ve ancak toplumsal dayanışma ile bertaraf edilebilir. Çünkü hiç bir toplum ne yok olmayı ister, ne de despotizmi.
Yeter ki toplumsal olandan yana çoğunluğun içinde yer alanlar çok sesliliği, çok renkliliği, çok kültürlülüğü, çok dilliliği dayanışmanın kaçınılmaz bir zorunluluğu olarak görsün.